Osmanlı döneminde bitmek tükenmek bilmeyen isyanlardan bir kısmı, dolaysız şekilde sultanları ve yönetim kademesini de hedef almıştı. Padişahların, vezirlerin katline kadar uzanan bu darbelerin motor gücü genellikle yeniçeriler, “üst akıllar”ı ise devlet içindeki çeşitli “paralel” güç odakları idi.
Binlerce yıllık insanlık tarihinde, oy ve sandık enstrümanının çok ince bir zaman dilimine tesadüf ettiğinin farkına varamıyoruz. Oysa bu kısa demokrasi döneminden önce, büyük boyutlu ekonomik-toplumsal sıkıntıların ardından gerekli görülen yönetim ve sistem değişiklikleri pek kan dökülmeden gerçekleşemiyordu. Bu durum, her yerde aynı ölçüde olmasa da Doğu-Batı demeden insanlığın ortak tarihinde çok belirgindir.
Roma, Arap, Pers, Çin, Hint uygarlıklarındaki monarşilerde olduğu gibi Osmanlılarda da gayrimemnun kitleler bazen isyan, bazen ihtilalle yönetime ortak olabilirler, bazen tek başlarına sahiplenirler veya tamamen dışlanabilirlerdi. Yaygın olan kardeşlerarası saltanat kavgaları, II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim arasında olduğu gibi baba-oğul arasında da gerçekleşebiliyordu. Şeyh Bedreddin, Şahkulu, Vehhabi, Yemen isyanları gibi dinî-ruhani niteliği öne çıkan isyanlar seyrektir. İsyan tarihimiz daha çok iktisadi ve sosyal baskıların tetiklediği hadiselerle doludur. Celalî genel adlı isyanlar ile Pazvantoğlu, Tepedelenli, Kavalalı, Menemencioğlu, Tuzcuoğlu, Bedirhan isyanları gibi örneklerde bölgesel özellikler, kendine daha özerk bir saha yaratmayı amaçlayan eğilimler görülür. Doğrudan doğruya sistem hedef alınmaz. İlginç olan husus, çok az ihtilal veya darbede hanedan değişikliğinin düşünülmesidir. Bu kalkışmalar sonucu ölen/öldürülen padişahlar olmuşsa da yerlerine oğul veya kardeşleri geçirilir. Bu derlememizde, isyan şeklinde başlayan ve daha ziyade padişah ve yüksek rütbeli devlet adamlarını hedef alan girişimleri ana hatlarıyla sunuyoruz.
1445 – BUÇUKTEPE İSYANI
Yeniçeri ilk kez ayaklandı, maaşa buçuk akçe zam aldı
II. Murad 23 yıl saltanat sürdükten sonra 1444’de tahtını 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed’e (Fatih) bırakarak Manisa’ya çekilmişti. Başkent Edirne’de tahta çıkan II. Mehmed namına kesilen akçelerin gümüş miktarı, II. Murad akçelerine göre eksikti. Bu durum piyasada buhrana sebep oldu. Doğal olarak gelirleri azalan yeniçeriler de iktisadi sıkıntıya düştüler. O sırada Edirne’de meydana gelen büyük bir yangın durumu daha da zorlaştırdı. Evleri ve çarşıları ile büyük ölçüde tahrip olan Edirne’nin karmaşasından istifade eden yeniçeriler, Vezir Şihabüddin Paşa’nın konağını yağmalayarak Edirne dışına çekildiler. İsyandan vazgeçirilmek için maaşlarına “buçuk akçe” zam yapıldı. Sonradan yeniçerilerin toplandığı o bölgeye Buçuktepe adı verildi. II. Mehmed’in tahtı babasına terk etmesini telkin eden bazı paşaların isteğiyle, II. Murad 1445’te ikinci defa tahta çıktı. Tarihimizdeki ilk yeniçeri isyanı böylelikle hükümdar değişikliğiyle sonuçlandı.
