Kasım
sayımız çıktı

700 yıl önce öldü ama, sesi-sözü hep yaşayacak

Sözünün sadeliği ile Anadolu coğrafyasının ilk öz Türkçe şairi Yunus Emre, ölümünün 700. yılında çeşitli etkinliklerle anılıyor. 1971’de UNESCO’nun Yunus Emre Yılı ilan etmesi nedeniyle Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan plak çalışmasında uzman isimler tercüme etmiş; Ayla Algan seslendirmiş; Ozan Sağdıç tasarımı yapmıştı.

Yunus Emre’nin doğum tarihi kimi kayıtlarda 1238-40 arası olarak veriliyor. Ölüm tarihinin ise 1320-1328 arası olduğu rivayet edilmekte. Kesin olan tek şey onun bir 13. yüzyıl ozanı oldu­ğu. Genellikle 1240’ta Eskişe­hir’e bağlı Mihallıçık ilçesi­nin Sarıköy’ünde doğduğuna, 1321’de aynı köyde vefat etti­ğine ve kabrinin de yine orada olduğuna inanılmakta. Bu ta­rihler Selçuklu Devleti’nin son günlerine Osmanlı Devleti’nin ise ilk günlerine denk geliyor. Yani Türkiye tarihinin önemli bir değişim çağı. Üstüne üst­lük, Anadolu’yu büyük ölçüde etkileyen Moğol istilası da ay­nı döneme denk gelmekte.

Yunus Emre, böyle olduk­ça karanlık ve kargaşa dolu Ortaçağ yıllarında, çok sade bir dille “insan-ı kâmil” yani doğru ve olgun insan olmanın erdemini dile getirebilmiş bir derviştir. Deyişleri liriktir, öz­lüdür, eğiticidir. Buna karşın anlaşılmazlık örtüsüyle örtülü de değildir. Sanatın, özellik­le de söz sanatının yüceliğine, özgünlüğüne değer verir. Ta­savvuf edebiyatı bakımından Hacı Bektaş Veli, Taptuk Em­re, Hacı Bayram Veli geleneği­nin bir halkası sayılsa da, her iki dünyaya sağlam ayakla ba­san bir veli olarak halkın gön­lünde farklı bir yer edinmiş­tir. “Bir sözü söylemek gerek, melekler de bilmez ola” deyişi, onun anlayışının anahtarıdır. Derin anlamlar taşıdığı halde, sözünün sadeliği ile kendisini Anadolu coğrafyasının ilk öz Türkçe şairi olarak anmamız yerinde olacaktır.

Sıkıyönetim günlerinde plak kaydı Yunus Emre plağının çalışmaları, sıkıyönetim zamanına denk gelmiş; stüdyoda çalışmalar uzayınca sabaha kadar orada kapalı kalan müsteşar yardımcısı Mukadder Sezgin çareyi kanepeye uzanmakta bulmuştu.

Güncel bir habere göre UNESCO Millî Komisyonu 2021’i onun ölümünün 700. yılı kabul edip, “Yunus Em­re Anma ve Kutlama Yılı” ola­rak anılması konusunda genel merkeze teklifte bulunmuş­tu. 30 Ocak 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan bir cum­hurbaşkanlığı genelgesi ile içinde bulunduğumuz yıl “Yu­nus Emre ve Türkçe yılı” ola­rak tescil edilmiş bulunmakta. Görünen o ki, Kültür Bakan­lığı ve Yunus Emre Enstitüsü birtakım etkinlikler organize edecekler.

Enstitü başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş de Anadolu Ajan­sı’na verdiği bir mülakatta, “Yunus Emre’nin sözlerini dünyanın farklı noktalarında­ki insanlarla buluşturmak ve onun ‘insanlığın özü itibarıyla bir olduğunu’ anlatan felsefe­sini anlatmak için kültürel et­kinlikler düzenlemeye devam edeceklerini belirtmiş; “ensti­tü olarak 2021’de bütün dün­yaya sadece Yunus’u götürme­yeceğiz, oralarda da Yunus’un çağdaşı, Yunus’un benzeri olan insanlarla birlikte bu yılı kut­layacağız ve onun görüşlerini yeniden gündeme getireceğiz” demişti. Ayrıca salgın hastalık yüzünden düzenledikleri et­kinlikleri dijital platforma ta­şıdıklarını da ifade etmişti.

