Çok daha eski dönemlerde baharın gelişi, tohumun çıkışıyla ilişkili olarak kutlanan yeni yıl, yaklaşık 2 bin yıldır bugün kullandığımız takvimle birlikte kış ortasına denk geliyor. Hititler’den Mezopotamya’ya, Çin’den Roş Aşna’ya, Nevruz’a ve Afrika’ya uzanan, değişen yılbaşı sofraları, değişmeyen umutlar, dilekler ve paylaşımlar…
Yılda bir kere olsun tertemiz bir sayfa açmak istiyoruz. Her yeni yıl başlangıcında, kendimizle ilgili kararlar alıyoruz ezelden beri. Ezel dediğimiz aşağı yukarı 4 bin yıl öncesi. Daha öncesi de mutlaka var da biz bilmiyoruz.
“Her şeyin uyuduğu kışın ortasında yeni bir döneme geçiş mi olurmuş?” diyorsanız şayet, hep böyle değilmiş elbet. Göze görünür olacak başlangıçlar beklenirmiş; mesela ilk çiğdemin topraktan başını çıkarması gibi. Çiçeklerin seyrini doğrudan izleyemediğimiz şu çağda böyle bir yeni yıl daha anlamlı gelmiyor mu? Çiğdem çıkacak, bahar gelecek.
Yeni yıl şenlikleri için çiğdemi bekleyenler de bizim topraklardan; yani Hititler. Bereket Tanrısı Telepinu’nun dönüşü bu. Telepinu öbür tarafa gidip gelen tanrılardan. Bu yeraltına ya da diğer tarafa geçip sonra mevsimi gelince geri dönen göksel varlıklar, daha çok Ortadoğu’nun antik inançlarında karşımıza çıkıyor. Bu inançlardan etkilenen Greko-Roma mitolojilerinde de kendilerini görüyoruz. Bu geri dönüş törenleri, doğanın uyanış döngülerine koşut kutlanırmış. Mısır’ın ekin döngüsünü sağlayan Osiris’i, Mezopotamya’nın Tammuz’u, Anadolu’nun Adonis ve Attis’i, Persephone ve Diyonisos’u ve bunların topluca daha uslu bir yorumu olan Hıristiyanlığın Hz. İsa’sını gidip-dönen kutsal varlıklardan sayabiliriz.
Doğanın canlanışını yeni yılın başı kabul edip eğlenceler ve şölenlerle kutlamanın bilinen en eski örneği 4 bin yıl öncesine dayanıyor. İşte “ezel” dediğimiz nokta bu. Mezopotamya’da Babil’in Akitu Festivali, bahar ekinoksundan hemen sonra Mart’ın 18’inde kutlanmaya başlanırmış. Tam 12 gün. Telepinu yeraltından tapınağına dönmeye razı gelesiye dek yalvar yakar, etleri ızgara yapıp dumanını göklere savur, şarkılar, türkülerle kendisini çağır! Neyse ki hep dönmüş gelmiş. Assur’da ise güz ekinoksuna en yakın yeni ay zamanı, yani Eylül ortası kutlanırmış.
Yeni yıl konusunda bu defa, geçmişten bugüne kesintisiz olarak kutlanmış olan yeni yıl ritüellerinin sofralarla ilişkisine bakalım. Hititler ile bizim aramızda yeni yıl için beslediğimiz güzel umutlar bakımından hiç fark yok. Onlar tanrılara kurban ve sunular eşliğinde dileklerini diliyorlar, ekmekler ve içecekler sunuyorlardı. Hititler’de Fırtına Tanrısı Teşup’a da önem verilirdi, çünkü yağmuru yağdıran oydu. Onun adına yapılan törenler, şehir dışındaki Akitu tapınağında ve Yazılıkaya açıkhava tapınağında yapılırdı.
İşte Assur ve Babil’den bu yana Hititlerin de benimsediği Akitu kültü, Asuri/Süryani halkı tarafından 6.773 yıldır kesintisiz şekilde devam ettirilmekte. Bu coğrafyada festival 18 Mart’ta başlatılır ve şehirde yaşayan her sınıftan insanın, bizzat kral ve başrahibin de katılımı ile 12 gün boyunca kutlanırmış. Bu yeni yılın bahar uyanışına denk geldiği bir bahar festivaliydi ve bereketi, dirilişi, tanrıların geri dönüşünü simgelerdi. Şimdilerde artık yeni yıl olarak değil, ancak kültürel bir kimlik unsurunun devamlılığı için 1 günlük bahar bayramı olarak kutlanmakta.
