1919’un ikinci yarısından itibaren, Millî Mücadele’nin siyasi ve idari yapısında gerçekleşen değişiklikler TBMM açıldıktan sonra da devam etmiş, Mustafa Kemal’in cumhuriyet fikri ve devrimci emelleri kendini göstermeye başlamıştı. 10 Mayıs 1921’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Grubu’ndan Halk Fırkası’na doğru uzanan sürecin kilometre taşları…
Mustafa Kemal Paşa, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na seçilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) mensuplarının Meclis’te bir grup kurmalarını, bu gruba da “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını vermelerini istemişti. Bu istek, Paşa’nın 1919 sonlarında yapılan seçimler sırasında ve Meclis’in açıldığı günlerde ARMHC’ni bir siyasal parti gibi görmek istediğini, bu cemiyete en azından Kuvâ-yı Milliyye’nin siyasal kanadı gözüyle bakma eğiliminde olduğunu gösterir.
Ancak ARMHC mensubu milletvekilleri çeşitli nedenlerle bu adı benimsememişler, Sultan 6. Mehmet Vahdettin’in Meclis’i açış nutkunda geçen “felâh-ı vatan” adını almışlardı. Bu gelişmenin Mustafa Kemal Paşa’nın hoşuna gitmediği aşikardır. Ancak, yıllar sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) okuduğu Nutuk’ta gördüğümüz gibi sert bir tepki de vermemiştir. Zaten daha seçim döneminde bile sözkonusu Meclis’in pek uzun ömürlü olamayacağına, er veya geç Anadolu’da bir meclis açmak zorunda kalınacağına inanan Paşa, o sıralarda bu gelişmeyi o kadar önemsememişti.
Öte yandan, bu durumun Mustafa Kemal Paşa’ya daha Erzurum Kongresi günlerinden beri farkında olduğu bir şeyi; ARMHC’nin ülkenin savunulması ve kapitülasyonların kaldırılması, yani Ahd-ı Millî’nin (daha sonra, Misâk-ı Millî) yaşama geçirilmesi dışında herhangi bir politikası olmayan, birçok konuda çok farklı fikir ve eğilimleri olan kişilerden meydana geldiğini bir kez daha gösterdiği kesindir. Ancak, o dönemde yapabileceği fazla bir şey de yoktu. Siyasal bir program temelinde insan ayıklamaya koyulamaz ve asıl önemlisi, siyasal parti biçiminde bir örgütlenmeye giderek kamuoyunda bölünmeye yol açamazdı. ARMHC’nin Sultan ve Hürriyet ve İtilâf Partisi dışında neredeyse herkesçe kabul gören siyasal meşruluğundan yararlanmayı sürdürmesi gerekiyordu. Gerçi bir hata yapacak ve Britanyalıların İstanbul’u basmaları üzerine Ankara’da toplanmaya çağırdığı meclis için “kurucu meclis” deyimini kullanarak devrimci emellerini açığa vuracak; ama yakın çevresindeki bazılarının kendisini ikaz etmesi üzerine nihaî çağrı metninden “kurucu” sıfatını çıkaracaktı.
Mustafa Kemal Paşa, bu yaklaşımını TBMM açıldıktan sonra da sürdürmüş, TBMM’ni ARMHC’nin genel kongresi gibi gördüğünü gösteren bazı metinler kaleme almıştır; ama artık durum çok farklıydı. ARMHC, parlamenter olmayan, yani herhangi bir partiyle en azından resmî bir ilişkisi olmayan Bakanların yönettiği bir ülkenin meclisindeki bir parti, grup ya da oluşum değildi. TBMM’ne neredeyse tümüyle hakim olması nedeniyle; ülkenin Ermeni, Fransız ve Yunanlıların işgalinde olmayan yörelerini yöneten bir yürütme organına dönüşmüştü ve bu haliyle iktisadi, toplumsal, kültürel, eğitsel, diplomatik ve askerî politika üretmek zorundaydı. Nitekim, bazılarının adlarında “grup” sözcüğünün de bulunduğu gruplaşmalar hemen başladı. Ancak 1920’de Mustafa Kemal Paşa, ileride gerçekleştirmeyi planladığı siyasal devrimde temel olarak kullanacağı Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’na (bkz. #tarih, sayı 79) odaklanmıştı; bu nedenle kendi fikirleri çevresinde bir grup oluşturmaya çalışmadı.