1589 – BEYLERBEYİ OLAYI
Akçenin değeri düştü, yeniçeri kışladan çıktı
Sultan III. Murad devrine kadar çeşitli bahanelerle isyan eden ve istekleri yerine getirilip yatıştırılan yeniçerilerin “kelle isterüz” talebiyle padişahların karşısına çıktıkları ilk isyan 1589 yılında gerçekleşmiş ve “Beylerbeyi Vakası” olarak adlandırılmıştır. Amerika’nın keşfiyle altın ve gümüşün bollaşmasının ardından askerî ve mülki harcamaların giderek artması ekonomide enflasyon baskısını tetiklemişti. Bu sıralarda yapılan “sikke tağşişi” tabir edilen işlemle akçenin değeri bir anda %50 düşürüldü. 100 dirhem gümüşten 500 akçe kesilirken 800 akçe kesildi. Halkın ve karaborsacıların da bu akçelerin kenarlarından kırparak değerini daha da düşürmeleri akçenin alım gücünü iyice azalttı. Ulufesi 10 altın olan bir yeniçeri aslında 5 altın almaya başladı.
Maddi zorluklar ve piyasanın baskısıyla Topkapı Sarayı’na dolan yeniçeriler sorumlu olarak gördükleri Beylerbeyi Mehmed Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendi’nin kendilerine verilmesini dayattılar, “verilmezlerse başka padişah buluruz” tehdidini de savurdular. III. Murad sözünün dinlenmediğini görünce içoğlanları, bostancılar ve baltacıların silahlarını ellerine alıp karşı koymalarını emretmeye kalktı. Vezirler padişahı fikrinden caydırıp istedikleri adamları teslim ettirdi. Hemen oracıkta başları kesilen bu devlet adamlarından sonra yeniçeriler, 1826’da ortadan kaldırılıncaya kadar her olumsuzlukta istedikleri devlet adamının kellesini almayı başardılar.
1603 – ZORBA İSYANI
Türkmen sipahilere karşı devlet-yeniçeri ittifakı
Osmanlı ordusunda yaya “yeniçeri” birlikleri devşirme, atlı “sipahi” birlikleri genellikle Türkmen grupların hâkimiyetindedir. 1603’e gelindiğinde Anadolu’da Celâlilerin sindirilmesi uğruna devşirmelerin yaptıkları zulüm üzerine, mazul Şeyhülislam Sunullah Efendi’nin teşvikiyle sipahiler ayaklandı. Zulmün sorumluları olarak görülen Kapıağası Gazanfer Ağa ile Darüssaade Ağası Osman Ağa’yı idam ettiklerinde ortalık yatıştı. Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa, Belgrat’ta iken bu ayaklanmanın kendini hedef aldığını bildiğinden İstanbul’a acilen dönerek duruma hâkim oldu ve isyanın kaderi değişti. Sipahilerin Celâlilerle işbirliği yaptıkları iddiasıyla, devlet yeniçerilerle ittifak etti. Kanlı katliamlar sonucu sipahiler zayıf düştü ve ortalık tekrar yeniçerilere kaldı. Sonraki yıllarda sıklıkla görülecek yeniçeri-sipahi kavgasının temeli bu isyanda atıldı. “Zorba” olarak adlandırılmak da sipahilerin üzerine yapıştı.
1622 – II. OSMAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ
‘Paralel ordu’ deyince Yedikule’de boğuldu
I. Ahmed’in 1617’deki ölümüyle veliaht şehzade olan 12 yaşındaki Osman yerine, amcası I. Mustafa tahta çıkarıldı. Akıl hastalığı yüzünden üç ay sonra tahttan indirilince saltanat II. Osman’ın oldu. Yeni padişah, hakkını yediklerini düşündüğü, saltanatta veraset usulünü değiştirip en yaşlı şehzadenin tahta çıkarılması kuralını getirenlere cephe aldı. Bir yandan da yeniçeri ve sipahi ocaklarının ilga edilerek Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden bir ordu düzenlemek, bir süreliğine Kahire’yi başkent ilan edip İstanbul’dan ayrılmak gibi projeler geliştirdi.
