Haccın İslâm’a göre farz olmasının 1390. yılında, Covid-19 salgını nedeniyle bu sene de Suudi Arabistan dışındaki ülkelerden hacı kabul edilmeyecek. 1911’de Osmanlı yönetimi sırasında Kâbe’nin kapısında çekilip dağıtılan bir fotoğraf büyük mesele çıkarmış; Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Osmanlı yöneticilerini İstanbul’a şikayet ederek görevden aldırmıştı. Bugün ise Kâbe yapısı, gökdelenlerin ortasında adeta bir nokta halinde.
İslâm’ın 5 şartından biri olan hac farizası, Müslümanların Mekke’de buluşup belirli bir zaman içinde (Hicri tarihle Zilhicce ayının 10. günü başlayan Kurban Bayramı’nın arefe günü ile bayram günlerinde) yerine getirdikleri ibadettir. İslâm’ın kıblesi olan Kâbe’nin, namaz gibi haccın da merkezi olması sebebiyle Müslümanlar için kudsiyeti tartışılmaz. Bu bakımdan Müslümanlar için Kâbe’yi gidip görmek, gitmek mümkün olmazsa resim ve fotoğraflarıyla bilmek arzusu her devirde mevcut olmuştur.
İslâm tarihi boyunca hastalıklar, salgınlar, siyasi olaylar, felaketler, yol güvenliğinin olmaması ve ekonomik krizler gibi sebeplerle, bugüne değin 40 hac mevsiminde hac ibadeti yapılamamıştır. Dünyayı sarsan Covid-19 salgını sebebiyle geçen sene hac için Mekke’ye dışarıdan hacı gelmesi yasaklanmış sadece Suudi Arabistan vatandaşlarından 10 bin kişiye hac izni verilmişti. Bu sene için de Suudi Arabistan tarafından ülke haricinde hacı adayı kabul edilmeyeceği; kendi ülkelerindeki vatandaşlarından Covid-19 aşısı olmuş 18-65 yaş aralığında bulunan 60 bin kişinin hac yapmasına izin verileceği açıklandı. Belli ki önceki yıllarda dünyanın her tarafından 2-3 milyon Müslümanın buluştuğu Mekke’de bu sene de sönük ve coşkusuz bir hac dönemi yaşanacak.
Mekke ve Kâbe -Müslümanlar için bu derece mukaddes bir belde olması hasebiyle- tarih boyunca uzak memleketlerdeki Müslümanlarca bir resminin veya motifinin duvarlardaki halı veya seccadelere nakşedilmesi suretiyle günlük yaşantının bir parçası haline getirilmiştir. Bu durum 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra fotoğrafçılığın gelişmesiyle, Kâbe fotoğraflarının kullanımıyla daha yaygın bir hâl almıştır.
Kâbe fotoğraflarının daha önceden çekilip basıldığı bilinmesine rağmen, 1911’de çekilen bir fotoğraf Mekke’de bir krize yol açmış, şikayetler neticesinde, bunun çekilmesinden sorumlu tutulan vali vekili ve onunla birlikte karede yer alan idareciler görevden alınmıştı.
Esasında Kâbe fotoğraflarının 2. Abdülhamid döneminde 1880’den itibaren çekilmeye başlandığı bilinmektedir. 2. Abdülhamid’in görevlendirmesiyle çekilen ve sonradan kendi adıyla anılan albümdeki 40 bine yakın fotoğraf içinde yer alan Kâbe, Mekke ve Medine görüntülerinin bir kısmı aynı dönemde basılarak dağıtılmıştır. Ancak sözkonusu krize yolaçan fotoğraf Kâbe’yi oldukça yakın plandan görmekte; yapının kapısını, önündeki kalabalığı ve poz veren Osmanlı yetkililerini de kadraja almaktadır. Fotoğraf krizi şöyle gelişmiştir:
Sultan 2. Mahmud’la birlikte padişahların doğumgünlerinin merasimlerle kutlanması geleneği başlamış ve bu durum sonraki padişahlar döneminde de devam etmiştir. “Veladet-i hümayun-ı şahane” adı verilen padişahların doğumgününün kutlanması, sultanın doğduğu günün miladi tarihe değil, hicri tarihe göre denk geldiği günde yapılmıştır. Yani her sene sabit bir günde kutlama yapılmamış, tıpkı dinî bayramlar gibi miladi tarihle her sene 11 gün geriye gidilmiştir.
