Son seçimlerde basınımızın, medyamızın pek iyi bir sınav verdiğini söyleyemeyiz. Bu durumu da şüphesiz salt siyasi gerekçelerle izah edemeyiz. İktidara yakın veya iktidar yanlısı olanlarla, muhalif olan mecralar arasında bir gazetecilik farkı ortaya çıkmamıştır.
Seçimler hakkında yorum yapan Batı medyası ise genel olarak “free but not fair” (serbest ama adil değil) kavramını kullandı ki, bu da esas olarak kampanya sürecinde devlet olanaklarının iktidar partisi için kullanılmasına ve adaylardan birinin (Demirtaş) hapiste bulunmasına işaret ediyordu.
Seçim sonuçlarına dair “kabullenememe” yaşayan kimileri de, özellikle MHP’nin tahminlerin ötesinde bir oy almasından hareketle, çeşitli usulsüzlükler yapıldığını dillendirdi ama ortaya somut bir kanıt, belge konamadı.
Şimdi önümüzde yeni bir dönem yok. Hep birlikte göğüslememiz gereken, ağır iktisadi-sosyal sonuçları olabilecek zor bir devreye giriyoruz. Seçim sonuçlarından bağımsız, şu veya bu parti politikasının ötesinde, samimi bir birlik-beraberliğe ve tüm kurumlarıyla demokrasiyi güçlendirmeye ihtiyacımız var. Seçimler başka türlü sonuçlansaydı da aynı temel meselelerin belirleyeceği bu süreçte, gazetecilere, gazeteciliğe de önemli görevler düşüyor.
Çizgisi ne olursa olsun, neredeyse tüm basının, neredeyse tamamen aktüel politikaya endekslendiği bir ülkede normalleşme olamaz. Adliye, çevre, şehir, kültür, spor, dış haber, magazin alanlarında kaliteli, orijinal medya üretimi yoksa, gazetecilik de olmaz.
Özellikle son 10 yılda Türk medyasındaki patronaj değişiklikleri ve gazeteciler üzerindeki siyasi baskı, şüphesiz gazeteciliğe önemli darbeler vurmuştur. Sadece yazıları nedeniyle hapse atılan gazeteciler sıralamasında dünya lideriyiz. Bununla birlikte Türk basınının içinde bulunduğu genel kalitesizlik, salt siyasi iktidarın tutumuyla izah edilemez. Son derece demokratik koşullarda faaliyet gösteren bir medyanın da, hâl-i hazırdaki durumdan daha yüksek bir performans göstereceğini sanmak gerçekçi değildir. Dolayısıyla yazıları nedeniyle hapiste tutulan tüm gazeteciler acilen serbest bırakılmalı; gazeteciler de bu kabul edilemez vaziyeti ve baskıları öne sürerek asli işlerini hakkıyla yapamadıkları argümanından kurtulmalıdır.
Tam 100 yıl önce, mütareke döneminin hemen öncesindeki son derece olumsuz koşullarda, Sultan Reşad’ın ölümü ve Sultan Vahideddin’in tahta çıkışı esnasında; bu tarihî hadiseye tanıklık eden Ruşen Eşref (Ünaydın) üstadın kaleme aldığı olağanüstü yazı da gazeteciliğin gücünü, umudunu yansıtıyor.