Kısa sürede ilmiye, seyfiye, kalemiye ricali arasında düşmanı çok, bağlısı az bir hükümdar haline geldi. Hacca gitme bahanesiyle kafasındaki orduyu oluşturmaya niyetlenince, ulema ve rical-i devletin itirazları ile karşılaştı. Padişahların hacca gitmemesi yönünde verilen fetvayı da buruşturup attı. Kulları ve yöneticileriyle kendi arasında büyük bir gerginlik doğunca geri adım atsa da, ihtilalin fitili artık ateşlenmişti. Hayli karışık ve çatışmalı geçen birkaç günün ardından 1622’de tahttan indirildi ve yerine akıl hastası olan amcası I. Mustafa ikinci defa tahta geçirildi. Daha sonra kapatıldığı Yedikule zindanında feci bir şekilde öldürüldü.
1648 – SULTAN İBRAHİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ
Dayak yiyen sadrazam, saray darbeli intikam
Sekiz yıl saltanat süren Sultan İbrahim’e tamamen akıl hastası denemezse de, 23 yıl kapalı tutulduğundan dolayı bozulan psikolojisinin dengesizliği kesindir. Devrinde devletin işleyişi asker, bürokrat ve ulema eliyle yürütülmüştür. Valide Kösem Sultan’ın harem ağaları ve bazı vezirlerle kurduğu ittifak, onu bir güç odağı olarak iyice belirginleştirmişti. Saltanatının sonlarında “samur ve anber vergisi” adıyla topladığı vergilere büyük tepkiler gelince, rakip siyasi gruplar, bunları akıl eden Sadrazam Ahmed Paşa’nın azlini istedi.
Yeni sadrazam Sofu Mehmed Paşa saraya çıkarak Ahmed Paşa’nın idamını istediğinde, padişah tarafından şiddetle dövüldü. Buna rağmen yine de fetva alındı ve idam edilen Ahmed Paşa’nın cesedi Atmeydanı’na çırılçıplak bırakıldı. Şişman ve yağlı bir vücudu olduğundan “insan yağı eklem ağrılarına iyi gelir” inancıyla gelen geçenin cesetten bir parça koparmasından dolayı (Hezarpare=Bin parça) lakabıyla tarihe geçmiştir. İktidarı ele geçiren Sofu Mehmed Paşa yediği dayağın acısını unutmamış, Valide Kösem Sultan’ı da tazyik ederek Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesini ve yerine 7 yaşındaki oğlu IV. Mehmed’in geçirilmesini sağlamıştır. On gün sonra da eski padişah idam edilmiştir. Kendisinden sonraki bütün padişah ve şehzadeler İbrahim’in neslindendir.
1687- IV. MEHMED’E (AVCI) KARŞI İSYAN
Sevk ve idare kayboldu, Avcı Mehmed av oldu
1648-1687 arası otuz dokuz yılla Kanunî’den sonraki en uzun taht süresini geçiren IV. Mehmed, bir türlü vazgeçemediği avcılık yüzünden toplumu kendinden soğutmuştu. Avcılık deyip geçmemek lazım, neredeyse küçük bir ordu ile çıkılan av seferleri aylarca sürüyor, maliyetini karşılayacak gelir kaynakları gittikçe azalıyordu. Devrinde çeşitli zorluklara mâruz kalan Osmanlılar, Batı dünyasının giderek yükselen bilimsel, teknik ve iktisadi seviyesini anlamakta zorlandılar. Aradaki makas açıldıkça reform sesleri çıkaranlar hemen susturuldu.
1683’de Viyana önlerinden ricat eden ordunun perişanlığı, ekonominin zayıflığı, asayişin bozulması ile devlet bir kaos ortamına girmişti. Bu olumsuz şartlarda bile tövbe ettiği halde avcılıktan vazgeçemeyen padişah kontrolü elinden kaçırdı. 1687’de Eğri’de bulunan ordu, sevk ve idaresinde başıboş kalarak isyancılar önderliğinde İstanbul’a doğru yürüyüşe geçti. İki ayda hedefinden sapmadan İstanbul’a gelerek Ayasofya Camii’nde toplanan ulema ve vüzeranın kararıyla IV. Mehmed’i indirerek yerine kardeşi Süleyman’ı tahta çıkardı.
