En başta karabiber, karanfil, tarçın ve muskat… Baharat çeşitleri, sadece sofralara tat katmadı, statü sembolü ve şifa kaynağı olarak dünya tarihinin akışına tuz biber oldu. Kah gemilerde veba taşıdılar kah kervanlarla İslâmiyet’i yaydılar.
Bugün aktara gidip 100 gram tane karabiber almak ne kolay, değil mi? “Uçan yılanlar, vahşi yarasa benzeri yaratıklar ve etle beslenen dev kuşlar…” ile savaşmanız gerekmiyor. Herodot’a göre baharata ulaşmak için yola çıkan bir tüccarsanız, katlanmanız gereken tehlikeler büyüktü. Mesela tarçın benzeri sinamekiye (cassia) ulaşmak için öküz derisinden, yalnız gözleri açıkta bırakacak şekilde kalın elbiseler giyerek kanatlı yaratıkların saldırısından kendinizi korumaya çalışacaktınız. Theophrastus, MÖ 4. yüzyılda daha da fantastik öyküler aktardı tarçınla ilgili. 500 yıl sonra Pliny, baharat kullanımında aşırıya kaçan Romalı zenginleri, “Bu hurafeler mallarının fiyatını arttırmak isteyen Arapların uydurmasıdır” diye uyarmaya çabaladı ama nafile. Baharatın tadı bir kere alınmıştı artık.
Peki baharata olan aşkımızın nedeni nedir? Akla öncelikle gastronomik açıdan binbir farklı lezzet yaratmaya olan katkıları geliyor elbette. Ayrıca uzak diyarlardan, tehlikeli yollardan geçip gelen egzotik ürünler, zengin sofralarında statü sembolü olarak da işlev gördü. Ancak tadlarının yanı sıra mistik anlamları ve daha da önemlisi modern tıbbın olmadığı zamanlarda baharatın tıbbi kullanımı da ticari değerlerinin artmasında önemli bir etkendi.
Avrupa uluslarının ticari rekabeti, çekişmeleri sonucunda yeni ticaret yollarının keşfi ve sömürgeleşme ile köle ticaretini körüklemesi yoluyla baharat uzun zaman dünya ekonomisini, kıtaların nüfus yapısını ve coğrafyanın da çehresini değiştirdi. Çağlar boyu Batı ile Doğu arasında güç ve varlık dengesi ile medeniyetler çatışmasının büyük bölümüne keskin bir baharat kokusu sinmiştir.
Görece az yer tutan, pahada ağır ve pirinç ve kumaş gibi başka mallarla kolayca değiş-tokuş edilebilen değerli meta baharat uzun süre kökenine dair gizemini korudu. İlk başlarda, yolculuğu sırasında çok el değiştirdiği için başlangıç noktasındaki fiyatının neredeyse 10 ila 40 katına kadar değerleniyor, bu sırada da kökeni giderek görünmez oluyordu. Sonraları, Roma döneminde dolaysız ticaret yollarının keşfi ile temini kolaylaştı. Ancak ticaret hâlâ çok zahmetli olduğu için pahalı olmaya devam etti.
Baharat ticaretinde en gözde çeşitlerin başında karabiber geliyordu. Peşinden karanfil, tarçın ve bugün bizim mutfağımızda az kullanılan küçük hindistan cevizi (muskat). Başka birçok baharat alınıp satılmış olsa da bunlar, ticaretin büyük bölümünü oluşturuyorlardı. En kalitelisi Hindistan’dan gelen karabiberin Ortadoğu’da MÖ 2000’lerde bile ticareti yapılıyordu. Baharat yolu ile karadan kervanlar, denizden ise Basra Körfezi ve Kızıldeniz üzerinden dünyaya yayılan karabiberin Akdeniz’e dek olan dağıtımı, Hintli ve Arap tüccarların elindeydi. Fenikeliler ise Büyük İskender, Sur şehrini yakıp yıkıp Nil’in ağzına kendi depolarını kurana dek bu ticaretin son aşamalarında söz sahibiydiler. Romalılar, Yunanlı Hippalus sayesinde muson rüzgarlarının sırrını Araplardan öğrenince, gemilerini doğrudan Hindistan’a göndermeye başladılar. Bu da Roma mutfağında biber tüketiminin artmasına neden oldu.
