Olağanüstü zamanlarda yöneticilerin en büyük sorunlarından biri halkı ve orduları beslemek olmuştur. Tarihteki örneklerden anlaşılan o ki, savaş, devrim, sıkıyönetim ve benzeri dönemler iyi örgütlenme ve planlama yeteneği olan ve olmayan toplumları birbirinden ayıran mükemmel bir mihenktaşı.
Cihan Harbi’nde Avrupa büyük açlık çekmişti. Tarlalar ve tarım havzaları savaşta yok olmuş, çiftçiler askere alınmıştı. 1917 Ağustosu’nda, ABD savaşa girdikten az sonra Yiyecek İdaresi’ni kurdu. Başkan Wilson bu idarenin başına, sonra kendisi de başkan olacak Hoover’ı atadı. İdare, hemen halkın anlayış ve yurttaşlık duygularına seslendi: “Savaşı yiyecek kazanacak” posterleriyle halk et, buğday, yağ ve şeker tüketimini azaltmaya davet edildi; “Etsiz Salı”, “Buğdaysız Çarşamba” gibi kampanyalarla alışkanlıklarını değiştirmeleri istendi. Yerel yiyecek daireleri kuruldu ve halkın, alıştığı malzemeleri kullanmadan yapacakları yemek tarifleri hazırlandı. Bozulmadan cepheye taşınması olanaksız olan taze meyve ve sebzelere yönelmeleri öğütlendi ve fazlalıkları da nasıl konserve yapacakları öğretildi. Bu çabalar sonunda Avrupa’ya yapılan yiyecek yardımı bir yılda iki misline ulaştı. Savaş ertesinde bile, Hoover Amerikan Yardım İdaresi kanalı ile, kendisine “Büyük İyiliksever” isminin takılmasına neden olan Avrupa’ya yiyecek yardımına devam etti.
Türkiye’de ekmek karnesi
2. Dünya Savaşı’na katılmayan Türkiye’de bile 1942’den 1946’ya kadar süren ekmek karnesi uygulaması başlatıldı.
2. Dünya Savaşı öncekine göre daha fazla yokluk getirdi. Yiyecek karneleri, sentetik yiyecekler ya da alışılmadık yiyecek bileşimleri gündelik hayatın gerçeği haline geldi. İngiltere önceki savaştan dolayı deneyimliydi, 1940’ta hemen karne sistemine geçti. Diğer yandan halk bulduğu her yerde kendi yiyeceğini yetiştirmek için örgütlendi. Sağlam ve genç erkekler aktif savaş görevindeydi; dolayısıyla birinci harpte temeli atılan “Toprağın Kızları Ordusu” daha organize bir şekilde yeniden kuruldu. Bu kadınlar, tarım araçları ordu hizmetinde olduğu için çapa, saban, kürek gibi eski tip tarım aletleriyle haftada 48-50 saat tarım işlerinde çalışıyordu. Devlet görevlileri mesai dışında parklarda sebze yetiştiriyordu. Ayrıca “Zafer için Kaz” sloganıyla insanlara evlerinin çiçek tarhlarında sebze yetiştirmeleri öğütleniyordu.
1. Dünya Savaşı sırasında başlayan beslenme üzerine bilimsel çalışmaların bulguları, bu savaşta halkın açlık çekmeden, dengeli beslenmesi için kullanıldı. Okullarda Patates Pete ve Doktor Havuç isimli çizgi karakterler şarkılar eşliğinde çocuklara sebze yemenin yararlarını anlatıyordu. Günlük C vitamini gereksinimi patatesten karşılanıyordu. Halk hiçbir malzemeyi ziyan etmemek için eğitiliyordu. Elma kabukları içecek olarak kaynatılıyor, bayat ekmeklerden puding yapılıyor, geriye bir şey kalırsa hayvanlara veriliyordu.
Garip malzemelerle yemek yapabilmek için radyoda başlatılan “Mutfak Cephesi” (Kitchen Front) isimli program çok sevilmişti. Zaten yemek sanatı konusunda pek gerilerden gelen İngilizler şimdi de garip malzemelerle uğraşıyor, inek memesinden yemekler, domuz beyninden turtalar yapmayı öğreniyordu. Alman U-Botları 2500 gemiyi batırdığı için ithalat azalmıştı. İngiliz hükümeti ABD’den enerjisi yüksek yiyecekler ithal etme çabası içindeydi. Yağlı tohumlar, yağlar, süt tozu, et ve balık konservesi ile yumurta tozu ithal ediliyordu. Bu garip malzemelerin tadı berbat olsa da bir rahatlama sağlamıştı.
Evlerde gıda savaşı
2. Dünya Savaşı döneminde İngiliz halkına “Zafer için Kaz” sloganıyla evlerinin çiçek tarhlarında sebze yetiştirmeleri, mutfaktan artanları hayvanlara vermeleri öğütleniyordu.
Bu arada ülkemiz savaşa girmediği halde orduyu hazır tutma gerekliliği nedeniyle bir milyon erkeği askere çağırmıştı. Tarımsal üretim düşünce karaborsa ve istifçilik arttı. Ekmekle ilgili çeşitli kararnameler işe yaramayınca 1942’den 1946’ya kadar süren ekmek karnesi uygulaması başlatıldı. Şeker bulunmuyor, kuru üzüm ile çay içiliyordu. Bu yıllarda piyasa, cezalara rağmen kontrol altına alınamadığı için karaborsacıları ve istifçileri zengin etmişti.
Mutfaktan askerlere
1. Dünya Savaşı’nda Avrupa’ya gıda yardımı yapan ABD, halkı buğday, et, yağ ve şeker tüketimini azaltmaya davet ediyor, konserve yapımını teşvik ediyordu.
Dünyanın uzun süre diğer kutbunu oluşturan Rusya’ya da bir göz atalım dilerseniz. 1917’de Bolşevik hükümetinin başı burjuvaziyi 30 gram ekmek ile cezalandırmıştı. “O da tadını unutmasınlar diye” buyurmuştu hükümetin başındaki Zinoviyev. Anya von Bremzen Sovyet Mutfak Sanatı isimli kitabında, yemeğin o dönemde sert bir siyasi ve toplumsal kontrol aracı olduğundan bahseder. Daha sonraları kurulan Kremliyovka (Kremlin Kantini) öyle berbat yemekler çıkarıyormuş ki… Zira çar dönemi aşçı ve mutfak işçilerini çalıştırmama kararı alınmış. Özel kaynaklardan yiyecek temin edilmemesi kuralı da getirildiğinden anında karaborsa ortaya çıkmış. 1919- 20 kışında halk tarafından Moskova’da tüketilen gıdanın %75’inden fazlasını meshochniki (çantacılar) denilen sayıları 200 bine varan yasadışı spekülatörler temin etmiş.
Bazı uluslar alıştıklarından yoksun kalarak terbiye oluyor da biz çabuk unutuyoruz savaş zamanı ve sonrasındaki yoklukları. Toplumsal barış olsun ki bolluk bereket olsun, birbirimizi yemek zorunda kalmayalım.