★★★

Yıllar önce, yine UNES­CO şemsiyesi altında “Yunus Emre Anma ve Tanıtım Yılı” etkinlikleri düzenlenmişti. Bu etkinlik kararı, 1971 yılında Yu­nus Emre’nin ölümünün 650. yılında alınmıştı. 1972 yılın­da da devam eden o etkinlikle­rin bir safhasına ben de bizzat hem tanık olmuş hem de görev almıştım.

UNESCO’nun kararı kesin­leşince, yurtiçi kutlamaların organizasyonu için devletin il­gili birimlerinde rutin çalış­malar başlamıştı. Türkiye’de Kültür Bakanlığı yeni kurul­muştu; örgütlenmesi tamam­lanamadığı için elinde fazla bir olanak yoktu. Yurtdışı tanıtım işlerinin Turizm Bakanlığı’nın görev çerçevesi içinde olma­sı gerekiyordu. O sıralarda ba­kanlık müsteşarı Münci Giz, müsteşar yardımcısı ise Mu­kadder Sezgin idi. Mukadder Bey’in ilk düşündüğü etkinlik, ünlü bestecimiz Ahmet Adnan Saygun’nun kendisi kadar ün­lü Yunus Emre Oratoryosu’nun plak haline getirilmesi ve dün­yaya dağıtılması idi. Ancak Adnan Bey, böyle bir vesile ile hatırlanmaktan çok memnun olduğunu, ancak o eserin telif haklarının Almanya’daki bir yayıncı kuruluşuna satıldığını, onlardan izin almanın zorluğu dolayısıyla pek umutlu olmadı­ğını beyan etmişti.

Anadolu ozanı, Batı’yla buluşuyor Kapağında Ozan Sağdıç’ın Tuzgölü civarında çektiği bir hasat dönüşü fotoğrafının kullanıldığı plağı (altta), Ayla Algan seslendirmişti (üstte).

Bu durumda yapılacak iş, yeni bir prodüksiyona gitmekti. Acaba Yunus Emre’nin şiirle­rinden uygun ölçüde seçki ya­pılsa; bunların İngilizce, Fran­sızca ve Almanca gibi dünyaca yaygın dillere yapılmış çeviri­leri, yine Yunus Emre’nin aşık tarzı söyleyişine benzer bir bi­çimde, bir saz eşliğinde, popü­ler bir ses sanatçısına söyleti­lebilir miydi?

O günlerde Ajda Pekkan pek gözde bir isimdi. O veya ona benzer bir başkası bu işin üstesinden gelebilir miydi? Tabii bu noktada, işi erbabı­na sormak gerekiyordu. Anka­ra Radyosu müzik yayınların­da prodüktör olmakla birlik­te, popüler müzik dünyamızda hemen herkesi çok iyi tanıyan, birkaç organizasyona da imza atmış olan Erkan Özerman’a danışmakta yarar vardı. Mu­kadder Bey’in bu sorusunu, Özerman 1 gün bile geçmeden yanıtladı. Bunu yapabilecek isim Ayla Algan’dı. Kanımca da bu doğru bir seçimdi.

Ayla Algan o güne kadar gazino sahnelerinde görülme­mişti. Bertolt Brecht’in kaba­re oyunlarında çok iyi per­formans göstermiş bir tiyat­ro oyuncusuydu. Sözkonusu yabancı dilleri bilir ve düzgün telaffuz ederdi. Peki kendisine bağlama ile kim eşlik edecekti? Halk müziğini kitabını yazacak kadar iyi bilen, beste yapma yeteneğine de sahip, tezenesi kendine özgü bir sanatçı Cemil Demirsipahi bu iş için biçilmiş kaftandı.