Sultan Reşad’ın doğumgünü olan Şevval ayının 21. gününe denk gelen 15 Ekim 1911 Pazar, bütün Osmanlı vilayetlerindeki gibi Hicaz vilayetinin merkezi Mekke şehrinde de resmî törenlerle kutlanmıştı. İşte bu tören sırasında Mekke’de bulunan vali vekilinin çektirdiği bir fotoğraf, usul ve edep yönünden uygunsuz görülerek tepki çekmiş ve Mekke Emiri’nin doğrudan doğruya Sadaret’e yazmış olduğu bir yazıyla İstanbul’a şikayet edilmişti.
Mekke’de bulunan Osmanlı bürokratları, başta vali olmak üzere, Mekke emiri ve diğer ileri gelen idareciler, yaz aylarının tahammül edilmez sıcağından dolayı bu dönemi geçirmek için havası daha mutedil, serin ve hoş olan Mekke’nin sayfiyesi Taif’e göçerdi. 1911 yazında da Hicaz Valisi Ebubekir Hazım Bey ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Taif’te bulunmaları sebebiyle, vali tarafından Mekke’de vekil olarak Vilayet Maarif Müdürü Halil Bey bırakılmıştı. Padişahın doğum günü olan 15 Ekim 1911’de, Maarif Müdürü Halil Bey her sene yapılan mutad kutlama merasimini icra ettirmiş; bu arada Kabe kapısının önünde padişaha dualar edilmişti. Halil Bey de bu dua merasimini bir fotoğrafçı ile ebedileştirmek istemişti. İşte bu fotoğraf ciddi bir krize yol açmış ve bu kriz Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in doğrudan Sadaret’e gönderdiği şikayet yazısıyla başkente taşınmıştı.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin 23 Ekim 1911 tarihli şikayet yazısında, Müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin belirli bazı mübarek günlerle, padişahın doğum ve cülûs (tahta çıkış) günlerinde açılarak, Müslümanların imamı ve halifesi olan padişah hazretlerine dualar edildiğini söylemiştir. Yazıda Maarif Müdürü Halil Bey’in, tören yapılıp duada bulunulduktan sonra Kâbe kapıları açık olduğu halde edebe aykırı şekilde mekanın fotoğrafını çektirdiği belirtilmiş; bu fotoğraflardan bir adeti de takdim edilen yazıya iliştirilmiştir.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bütün ahalinin ve özellikle o gün orada bulunan, hac için Mekke’ye gelmiş olan 60 binden fazla muhtelif milletlere mensup hacı adayının üzerinde meydana getireceği kötü etkinin izalesi için; çekilen resimde bulunanlardan Mekke Emareti kaymakamıyla, Naibü’l-Harem muavini ve Mekke Mahkeme-i Şeriyye Naibi vekilini derhal azletmişti. Ayrıca Kâbe önünde çekilen bu fotoğraflar toplattırılmış, fotoğraf camları da imha edilmişti. Şerif Hüseyin kendi yetkisi dahilinde bulunan kişileri azletmekle yetinmemiş, fotoğraf çekilmesine sebep olan vali vekili Halil Bey’in de görevden alınarak, Meşrutiyet idaresinin de kesinlikle kabul edemeyeceği aşikar olan bu duruma bir daha meydan verilmemesi ve gereğinin yerine getirilmesini sadaret makamına arzetmişti (BOA.DH.SYS.32-3-9).
Şerif Hüseyin’in şikayeti ve vali vekilinin azil talebi İstanbul’da beklediği etkiyi gösterdi. Hicaz vilayeti Maarif Müdürü Halil Bey 11 Aralık 1911’de valilik vekaletinden azledildi. Hicaz valisine gönderilen bir yazıyla, Kâbe’de fotoğraf çektirmeye cüret eden vali vekilinin hareketi tasvib edilemeyeceğinden derhal görevden alınması ve bu gibi uygunsuz hadiselerin tekrarına bir daha meydan verilmemesi hususunda ikazda bulunuldu (BOA.DH.SYS.32-3-7).
