Kasım
sayımız çıktı

Savaş henüz bitmeden cumhuriyet fikri doğmuştu

1919’un ikinci yarısından itibaren, Millî Mücadele’nin siyasi ve idari yapısında gerçekleşen değişiklikler TBMM açıldıktan sonra da devam etmiş, Mustafa Kemal’in cumhuriyet fikri ve devrimci emelleri kendini göstermeye başlamıştı. 10 Mayıs 1921’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Grubu’ndan Halk Fırkası’na doğru uzanan sürecin kilometre taşları…

Mustafa Kemal Paşa, son Osmanlı Mec­lis-i Mebusanı’na seçilen Anadolu ve Rume­li Müdafaa-i Hukuk Cemiye­ti (ARMHC) mensuplarının Meclis’te bir grup kurmala­rını, bu gruba da “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını verme­lerini istemişti. Bu istek, Pa­şa’nın 1919 sonlarında yapılan seçimler sırasında ve Mec­lis’in açıldığı günlerde ARMH­C’ni bir siyasal parti gibi gör­mek istediğini, bu cemiyete en azından Kuvâ-yı Milliyye’nin siyasal kanadı gözüyle bakma eğiliminde olduğunu gösterir.

Ancak ARMHC mensubu milletvekilleri çeşitli nedenlerle bu adı benimsememişler, Sultan 6. Mehmet Vahdettin’in Meclis’i açış nutkunda geçen “felâh-ı va­tan” adını almışlardı. Bu geliş­menin Mustafa Kemal Paşa’nın hoşuna gitmediği aşikardır. An­cak, yıllar sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) okuduğu Nutuk’ta gördüğümüz gibi sert bir tepki de vermemiş­tir. Zaten daha seçim dönemin­de bile sözkonusu Meclis’in pek uzun ömürlü olamayacağına, er veya geç Anadolu’da bir mec­lis açmak zorunda kalınacağına inanan Paşa, o sıralarda bu geliş­meyi o kadar önemsememişti.

Öte yandan, bu durumun Mustafa Kemal Paşa’ya daha Erzurum Kongresi günlerinden beri farkında olduğu bir şeyi; ARMHC’nin ülkenin savunul­ması ve kapitülasyonların kal­dırılması, yani Ahd-ı Millî’nin (daha sonra, Misâk-ı Millî) yaşa­ma geçirilmesi dışında herhan­gi bir politikası olmayan, birçok konuda çok farklı fikir ve eği­limleri olan kişilerden meydana geldiğini bir kez daha gösterdiği kesindir. Ancak, o dönemde ya­pabileceği fazla bir şey de yoktu. Siyasal bir program temelinde insan ayıklamaya koyulamaz ve asıl önemlisi, siyasal parti biçi­minde bir örgütlenmeye gide­rek kamuoyunda bölünmeye yol açamazdı. ARMHC’nin Sultan ve Hürriyet ve İtilâf Partisi dı­şında neredeyse herkesçe kabul gören siyasal meşruluğundan yararlanmayı sürdürmesi gere­kiyordu. Gerçi bir hata yapacak ve Britanyalıların İstanbul’u bas­maları üzerine Ankara’da top­lanmaya çağırdığı meclis için “kurucu meclis” deyimini kulla­narak devrimci emellerini açığa vuracak; ama yakın çevresindeki bazılarının kendisini ikaz etmesi üzerine nihaî çağrı metninden “kurucu” sıfatını çıkaracaktı.

Her siyasi görüşten mebus İlk mecliste her fikirden milletvekili vardı. Hocalar, dervişler, askerler ve memurlar… 1922’de orduların başarısı için yapılan duada, Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa, Rauf (Orbay) Bey, Mustafa Kemal Paşa yanyana.

Mustafa Kemal Paşa, bu yaklaşımını TBMM açıldıktan sonra da sürdürmüş, TBMM’ni ARMHC’nin genel kongresi gibi gördüğünü gösteren bazı metin­ler kaleme almıştır; ama artık durum çok farklıydı. ARMHC, parlamenter olmayan, yani her­hangi bir partiyle en azından resmî bir ilişkisi olmayan Ba­kanların yönettiği bir ülkenin meclisindeki bir parti, grup ya da oluşum değildi. TBMM’ne nere­deyse tümüyle hakim olması ne­deniyle; ülkenin Ermeni, Fransız ve Yunanlıların işgalinde olma­yan yörelerini yöneten bir yürüt­me organına dönüşmüştü ve bu haliyle iktisadi, toplumsal, kültü­rel, eğitsel, diplomatik ve askerî politika üretmek zorundaydı. Nitekim, bazılarının adlarında “grup” sözcüğünün de bulundu­ğu gruplaşmalar hemen başladı. Ancak 1920’de Mustafa Kemal Paşa, ileride gerçekleştirmeyi planladığı siyasal devrimde te­mel olarak kullanacağı Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’na (bkz. #ta­rih, sayı 79) odaklanmıştı; bu ne­denle kendi fikirleri çevresinde bir grup oluşturmaya çalışmadı.