1703 – EDİRNE VAKASI
Şeyhülislam ve oğlu Fethullah’ın feci sonu
1683’ten itibaren 16 yıl süren korkunç bir savaşın ardından 1699 Karlofça Antlaşması ile büyük bir darbe alan Osmanlı Devleti barut fıçısı gibiydi. Sefer masraflarının yüklendiği halk perişan, ülke asayiş ihlalleri ve kargaşa içindeydi. Buna rağmen II. Mustafa Edirne’ye yerleşiyor, babası gibi sürek avları düzenliyor, kızlarına muhteşem saraylar yaptırarak israfın sınırlarını zorluyordu. Hocası olduğu için şeyhülislam yaptığı Erzurumlu Feyzullah Efendi devleti ele geçirmişti ve onun izni olmadan yaprak kıpırdamıyordu. Bütün makamlara, görevlere tayinler onun izni ile gerçekleşiyordu. Yüksek mevkilerin tamamı evlatları ve sülalesinden adamlarca işgal edilmişti. Büyük oğlu Fethullah için kendinden sonra şeyhülislam olmasını garantileyen emri bile padişahtan alabilmişti.
Osmanlı hanedanı gibi şeyhülislamlıkta da “Feyzullah Efendi Saltanatı”nın kurulmasına az kalmıştı. Adamı olduğu için sadrazamlığa getirdiği Rami Paşa gidişten rahatsız olanlarla ittifak ederek Feyzullah Efendi’ye cephe aldı. 1703’te Edirne Vakası adı verilen hareket patladı. İstanbul’da gönüllü halktan, esnaf ve ulema yanında yirmi bin askerden oluşan isyan ordusu 50 bin kişiye ulaştı. Edirne’ye doğru yola çıktığında Sultan Mustafa ordusu da 80 bin kişi ile İstanbul’a yürüyüşe geçti. İki ordu karşılaşmak üzereyken padişah ordusu isyancıların safına geçti. Böylelikle gücü kalmayan II. Mustafa’nın yerine III. Ahmed padişah oldu. Feyzullah ve Fethullah Efendiler yakalanarak işkence ile öldürüldükten sonra cesetleri Tunca nehrine atıldı.
1730 – LALE DEVRİ’Nİ BİTİREN PATRONA İSYANI
Asker, esnaf ve ulema III. Ahmed’i teslim aldı
1703’de tahta çıkan III. Ahmed, Edirne’de oturan padişahlar yüzünden uzun süredir terk edilen İstanbul’a yerleşti. İstanbul bakımsız kalmış, viraneliklerle dolmuştu. Ruslarla, Avusturyalı ve Venediklilerle de ara ara savaşlar devam etti. 1718’de Pasarofça Antlaşması ile Batı cephesi fiilen barış ortamına girdi. Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed’in hem damadı hem de sadrazamı olarak dönemin güçlü adamı oldu.
İran’da açılan cephelerde süren savaşların olumsuzlukları İstanbul’a pek yansımadan 12 yıl boyunca sanat, kültür, bilimin konuşulduğu ve “Lale Devri” adı yakıştırılan bir dönem yaşandı. Mutlu azınlık bir kitle gününü gün ederken, yoksulların durumu giderek kötüleşti. Orducu esnafının ve savaş ekonomisine endeksli ekonomik sınıfların durumu gittikçe kötüleşti. İsyan hiç beklenilmeyen bir anda patlak verdi. Eski bir tellak olduğu öne sürülen, denizci ve “patrona” rütbeli Halil ve arkadaşlarının önderliğinde gerçekleştirilen isyan, ilk başta önemsenmediğinden gittikçe büyüdü. Yeniçeri, esnaf ve ulema isyanda birlikte hareket etti. 1730’da isyan ateşi tüm İstanbul’u sardığında III. Ahmed, damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın cesedini asilere teslim etti. Daha nice devlet adamının başı da verildi. Damad İbrahim Paşa’nın cesedi yerine Manol adlı bir kürkçünün cesedi verildiği iddiasıyla isyan tekrar alevlendi. Padişaha tahtını kardeşi I. Mahmud lehine terketmesi teklif edilince hemen kabul etti. Tahttan indirildikten sonra beş yıl daha yaşadı.