Roma’nın çöküşünden sonra ticaret yolları Hintli ve Arapların eline geçince, Avrupa, çok sevdiği baharata çok pahalıya ulaşmaya başladı. 16. yüzyılın ortalarında Antwerp’teki karabiber fiyatı Avrupa ekonomisinin barometresi gibi işlev gördü. Yükte hafif pahada ağır dedikleri bu olsa gerek. Uzunca bir süre dünya ekonomisi aslında baharat ticareti ile şekillendi desek yanlış olmaz.
Baharat ticaretinin en önemli etkisi 750 yılından sonra İslâmiyet’in yaygınlaşması üzerinde oldu. Baharat ticaretini uzun süre ellerinde tutan Araplar iş gördükleri limanlardaki bölgelerini hızla Müslümanlaştırdılar. Diğer taraftan Araplar, Çin’in Kanton limanına kadar gidip geliyorlardı. Bu dönem Sinbad’ın masallarında anlatılan, Arap tüccarlarının yol öykülerinden derlenen maceralarla doludur.
İslâmiyet’in yükselişi limanlar arası ortak bir zemin oluşturarak ticareti kolaylaştırmış olsa da, Avrupa’nın Hint Okyanusu’ndaki baharat ticaretinden kopuk kalmasına yol açtı. Bu dönemde Osmanlı Devleti, özellikle de Mısır’ı ele geçirdikten sonra Venediklilerle yaptığı işbirliği neticesinde dünya baharat ticaretinin anahtarını elinde tutuyordu. 15. yüzyılda baharat ticaretinin yüzde 80’i Müslümanların kontrolü altındaydı. Müslümanların distribütörü konumundaki Venedikliler bu işin kaymağını yiyorlardı. Bir yılda ellerinden 500 ton baharat geçiyordu ve bunun yüzde 60’ı karabiberdi.
Doğu’nun coğrafi yakınlıktan kaynak bulan baharat tekeli, Batı’nın önce ticaret yollarını ve sonra da baharat üretimiyle dağıtımını ele geçirmesiyle son buldu ve bundan sonrası da vahşi bir ticarete sahne oldu. 1756’da Voltaire’in dediği gibi, “1500 yılından sonra Kalkita’da tek bir biber tanesi yoktur ki kan ile rengi kırmızıya boyanmamış olsun.”
Savaşlar, denizlerde kaybolan denizciler, yakılan yıkılan adalar, sömürgeci kamçısı altında inleyen, tüm erkekleri öldürülen kavimler, hastalıktan kırılan milyonlar… Başka hangi yiyecek dünya tarihini böylesine derinden etkileyebilmiştir acaba?
BALLI-BAHARATLI KEK (HONİGKUCHEN)
220 gr bal
65 gr tereyağı
100 gr toz şeker
2 yemek kaşığı süt
1 fiske tuz
Bunları tencere içinde kısık ateşte yavaşça karıştırılarak eritilir, kaynamadan ateşten alınır ve soğutulur. İçine,
1 adet limon kabuğu rendesi
1/4 çay kaşığı dövülmüş kakule
1/2 çay kaşığı dövülmüş karanfil
1 çay kaşığı tarçın 250 gr un
25 gr kakao
3 çay kaşığı kabartma tozu
65 gr kuru üzüm
65 gr iri parçalanmış badem
65 gr portakal ve limon kabuğu şekerlemesi
yavaş yavaş çırpılmaya devam edilerek eklenir. Fırın tepsisine pişirme kağıdı konarak yerleştirilir. 180 derece fırında 10-15 dakika pişirilir. Soğuduktan sonra üzerine eritilmiş çikolata sürülüp, katılaşması beklenir. Küçük karelere kesilerek servis edilir. Afiyet olsun!