Bizim Aile’nin Yaşar Usta’sından Hababam Sınıfı’nın efsane hocası Mahmut Hoca’ya Münir Özkul, 60 yılı aşan sanat hayatına sayısız karakteri sığdırdı ama, asıl tiyatroya kattıkları uçsuz bucaksızdı. Rolleriyle, diyaloglarıyla, tiradlarıyla izleyenlere unutulmaz anlar yaşattı. 93 yaşında hayata veda eden dev sanatçıyı yakınındaki bir göz, çevirmen ve tiyatro eleştirmeni Seçkin Selvi yazdı.
SEÇKİN SELVİ
Üsküdar Amerikan Lisesi’nde yatılı öğrenciyim, İstanbul’da velim olan ablam hafta sonları beni okuldan alıyor, o tarihlerde birinci mevki salonunda garsonların beyaz eldivenle kahve servisi yaptığı Kadıköy-Karaköy vapuruyla karşıya geçiyoruz, tünelle Beyoğlu’na çıkıyoruz, Küçük Sahne’ye gidiyoruz. Münir Özkul’u ilk kez orada görüyorum. George Axelrod’un “Yaz Bekârı”nda, yani 1954 yılı. Ertesi yıl John Patrick’in “Çayhane”sinde seyrediyorum Özkul’u.
Sonra Joseph Kesselring’in “Arsenik Kurbanları” oyununda izliyorum onu. Hani yıllardır çeşitli adlarla oynanmaya devam eden o ünlü oyun. Bunlardan biri de “Ahududu”. Yıl 1956, on yedi yaşındayım, erkek arkadaşımla İstiklal Caddesi, Küçükparmakkapı Sokak’ta sanatçıların müdavimi olduğu “Yeşil Horoz” lokaline gidiyoruz. Arkadaşımın nüfuzlu bir büyüğü de yanımızda. Bir süre sonra hatırlı müşterilerin geldiğini, masamıza onları da alıp alamayacağımızı soruyor garson. Tabii buyur ediyoruz, Münir Özkul, Çolpan İlhan, Sadri Alışık. Sabaha karşı bir arabaya doluşup Aksaray’da bir işkembeciye gidiliyor. O süreçte çocukluğumun Münir Özkul’u yeni yetmeliğimin Münir Bey’i oluyor. Sabah Aksaray’dan yine bir arabaya doluşuyoruz, Münir Bey ve Akademi’den tanıdığım Çolpan Taksim’de iniyorlar, biraz ilerde de Sadri Alışık veda ediyor.
1966’da çok farklı bir boyutta, tiyatro dünyasında yeniden karşılaşıyoruz. Sermet, ben ve Münir’le Suna. 1978’de de LCC tiyatrosunda Haldun Bey’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”. Provalardan başlayarak kimbilir kaç kez izledim oyunu. LCC’de, sonra Şehir Tiyatrosu’nda. Ve her seferinde “Perde” tiradında gözyaşlarımı tutamadan. O kadar etkilendiğim bir tiraddır ki, yıllardır köşe yazılarımın başlığı hep “Ve Perde…” oldu. Tabii bu arada Münir Özkul, sonra Münir Bey ve sonunda Münir oldu, sevgili Münir.
Altmış yıla yayılan bir süreç içinde yazları ve kışları sahnede, sahne arkasında, meyhanede, bizim evde, onların evinde, dost sohbetlerinde gördüğüm, tanıdığım bir naif insanı anlatmaya çalışacağım. Tanıdığım insanlar içinde, kibarlık, nezaket, zarafet ile çekingenliği ve utangaçlığı harmanlamış birkaç kişiden biridir Münir. Ömrü boyunca kırmak yerine kırılmayı, incitmek yerine incinmeyi, hoşgörü beklemek yerine hoşgörü göstermeyi seçti. Kerameti kendilerinden menkul ünlüler, dünyaya bir kaşlarını kaldırıp yan gözle bakarken, Münir ününün, hem de gerçek ünün doruğundayken bir kez olsun “ben oldum” demedi, başını öne eğerek, hep o mahcup, hep o naif tavrıyla sürdürdü yaşamı.
Onun tiyatrodaki ve sinemadaki yeri hiç kuşkusuz doldurulamayacak. Ama sanatçı kimliği bir yana, asıl o naif, o kibar, o beyefendi kişiliğinin yaşamlarımızda bırakacağı boşluk hiçbir zaman kapanmayacak. Vay gidene… Vay ki vay…