Kâbe’nin kudsiyetine riayet ve ihtiram gösterilmesine dair Osmanlı döneminde çok hassas davranıldığı belgelerle sabittir. Mekke ve Kâbe resimlerinin ticari amaçla kullanılmaması, Kâbe’yi örtecek şekilde yakın çevresinde yüksek bina yapılmamasına dair emirler çıkarılmıştır. 1588 tarihli bir belgede Kabe’ye yukarıdan bakan şehnişinlerin (cumbaların) edebe aykırı olduğundan yıkılması (BOA. Mühimme Defteri 64, hüküm 45); Harem-i Şerif dışında Kâbe’den daha yüksek evler yapılıp, geceleri çatı katlarında yatıp ibadet eden Müslümanları rahatsız edici görüntülere sebep olan evlerin de yıktırılması için Mekke kadısına emirler yazılmıştı (BOA. Mühimme Defteri 26, hüküm 696) .
Fotoğrafçılığın yaygınlaşarak Mekke, Medine ve Kâbe görüntülerinin çekildiği 2. Abdülhamid döneminde, bunların çoğaltılarak vilayetlerde bulunan okullarda asılmak üzere gönderildiği bilinmektedir (BOA.MF.MKT.704/17). Bununla birlikte Kâbe’nin resim ve fotoğraflarının ürün ve eşyaların kutu ve ambalajları üzerinde bulunması, reklam ve pazarlama malzemesi olarak kullanılması da uygun görülmemiştir (BOA.MV.163/90).
Mekke ve Kabe’nin reklam ve tanıtım malzemesi yapı¬larak ticari kazanç amacıyla istismar edici şekilde kulla¬nılmasının yasaklanması; bu kutsal mekanların sıradanlaş¬tırılmasının, saygı ve ihtiram hususunda gereken özenin gösterilmemesinin önüne geç¬mek adına doğru bir uygula¬madır. Yine aynı şekilde bugün Kâbe’yi neredeyse tamamen örten, görünmez hâle getiren yapılaşmaya da keşke Osman¬lı döneminde olduğu gibi ya¬saklama getirilseydi. Aynı an¬da milyonlarla hacı adayının misafir edildiği Mekke’de bina sayısının ihtiyaçtan dolayı art¬ması doğaldır. Ancak bu bina¬ların Kâbe’yi boğacak şekilde yanıbaşında yapılması gerekir miydi? Kabe-i Muazzama ve etrafını kuşatan Harem-i Şe¬rif alanını çevreleyen binalar-da yükseklik sınırı getirilme¬si, belli bir mesafeden sonra yüksek binalara izin verilme¬siyle, hem Kabe’nin ferah bir alana sahip olması, hem de bu kutsal mekana asırlardan beri gösterilen saygı ve ihtiramın devam ettirilmesi adına doğru bir uygulama olurdu. Şimdiki halde Mekke’nin ve bilhassa Kabe ve çevresinin fotoğrafla¬rına bakıldığında yüksek bina¬lar arasında adeta bir nokta gi¬bi kalan Kabe-i Muazzama’nın maruz kaldığı şu durumdan rahatsız olmamak elde değil.
1610-1892-1912 TARİHLİ BELGELER
Halı, seccade ve diğer eşyalara Kâbe’nin nakşedilmesi yasaklanmıştı
Kâbe gibi Müslümanların kutsal mekanların resim ve fotoğrafları, zaman zaman tanıtım ve reklam için eşya ve çeşitli ürünler üzerinde kullanılmıştı. Bilhassa Avrupalı girişimci tüccarlar, Müslümanların yaşadıkları coğrafyada pazarlayacakları ürünlerin üzerine Mekke ve Kâbe resimleri koyarak bu kutsal mekanları ticari kazanç uğruna istismar etmişlerdi.