Babil yıkıldıktan sonra Yeni Assur İmparatorluğu da, MÖ 683’te şehir duvarlarının dışında bir Akitu Evi inşa ederek festivali devam ettirmiş. Daha sonra bir tapınak da Ninova (bugün Irak’ta Musul yakınları) şehrinde inşa ettirilmiş. İskender’in ölümünden sonra imparatorluk toprakları komutanları arasında parçalanınca, Mezopotamya’da egemen olan Selevkos İmparatorluğu da bölgenin âdetine ters düşmemiş ve Akitu Festivali’ni devam ettirmiş. 3. yüzyılda Suriye’de tanrı statüsü verilmiş olan Roma İmparatoru Elagabalus adına festivalin hâlâ kutlandığını görüyoruz. Elegabalus, Roma İmparatorluğu’nun görüp göreceği en genç ve en sapkın imparatorlardan biriydi ama, Suriye’den çıkıp imparator olduğu için memleketinin yeni yıl festivalini antik Roma’ya taşımıştı. Elegabalus’a eğlence olsun zaten (“Kha-b Nisan” adı verilen bu festival, 1960’larda politik nedenlerle yurtdışında yaşamak zorunda kalan Asuri/ Süryanilerin kültürlerine sahip çıkma çabalarının sonucu bir geri dönüş yaşadı. Yine politik baskılar nedeniyle 1990’lara dek dışarıya kapalı özel ayinlerle kutlandı. Adına Akitu veya Asuri Yeni Yılı da denir ve günümüzde Nisan’ın 1’inde kutlanır).
Ezelden bu yana devam eden yeni yıl kutlamalarına bir diğer örnek de Çin’den gelsin. Çin, Yeni Yılı birçok efsane ve gelenekle ilişkilendirilir. Festival geleneksel olarak ataların yanısıra tanrıları da onurlandırma zamanıdır. Çin Yeni Yılı, geleneksel Çin güneş takviminin başında kutlanır. Yeni yılın ilk günü, 21 Ocak – 20 Şubat tarihleri arasındaki yeni aya denk düşer. Aynı zamanda uzunca bir tatil dönemidir. Çin’de Yeni Yıl Günü’nden önceki akşam, aileler bir yemekte biraraya gelir. İyi şansa yer açmak için evler temizlenir. Bir diğer gelenek de kapı ve pencerelerin kırmızı kağıt oyma desenlerle süslenmesidir. Kırmızı renk, bir yeraltı cinini uzakta tuttuğuna inanıldığı için tercih edilir. Tasarımlar hasat sahneleri, hayvancıklar, mitolojik semboller içerir. Umut, şükran ve yeni yıl için ailenin beklentilerini yansıtır. Yaşlılar yeni evli gençlere kırmızı zarflara koydukları kağıt paraları harçlık olarak verir. Gençler zarfı alırken eğilerek teşekkür eder ve açarlar.
Gelelim mutfağı gayet zengin olan Çin kültürünün yeni yıla girerken sofraya koyduğu uğurlu sayılan yemeklere. En önemli yiyeceklerin başında balık gelir. Sofrada balık olması, yeni yılın da bereketli olması umudunu simgeler. Balık sofraya en son gelir ve tamamı yenmez; zira tabakta yemek bırakacak kadar tok kalkılan bir şölendir bu. Ayrıca etli mantı, bütün fırınlanmış tavuk, pirinç keki “niangao”, zenginlik simgesi Çin böreği ile ailenin dağılmaması için bütünlüğü temsilen tatlı pirinç köfteleri sunulur.
Sofraya konan yiyeceklerin simgeselliği kültürden kültüre nasıl da değişiyor! Çin, tavuğun eşinen, yakalayıp getiren ayaklarını eve en çok kazancı getirene sunar. Hıristiyan inanışında geçmişin üzerini eşinerek örttükleri için hindi-tavuk Noel’de tercih edilir ama girilecek yeni yılda “toz toprak içinde eşinerek yaşam kazanmak” yerine daha az zorlu bir yıl ümidi içinde, burnuyla toprağı ileri doğru dürtüp yiyeceğini arayan domuz da mönüde vardır.