1808 – III. SELİM’E KARŞI KABAKÇI İSYANI
Orduyu modernleştirdi, bedelini canıyla ödedi
Fransız İhtilali ile aynı yılda 1789’da tahta çıkan Sultan III. Selim, kendini Avusturya ve Rusya ile savaşın içinde buldu. Mağlubiyetlerle geçen üç yıldan sonra yapılan antlaşmaların ardından ülkede revizyon çalışmaları başladı. Bu revizyonun Batı tarzı modernleşmeye yönelecekti ama, nasıl bir yol izlenecekti? Öncelikle ulemaya sipariş edilen layihalarla kafalarda bir model oluşturulması düşünüldü. Önerilen yenilik faaliyetlerinin tamamı ordunun modernleşmesinden geçiyordu. İsveç elçiliği tercümanı Muradcan Tosunyan’ın (Ignatius Mouradgea D’ohsson) layıhası dikkate alındı.
1793’ten itibaren askerî ve mâli sahalarda Nizam-ı Cedid adı verilen yenileşme hareketlerine başlandı. Sürekli bir barış ortamı olsa III. Selim’in samimi çabaları bir sonuç verebilirdi ama Fransızların Mısır, İngilizlerin Akdeniz, Rusların Boğazlar ve Slav dünyası projeleri devleti rahat bırakmadı. 1807’de Kabakçı Mustafa’nın ismiyle simgeleşen bir isyan sonucunda hapsedilen Selim’in yerine IV. Mustafa tahta geçti. Yaklaşık 1 yıl sonra hareket yön değiştirse de Selim’i tekrar padişah yapmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa ve Rusçuk Yaranının gayretleri yeterli olmadı. Öldürülen Selim tahta çıkarılamadı ama IV. Mustafa yerine II. Mahmud padişah yapıldı. II. Mahmud zamanında Selim’in katilleri de idam edildi.
1876 – ABDÜLAZİZ’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ
‘Artık asker darbe yapmaz’ dendi, Abdülaziz hal’ edildi!
Sultan Abdülaziz, Batıcı ve modern II. Mahmud’un oğlu olmasına rağmen biraz alaturka görünse de Avrupa’yı ziyaret eden tek padişahtır. Batı müesseselerinin ve devrinin son teknolojisinin ülkede yaygınlaşması, donanmanın modernize edilmesinde çok gayret gösterdi. Batı müziğinde gayet güçlü bir bestekârdı. Ekonomik sıkıntıların had safhaya çıktığı, askerî başarısızlıkların da ardı ardına geldiği bir sırada seraskerlikten sadrazamlığa getirdiği Hüseyin Avni Paşa’nın liderliğini yaptığı bir darbe sonucu 1876’da tahtından indirildi ve yerine V. Murad getirildi. “Yeniçeri Ocağı kaldırıldı, modern ordu kuruldu, artık Osmanlı Ordusu padişahları hal’ etmez” denilen bir zamanda, yeniçeri devrinden daha sert bir darbeye mâruz kalınmıştı. Tahttan indirildikten dört gün sonra trajik bir şekilde hayata veda etti. Günümüzde intihar ettiğine veya öldürüldüğüne yönelik tartışmalar halen canlılığını kaybetmemiştir. Ölümünden sonra ailesi, annesi ve yakınları çok sıkıntılar çekti. İlk defa bu olayda, darbeye mâruz kalmış bir padişahın etrafında laubali askerlerle fotoğrafının çekildiğine şahit olundu. Darbeci Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa’nın konağında toplantı halinde iken Çerkes Hasan adlı tartışmalı bir kişilik tarafından öldürüldü. Darbeci bir paşa olmasına rağmen Süleymaniye Camii haziresi girişindeki görkemli mezarına defnedildi.