20 Ocak 1921’de kabul edi­lecek olan Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu görüşmeleri sırasında TBMM’ndeki hava bir hayli de­ğişti. Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet, bir cumhuri­yet kurmak niyetinde olduğuna ilişkin tedirginlikler belirmişti. Kanun kabul edildikten sonra ise hem Anadolu’da hem de İs­tanbul’da, Ankara’daki yöneti­min cumhuriyete doğru gittiğine ilişkin olumlu ve olumsuz imalar ve söylentiler iyice yaygınlaştı. Bunun üzerine de TBMM’nde yeni ve belirli bir konuda uygu­lanacak politikalar konusundaki görüş ayrılıklarının çok ötesi­ne giden, ülkedeki rejimin Millî Mücadele’nin başarıya ulaşma­sından sonra alacağı biçime iliş­kin bir kutuplaşma ortaya çıktı. Bu durum ise, Mustafa Kemal Paşa’yı “Anadolu ve Rumeli Mü­dafaa-i Hukuk Grubu”nu kurma­ya itti, zira Paşa’nın hem kendi görüşleri doğrultusunda bir si­yasal parti disipliniyle davra­nacak hem de bazı politikaların benimsenmesi veya bazı kanun­ların çıkarılması öncesinde ku­lis yaparak çoğunluk sağlamaya çalışacak, güvendiği bireylerden oluşmuş bir gruba ihtiyacı vardı.

10 Mayıs 1921’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Grubu, bekle­nebileceği gibi TBMM’nde epey gürültü kopardı. Zira grupta yer almayan birçok milletvekili hak­lı olarak kendilerini ARMHC üyesi olarak görüyor ve bu yeni kurulan grubun Cemiyet’in adını tekeline almasına karşı çıkıyor­lardı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’ya açıkça muhalefet eden­ler de 1922’nin Temmuz ayında kendi gruplarını kurduklarında buna “İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını vereceklerdi.

Anadolu ve Rumeli Müda­faa-i Hukuk Grubu’nun kurul­ması, siyasal tarihimizde iki açı­dan çok önemlidir. Bunların ilki, grubun kurulmasında en önemli etken olan ve yukarıda anlatı­lan kutuplaşmanın somut bir dışavurumu olmasında görülür. Nitekim grubun amaçları ara­sında, Ankara’da çıkan Yeni Gün gazetesinin matbaasında ertesi yıl basılacak olan içtüzüğünde de görülen şu ifade yer alıyordu: “Grup [Misak-ı Millî esâsâtı dâi­resinde memleketin tamâmiye­tini ve milletin istiklâlini temîn edecek sulh ve müsâlemetin] istihsâline çalışmakla beraber devletin ve milletin teşkilâtı­nı Teşkilat-ı Esâsiyye Kanunu dâiresinde şimdiden peyderpey tesbît ve izhâra çalışacaktır”. Bu­rada görüldüğü gibi devlet şek­line ilişkin herhangi bir somut gönderme yoktur. Ancak cümle, tıpkı Teşkilât-ı Esâsiyye Kanu­nu’nun metni gibi, farklı yorum­lara yol açabilecek niteliktedir.

Milletin büyük meclisi Meclis komisyonları için yapılan seçimlerde ilk devre milletvekillerinden Neşet (İstanbul), Hacim Muhittin (Karesi) ve Abdülhalim (Konya) beyler oy verirken görülüyor.

Anadolu ve Rumeli Müdafa­a-i Hukuk Grubu’nun kurulma­sının siyasal açıdan ikinci önemi ise partileşme konusunda görü­lür. Şöyle ki, Millî Mücadele tari­hi -tabii birçok ayrılık ve dışlan­mayı da gerektiği gibi gözönünde bulundurmak koşuluyla- İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nden Halk Partisi’ne geçiş süreci olarak okunabilir. Böyle bir okumada ise Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması, Halk Fırkası’na giden yolda çok önemli bir dönemeçtir.

Nitekim 1923 seçimleri ön­cesinde, 8 Nisan 1923’te yayım­lanan ve Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin programı olarak görebileceğimiz “Dokuz Umde” başlığını taşıyan seçim beyan­namesinde, “Meclis’te el-yevm müteşekkil Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Halk Fırkası’na intikal edecektir” denmiştir.