20 Ocak 1921’de kabul edilecek olan Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu görüşmeleri sırasında TBMM’ndeki hava bir hayli değişti. Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet, bir cumhuriyet kurmak niyetinde olduğuna ilişkin tedirginlikler belirmişti. Kanun kabul edildikten sonra ise hem Anadolu’da hem de İstanbul’da, Ankara’daki yönetimin cumhuriyete doğru gittiğine ilişkin olumlu ve olumsuz imalar ve söylentiler iyice yaygınlaştı. Bunun üzerine de TBMM’nde yeni ve belirli bir konuda uygulanacak politikalar konusundaki görüş ayrılıklarının çok ötesine giden, ülkedeki rejimin Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra alacağı biçime ilişkin bir kutuplaşma ortaya çıktı. Bu durum ise, Mustafa Kemal Paşa’yı “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu”nu kurmaya itti, zira Paşa’nın hem kendi görüşleri doğrultusunda bir siyasal parti disipliniyle davranacak hem de bazı politikaların benimsenmesi veya bazı kanunların çıkarılması öncesinde kulis yaparak çoğunluk sağlamaya çalışacak, güvendiği bireylerden oluşmuş bir gruba ihtiyacı vardı.
10 Mayıs 1921’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Grubu, beklenebileceği gibi TBMM’nde epey gürültü kopardı. Zira grupta yer almayan birçok milletvekili haklı olarak kendilerini ARMHC üyesi olarak görüyor ve bu yeni kurulan grubun Cemiyet’in adını tekeline almasına karşı çıkıyorlardı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’ya açıkça muhalefet edenler de 1922’nin Temmuz ayında kendi gruplarını kurduklarında buna “İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını vereceklerdi.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması, siyasal tarihimizde iki açıdan çok önemlidir. Bunların ilki, grubun kurulmasında en önemli etken olan ve yukarıda anlatılan kutuplaşmanın somut bir dışavurumu olmasında görülür. Nitekim grubun amaçları arasında, Ankara’da çıkan Yeni Gün gazetesinin matbaasında ertesi yıl basılacak olan içtüzüğünde de görülen şu ifade yer alıyordu: “Grup [Misak-ı Millî esâsâtı dâiresinde memleketin tamâmiyetini ve milletin istiklâlini temîn edecek sulh ve müsâlemetin] istihsâline çalışmakla beraber devletin ve milletin teşkilâtını Teşkilat-ı Esâsiyye Kanunu dâiresinde şimdiden peyderpey tesbît ve izhâra çalışacaktır”. Burada görüldüğü gibi devlet şekline ilişkin herhangi bir somut gönderme yoktur. Ancak cümle, tıpkı Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nun metni gibi, farklı yorumlara yol açabilecek niteliktedir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının siyasal açıdan ikinci önemi ise partileşme konusunda görülür. Şöyle ki, Millî Mücadele tarihi -tabii birçok ayrılık ve dışlanmayı da gerektiği gibi gözönünde bulundurmak koşuluyla- İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nden Halk Partisi’ne geçiş süreci olarak okunabilir. Böyle bir okumada ise Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması, Halk Fırkası’na giden yolda çok önemli bir dönemeçtir.
Nitekim 1923 seçimleri öncesinde, 8 Nisan 1923’te yayımlanan ve Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin programı olarak görebileceğimiz “Dokuz Umde” başlığını taşıyan seçim beyannamesinde, “Meclis’te el-yevm müteşekkil Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Halk Fırkası’na intikal edecektir” denmiştir.