Osmanlı döneminde kutsal mekanların eşya üzerinde nakşedilip satılmasının yasaklanmasına dair ilk emir 1610 tarihli belgede görülmektedir. Bu belgede Kütahya’da işlenen halı ve seccadelere Kâbe resmi nakşedilip ayetler yazıldığı ve ecnebilere de satılan bu gibi halı ve seccadelerin ayak altında çiğnendiğinden Şeyhülislamın fetvası gereği, dokunan halı ve seccadelere Kâbe’nin nakşedilmemesi, ayet yazılmaması emredilmişti (BOA.Mühimme Defteri 79, Hüküm 364).
Sultan 2. Abdülhamid döneminde padişahın fotoğrafa olan merakı sebebiyle, bizzat görevlendirdiği fotoğrafçılarla Kâbe’nin fotoğraflarını çektirdiği gibi başka kişilerin de fotoğraf çekmesine müsaade etmişti. Ancak bu fotoğrafların ehliyetsiz ve özensiz ellerde gereken ihtiram ve saygı gösterilmeyerek ticari eşya ve malzeme üzerine basılmasına Sultan Abdülhamid de izin vermemişti. 17 Mart 1892 tarihli belgede, Kâbe’nin ve Medine’deki peygamberin kabrinin fotoğrafları ve üzerinde ayet yazılı resimlerin bazı satıcılar elinde görüldüğü; bu gibi ayet, hadis ile mübarek mahallerin resimlerinin bu şekilde şunun-bunun elinde satılması caiz görülmediğinden satışının yasaklanması; hangi fotoğrafhanede yapılmış ise camlarının da imha edilmesi Zaptiye Nezareti’ne emredilmişti (BOA.DH.MKT.1933/80).
20. yüzyıl başında bilhassa İstanbul’daki mağazalarda satılan muhtelif eşya ve ürün üzerinde Kâbe ve Mekke resimlerinin bulunduğu görülmüştü. Bunlar arasında Bahçekapı’daki bir mağazada lavanta koku şişelerinin üzerinde yapıştırılan Kâbe resimli etiketler; üzerinde Allah’ın ve peygamberin isimlerinin, Kâbe ve diğer kutsal mekanların resimlerinin bulunduğu Avrupa’dan gelen kartpostallar; üzerinde yine Mekke ve Kâbe’nin fotoğraflarının bulunduğu kınakına şurup şişesi; Avrupa’dan gelip Beyrut üzerinden dağıtılan, üzerindeki camlı delikten bakıldığında içerisinde Mekke’nin fotoğrafının görüldüğü yüzükler piyasada satılmaktaydı (BOA. BEO.2555/191590).
Kutsal yerlerin resimlerini üzerinde barındıran eşyanın yurtdışından getirilip satılmasını yasaklayan bir kanun olmadığından, adli ve mülki makamlarca bu hususta ne yapılacağına karar verilememekteydi. Bunun üzerine, kınakına şurubunun tanıtımını yapan bir broşürde Kâbe fotoğrafının kullanılmasından hareketle, bu tür hâllerde alınacak tedbirler ve bunların Osmanlı memleketine ithalinin yasaklanması dair Meclis-i Vükela’ca (Bakanlar Kurulu) bir karar çıkarıldı. 17 Nisan 1912’de çıkan kararda şöyle denmekteydi:
“Kınakınanın tarifini gösteren ve baş tarafında Kâbe-i Muazzama’nın resmi bulunan ilan gönderilmiş olup sıradan tıbbi ilaç ve karışım tariflerine varıncaya kadar basılarak neşredilmesi hürmet ve saygıya aykırı olduğu gibi bunun İslâm alemine karşı uyandıracağı kötü etkileri sebebiyle, Osmanlı memleketine ve bilhassa Hicaz bölgesine ithalinin yasaklanması gerekli olduğundan bahisle bazı ifadeyi havi Mekke-i Mükerreme Emareti’nden alınan tahrirat üzerine Meclis-i Vükelaca görüşülerek karar verildi: Kâbe-i Muazzama’nın resmini içeren bu gibi matbu ilan kağıtlarının basılmasının ve Osmanlı memleketine ithalinin yasaklanması hususunda gerekli olan muamelenin yerine getirilmesi için Maliye, Dahiliye ve Posta Telgraf Nezaretlerine tebliğine karar verilmiştir” (BOA.MV.163/90).