Yunan kuvvetlerinin İnönü’deki şoktan sonra tekrar ileri harekata girişmesi, esas olarak siyasi gerekçelerle alınmış bir karardı. Yunan komutanlar Anadolu’da kesin bir zafer olasılığına kuşkuyla yaklaşıyordu. 10 Temmuz 1921’de ileri harekata başlayan Yunan Ordusu, Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirecek; ancak Mustafa Kemal’in öngörülü stratejisinden dolayı Türk Ordusu’nu imha edip savaşı bitiremeyecekti.
Yunanların Anadolu’daki durumları Londra Konferansı’ndan (bkz. #tarih, sayı 80) sonra bir hayli zorlaşmıştı. Önlerinde iki seçenek duruyordu: Ya Anadolu’yu terkedecekler ya da Türk ordusunu kesin bir yenilgiye uğratacaklardı. Henüz Türk ordusunun savaş kabiliyeti konusunda iyi istihbaratları olmadığı için ikinci seçenek tercih edilmiş ve Yunan Küçük Asya Ordusu 23 Mart 1921’de Bursa’dan Eskişehir’e doğru ileri harekata geçmişti. Ancak, Yunan kuvvetleri açısından başlangıçta başarılı olan harekat Türk ordusunca İnönü’de durdurulmuş ve 31 Mart – 1 Nisan günlerinde tam bir yenilgiye dönüşmüştü (bkz. #tarih, sayı 82). Yunan Ordusu’nun Anadolu’daki bu ilk kesin yenilgisi sonrasında İtilâf Devletleri yine yoğun bir diplomatik arayışa girişirken, Yunan Genelkurmayı da yeni bir harekat hazırlığına başladı.
Büyük Britanya’nın önderliğinde başlayan diplomatik görüşmeler, İtilâf Devletleri’nin Ankara ve Atina arasında herhangi bir tercih yapmadan barışı sağlamasını hedefliyordu. Bir plan yapılacak ve iki başkente de sunulacaktı. Bir tarafın planı reddetmesi durumunda İtilâf Devletleri de nasıl bir tutum takınacaklarına yeniden karar vereceklerdi.
Londra’da hazırlanan ve Yunanların Anadolu’dan çekilmesini ama Doğu Trakya’da kalmasını öngören arabuluculuk önerisi Haziran ayında Fransa’nın onayına sunuldu. Fransızlar, arabuluculuk ve Anadolu konularında desteklerini verdiler; ancak Yunanların Doğu Trakya’dan da çekilmesini istediler. Bu son noktanın barış görüşmelerine bırakılmasına karar verildikten sonra, öneri 22 Haziran’da ilk önce Atina Hükümeti’ne verildi. Yunanistan 2 gün sonra verdiği yanıtta, almış bulunduğu askerî harekat kararından vazgeçmek niyetinde olmadığını bildirdi. Artık tarafsız kalan İtilâf Devletleri, Türk-Yunan savaşının sonucunu bekleyeceklerdi.
Yunan Genelkurmayı’nın bir defa daha ileri harekata geçerek Türk Ordusu’nu kesin bir yenilgiye uğratma kararının kolay alınmadığını söyleyebiliriz. Başkomutan Anastasios Papulas ve çevresindeki bazı kurmay subaylar, Anadolu’da kesin bir zafer olasılığına kuşkuyla bakıyorlardı. Öte yandan, savaş yanlısı hükümette birçok Bakan da Papulas’ı beğenmiyor ve onun değiştirilmesini istiyordu; fakat orduda gerçekleştirilen “kralcı temizlik”ten sonra pek bir seçenekleri de yoktu. Kral Konstantinos gibi yurtdışı sürgününden yeni dönmüş (bkz. #tarih, sayı 78) olan General Yoannis Metaksas da kendisine teklif edilen başkomutanlığı reddetmişti. Ilımlı bir kralcı olan Metaksas, Anadolu harekatına daha başından beri karşı olduğu gibi, Yunan Ordusu’ndaki birçok kurmay subay da harekatın başarılı olamayacağı konusunda kendisiyle aynı fikirdeydi. Dolayısıyla, harekat kararının politikacılardan kaynaklandığını hatırlamakta yarar vardır.
Kral Konstantinos tahta geçerken savaşa son vereceğini söylemişti. Bu sözünden döndüğünü düşünmek yanlış olur. Bir tür “onursal başkomutan” ilan edildikten sonra geldiği Anadolu’da bile bu harekatı isteyenin kendisi olmadığını gösteren tanıklıklar vardır. Gerçek o ki Kral, kralcı politikacıların elinde oyuncak olmuştu. Kralcı hükümetin ise başı dertteydi zira kalıcılığı pamuk ipliğine bağlıydı. Gerçi savaştan bıkan Yunan seçmenleri, Elefterios Venizelos’u başlarından atmıştı ama, bu onların kralcılığa döndüğü anlamına da gelmiyordu. Bu durum, yeni hükümetin popülerlik kazanabilmek için askerî bir zafere olan ihtiyacını açıklar. Öyle görünüyor ki hiçbir şey kazanmadan barış yapıp Anadolu’dan ayrılmak da popülerlik açısından kralcılara pek bir şey kazandırmazdı. Kralcı subayların da bütün kuşkularına karşın bunları açıkça ve kararlı bir biçimde söylemektense harekata devam kararına katılmalarının ardında, bu siyasal görüşün askerî görüşlerine üstün gelmesi bulunur.
10 Temmuz 1921’de ileri harekata başlayan Yunan Ordusu, kuzeyde Eskişehir üzerine görece zayıf bir güçle baskı yapmak, asıl gücüyle ise Afyonkarahisar’a doğru ilerleyerek Türk ordusunu güneyden çevirmek niyetindeydi. Afyon, 15 Temmuz’da Yunanların eline geçti. Yunan Ordusu bundan sonra kuzeye yönelmiş, bu gelişme de Türk Ordusu’nun planlandığı gibi çevrilmesi olasılığını doğurmuştu. Bunun üzerine Türk Ordusu bir kısım birlikleriyle Yunanlara karşı oyalama savaşı vererek Seyitgazi’nin doğusuna çekilmeye başladı. Kütahya ve Seyitgazi 17 Temmuz’da düştü ama, Türk Ordusu çok yıpranmasına karşın çevrilmekten kurtuldu. Ertesi gün Batı Cephesi Karargahı’na gelen Mustafa Kemal Paşa, çok yıpranmış olan askerlerin Yunan Ordusu’nun kararlı hücumları karşısında başarılı bir savunma yapamayacağını öngördü ve genel bir çekilme kararının alınmasını sağladı. Türk Ordusu yer yer yapılan oyalama muharebeleri eşliğinde hızlı bir biçimde çekilmeye başlayacak; 1 hafta sonra Sakarya Nehri’nin doğusunda yeniden mevzilenecekti.
19 Temmuz 1921 akşamı Eskişehir’e giren Yunan Ordusu, parlak bir taktik zafer kazanmış olmasına karşın asıl amacına ulaşamamış yani Türk Ordusu’nu ezememiş, dolayısıyla da savaşı bitirememişti. İnönü’deki yenilginin acısı unutulmuş, Türk tarafına da Eskişehir, Kütahya ve Afyon gibi önemli merkezlerin ele geçirilmesi nedeniyle moral açısından bir darbe vurulmuştu. Ancak, bahar başlarında planlanan kesin zafer henüz elde edilemediği için şimdi Sakarya’ya doğru dördüncü bir ileri harekata hazırlanmaları gerekecekti.