Kasım
sayımız çıktı

Semboller sembollere

Bir yüzü karizmatik, bir yüzü naif; işkolik ama pervasız… Kendi tınısını yaratan, ötesini umursamayan nadir müzisyenlerden olan Prince, milyonlarca hayranının hayalinde sonsuza kadar aykırı bir sembol olarak yaşayacak.

ORHAN YOLSAL

Klişedir ama doğruluk payı yüksektir: Dönem­lerine damga vuran müzisyenler, sanatçılar zaman içinde birer sembol haline gelir ve bu şekilde hatırlanır. Prince şöhretinin zirvesindeyken is­mini ve cismini kenara itmiş, kendini bir sembolle ifade et­me cüretini göstermişti. Ani ve radikal bir kararla, albümlerin­de adı yerine anlamı pek çok yoruma açık bir logo kullanma­ya başlayan Prince, plak kapak­larını süsleyen sembolü ‘ken­disi ve kendi müziği’ olarak ta­nımlamıştı. Bu tuhaf tavrın tek nedeni farklılaşma tutkusu de­ğildi gerçi. Plak şirketi Warner Bros. ile aralarındaki anlaş­mazlık Prince’in bu kararında önemli rol oynamıştı.

Yakın çevresi tarafından tam bir ‘işkolik’ olarak tanım­lanan Prince, durmaksızın mü­zik üretiyor ve bunların hepsi­ni yayımlatmak istiyordu. Bu Warner Bros.’un bile ayak uy­durabileceği bir tempo değildi. Gerilen ipler sonunda kopma noktasına geldi, Prince’i ismin­den vazgeçip kendini “sembol­leştirmeye” itti. 2000’de tekrar Prince ismine dönmesi de bir tesadüf değildi tabii, o yıl isim haklarını geri almayı başar­mıştı. Başkası için bir felaket olabilecek bu süreci, zekası, ya­ratıcılığı ve cesareti sayesinde marka değerini yaralamadan atlatmayı bilmişti.

70’lerin sonunda başlayan solo müzik kariyeri 80’lerde zirveye ulaşırken, sık sık aynı dönemde dünyayı sar­san Michael Jackson ve Madonna ile kı­yaslandı. Jackson’ın naif, Madonna’nın ayrıksı tavrını aynı bünyede barındırması, sadece şarkı söylemekle kalmayıp, yazan, çalan ve kayde­den bir müzisyen/pro­düktör olması onu farklı bir seviyeye taşıdı. O yıllarda müzikal kökenindeki funk ve rock tavrını, dönemin synthpop ve new wave akımıyla başarıy­la birleştiren Prince, dönemsel akımlar ve geleneksel tarzları büyük bir rahatlıkla harmanla­yarak bir ‘Prince tınısı’ yarattı.

Müziğine katabileceği renkleri, popülerliğini kaybet­me endişesi taşımadan çeşit­lendirerek, bir gün ‘Kiss’ kadar basit ama vurucu bir düzen­lemeyle çıktı karşımıza, baş­ka bir gün kendini ‘3 Chains o’ Gold’ kadar süslü, ‘Zanna­lee’ kadar blues ya da ‘Gett Off’ kadar gözükara bir şekilde dı­şavurdu. Zappavari düzenle­meleri, dadaizmden nasiplen­miş davranışları, androjen tavır ve sahne kıyafetleri her yeni işinde ona hem eleştiri hem de hayranlık olarak geri döndü.

Zamanının çoğu­nu tek başına, ken­di stüdyosu Paisley Park’da kayıt yaparak geçiren, iyi ve dişi yanını ‘Camille’, kö­tü ve erkek yanını ise ‘Spo­oky Electric’ olarak adlandıran Prince, yaklaşık 40 yıl süren uzun kariyerinde bu ikilinin bitmeyen çekismesinden do­ğan 39 solo albüm, henüz ya­yınlanmamış pek çok şarkı, aralarında Chaka Khan, Sinead O’Connor, Alicia Keys’in de yer aldığı onlarca isim için yazdığı hit şarkılar, filmler, ödüller ve gözü yaşlı hayranlar bırakarak aramızdan ayrıldı. Özlenmeye ve hatırlanmaya değer bir sem­bol olarak…