1859 – KULELİ OLAYI
Islahat aleyhtarı fedailer darbeyi eyleme dökemedi
1856’da ilan edilen Islahat Fermanı gayrimüslimler lehine, Müslümanlar aleyhine bir ortam yarattı. Batılılılaşma eğilimleri, Avrupa nüfuzunun Osmanlıları gittikçe baskı altına alması, bazı kesimlerde nefretle karşılanıyordu. 1859’da, hoşnut olmayan kitlelerin temsilcisi olmak adına gizli dernek kimliğiyle Türkiye’nin ilk siyasi partisi sayılan Fedailer Cemiyeti kuruldu. Süleymaniyeli Kürt Şeyh Ahmed adlı bir hocanın önderliğinde Çerkes Hüseyin Daim Paşa, Arnavut Caferdem Paşa, Didon Arif gibi asker bürokrat ve sade vatandaşlardan oluşan üyeleri bulunuyordu. Sultan Abdülmecid’i tahttan indirip yerine Abdülaziz’i padişah yapmak niyetindeydiler. Bunun için askerî bir darbe planladılar. İhbar neticesinde yakalandıklarında eyleme kalkışamamışlardı. Sorgularının ve mahkemelerinin yapılması için Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesi’ne götürüldüler. Oraya izafeten bu darbe girişiminin adı “Kuleli Vakası” olarak yerleşti. Mahkeme sonucu üyelerinden bazıları idam cezasına çarptırıldılarsa da Abdülmecid tarafından cezaları müebbede çevrildi.
1909 – II. ABDÜLHAMİD’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ
31 Mart İsyanı bastırıldı, padişah Selanik’e yollandı
Sultan Abdülhamid 1876’da Kanun-ı Esasi’yi ilan edip 1877’de meclisi açan padişah olmasına rağmen kendine yönelik darbe korkusuyla özgürlükleri kısıtladı. Yine de Ermeni teröristlerin bombalı saldırısından kıl payı ile kurtulabildi. 1908’de kendi kaldırdığı Kanun-i Esasi’yi yeniden ilan edip, kapattığı meclisi tekrar açtıysa da muhalefetle arası düzelemedi. 31 Mart İsyanı ile karşı darbe gerçekleşti ama Hareket Ordusu kontrolü sağladı. 27 Nisan 1909’da tahtından indirilen II. Abdülhamid, sürgüne gönderildiği Selanik’te Alatini Köşkü’ne kapatıldı.
1913 – BÂBI-ÂLİ BASKINI
Son Osmanlı darbesi, modern darbelerin atası
Osmanlı tarihindeki en son darbe/ihtilal olarak tarihteki yerini almıştır. Geleneksel isyan-ihtilal-darbelerin küçük çaplılarında sadrazamın, şeyhülislamın veya bazı yüksek rütbelilerin teslim edilmesiyle ortalık sakinleşirdi. Esas hedefin taht olduğu bazı girişimlerde ise padişahların canına kastedilmeye kadar gidilmiştir. Bâbı-Âli Baskını’nda ise hedef doğrudan hükümet kabinesi ve sadrazamdı, padişahla kimse ilgili değildi. Bu özelliği ile ayrılmakta olan Bâbı-Âli Baskını’nda, İttihat ve Terakki Partisi iktidarı kesin olarak eline geçirmiştir.
Enver ve Talat Beylerin liderliği ve organizasyonu ile gerçekleşen darbeyle Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürülmüş, Sadrazam Kâmil Paşa’nın kafasına silah dayayan Enver Bey zorla istifa mektubu yazdırmıştır. Ahalinin teşviki ve darbeye katılımının sağlanması için bir miktar dezenformasyon (algı operasyonu!) yapılmış ve bu durum etkili de olmuştur.