Herkes işinin ehli Sağdıç’ın kayıt stüdyosundaki kumanda odasının camının arkasında fotoğrafladığı Ayla Algan (üstte)… Albüm için halk müziği konusunda zengin bir kültüre sahip Cemil Demirsipahi ortaya çıkan her parçaya uygun ezgiyi buluyordu (altta).

Kadro böylece belirlendik­ten sonra, hemen faaliyete ge­çilmişti. Parçalar hazırlanacak, olgunlaştığına kanaat getiril­diğinde kayıtları yapılacaktı. Hedef, kısaca LP olarak anılan uzunçalar bir plak üretmek­ti. Bu evrede ben de devreye girmekteydim. Zira bu plağın albümünü hazırlama işi de ba­na düşüyordu. Mazrufun zarfı da içeriğine denk bir değerde olmalıydı. Bu düşünceyle faa­liyeti yakından izlemeliydim. Meşrutiyet Caddesi’ndeki bir apartman dairesinde Turgut Özakman’ın bir kayıt stüdyosu vardı. Çalışmalar orada gerçek­leştiriliyordu.

İngilizce çeviriler, ilk Kül­tür Bakanımız olup, o günlerde görevini sürdürmekte olan Ta­lat Halman’a aitti. Acilen yapıl­ması gereken Fransızca çeviri­leri, şair Tahsin Saraç ile müs­teşar yardımcısı Mukadder Sezgin ortaklaşa üstlenecekler­di. İkisi de Sorbonne Üniversi­tesi eğitimi görmüş kişiydiler. Çeviri çalışmalarını, daha önce sözü geçen ses kayıt stüdyo­sunda yapmaktaydılar. Ben de canlı yayın gibi onları izlemek­teydim. Ortaya çıkan her çevi­rinin anında uygulaması yapılı­yordu. Aksayan bir yer olursa hemen düzeltiliyordu. Bütün çalışmalar gece-gündüz sürdü­rülmekteydi.

Çeviriler taze taze stüdyoya giriyor Şair Tahsin Saraç ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mukadder Sezgin seçtikleri şiirleri Fransızcaya tercüme ediyorlar. Ayla Algan da taze taze zihnine yerleştirmeye çalışıyor (üstte); ardından da hemen stüdyoya geçip aksayan bir yer var mı diye çevirinin uygulamasını yapıyor (altta).

İşin kötü yanı, tam da o sı­rada ülkece bir sıkıyönetim süreci vardı. Belli bir saatten sonra sokağa çıkma yasağı var­dı. Faaliyet uzarsa, orada saba­ha kadar kalmaya mahkumduk. Herkes evine çekilmiş, sokak­larda in-cin top oynarken, ça­lışılan stüdyonun salonundaki ışıklar yanıyor, saz- söz sesle­ri de ister istemez dışarıya bir miktar sızıyormuş. Bir gece komşulardan biri “Bu dairede vur patlasın, çal oynasın alem yapılıyor” diye ihbarda bulun­muş. Polisler baskına gelmiş­lerdi. Onlara alem değil, devlet işi yapıldığı anlatıldı. İkna olup gitmişlerdi.

İstanbul’da birkaç fir­ma, çok eski bir tarihten beri “taşplak” dediğiniz 78 devir­li gramofon plaklarını basabi­liyordu. O tarihte 45’likler de çoktan basılır duruma gelmiş­ti. Ancak henüz uzunçalar (LP) baskısı yapılamıyordu. Kaydı hazırlanmış plağın baskısı Ma­caristan’da yaptırtılacak, kapak albümü ise Türkiye’de hazırla­nacaktı.

Kısa zamanda albüm içeriği olan fotoğrafları ve yazıları to­parladım, sayfa düzenini halle­tim. Özellikle kapak için seçti­ğim, akşam vakti güneş batma­ya yakınken Tuzgölü civarında çekmiş olduğum buram buram Anadolu kokan hasat dönüşü fotoğrafı çok beğenilmişti. An­kara’da güven duyduğumuz bir basımevinde baskı işini de ger­çekleştirmiş olduk.