Yahudilerin yeni yılı olan Roş Aşana ise Yahudi takvimine göre hasadı takip eden Eylül ile Ekim aylarında 2 gün kutlanır. Bayram boyunca yemekte ballı elma veya elma reçeli sunulur. Elma, başından sonuna yeni yılın tatlı geçmesi dileğinin simgesidir. Aile reisinin bir lokma aldığı kuzu başı ise onun yaşamının uzaması ve ailenin köle değil, hep başta ve hür olması dileğinin sembolik yansımasıdır. Sofralarda ayrıca hurma, kabak, balık, pazı ve pırasa da bulundurulur ve her birinin isimlerinin çağrışımlarına dayalı sembolik anlamı vardır. Hangi kültüre bakıyor olursak olalım, sofranın elden geldikçe bereketli ve çok çeşitle hazırlanmasına dikkat edilir.
Binlerce yıldır kutlanan bir diğer yeni yıl bayramı da Nevruz tabii. Yazılı kaynaklarda ilk defa 2. yüzyılda adı Pers belgelerinde geçse de, aynı zamanda bir bahar bayramı olarak mutlaka evveliyatının olduğunu varsayabiliriz. İran ve Bahai’lerde Nevruz, yılın ilk günü kabul edilir. Bazı topluluklar bu bayramı 21 Mart’ta, diğerleri 22 veya 23 Mart’ta kutlar. Nevruz yeni gün anlamındadır ve Zerdüştler ile Bahailer için kutsal bir gündür. Kürtler ise bu bayramı İran mitolojisindeki Demirci Kawa efsanesine dayandırır.
Türk halkları da Ergenekon’dan çıkışı ve baharın gelişini temsil ettiğine inandıkları için kutlar. 3.000 yıllık bu yeni yıl şimdilerde “bahara merhaba” şenliği olarak kutlanmakta. 2010’da Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Nevruz Bayramı olarak kabul edilmiştir. Etmese ne olacaktı ki ayrıca? Biz bahara ve yeni yıla “hoş geldin” diyerek arınmak için ateşin üzerinden atlayarak kutlamalara devam edecektik.
Nevruz sofrasında geleneksel olarak neler bulunduğunda bir göz atalım: “Heft Sin” Nevruz’da kurulan geleneksel sofraya verilen isimdir. Bu sofrada İran alfabesinde “S” harfiyle başlayan senced (iğde), sebze, samanu (çimlendirilmiş buğdayı döverek yapılan bir helva), sîr (sarımsak), sîb (elma), sumak ve sirke bulunur. Bu 7 yiyeceğin bereket ve uğur getireceğine inanılır. Nevruz’u kutlayan her kültürün sofrası da farklılık gösterir tabii.
Baskın kültürlerin altında gölgede kalmış yerel geleneklere baktığımızda, takvim dönemlerinin doğanın canlanışına veya hasat döneminin bereketine şükran anlamı taşıyan şenliklerle başlatıldığını görüyoruz. Bunların başlangıç veya bitiş tarihleri, herkesin coğrafi konumu ve yaşadığı iklime göre farklılık gösterebiliyor. Örneğin Endonezya-Bali halkı Nyepi dedikleri yeni yılın gelişini bir Sükut Günü ile kutluyor. Gün, zihnin farkındalık ve ruhlar âlemine uyanması için derin meditasyon ile geçiriliyor. Güney yarımkürede ise kurak mevsimin bitişi Ağustos’un 1’ine denk düştüğü için, Lesotho ve Güney Afrika halkları bu günü yeni başlangıç olarak danslar, şölenler ve ayinlerle kutluyor.
Avrupalı kaşiflerle karşılaşmadan çok önceleri Inuit halkları kış dönencesinden sonra yükselmeye başlayan güneş ile av sezonunun gelişini kutlardı. Her topluluğun seçtiği gün farklı olsa da, sonraki zamanlarda bu mevsim dönümü Hıristiyanlığın etkisiyle Noel’den yeni yıla dek 7 gün boyunca şölenler ve armağanlarla kutlanmaya devam etmekte.
Genel olarak tüm dünyanın Yeni Yıl’ın gelişini 1 Ocak’a alması ile her yerde asırlardır farklı tarihlerde kutlanan bu festivallerin coşku azalmaz, azalmamalı. Bugün hepimiz 31 Aralık gecesi eski yıla güle güle diyor; sonra dönüyor ve baharın uyanışı, av mevsiminin gelişi veya hasat bayramını da kutluyoruz. İş ki, savaşlar, katliamlar ve sömürü yerine doyasıya kutlanacak ve paylaşılacak güzellikler olsun dünyada. Nereye gidersek gidelim, insan ruhu dostane bir paylaşım özlemi içinde geçmişin hatalarından arınıp, ümitle yarının bereketli ve mutlu olmasını bekler. Esas kutlanmayı hakeden de, işte bu kültürlerüstü duygu ortaklığımızdır.