Bir yüzü karizmatik, bir yüzü naif; işkolik ama pervasız… Kendi tınısını yaratan, ötesini umursamayan nadir müzisyenlerden olan Prince, milyonlarca hayranının hayalinde sonsuza kadar aykırı bir sembol olarak yaşayacak.
ORHAN YOLSAL
Klişedir ama doğruluk payı yüksektir: Dönemlerine damga vuran müzisyenler, sanatçılar zaman içinde birer sembol haline gelir ve bu şekilde hatırlanır. Prince şöhretinin zirvesindeyken ismini ve cismini kenara itmiş, kendini bir sembolle ifade etme cüretini göstermişti. Ani ve radikal bir kararla, albümlerinde adı yerine anlamı pek çok yoruma açık bir logo kullanmaya başlayan Prince, plak kapaklarını süsleyen sembolü ‘kendisi ve kendi müziği’ olarak tanımlamıştı. Bu tuhaf tavrın tek nedeni farklılaşma tutkusu değildi gerçi. Plak şirketi Warner Bros. ile aralarındaki anlaşmazlık Prince’in bu kararında önemli rol oynamıştı.
Yakın çevresi tarafından tam bir ‘işkolik’ olarak tanımlanan Prince, durmaksızın müzik üretiyor ve bunların hepsini yayımlatmak istiyordu. Bu Warner Bros.’un bile ayak uydurabileceği bir tempo değildi. Gerilen ipler sonunda kopma noktasına geldi, Prince’i isminden vazgeçip kendini “sembolleştirmeye” itti. 2000’de tekrar Prince ismine dönmesi de bir tesadüf değildi tabii, o yıl isim haklarını geri almayı başarmıştı. Başkası için bir felaket olabilecek bu süreci, zekası, yaratıcılığı ve cesareti sayesinde marka değerini yaralamadan atlatmayı bilmişti.
70’lerin sonunda başlayan solo müzik kariyeri 80’lerde zirveye ulaşırken, sık sık aynı dönemde dünyayı sarsan Michael Jackson ve Madonna ile kıyaslandı. Jackson’ın naif, Madonna’nın ayrıksı tavrını aynı bünyede barındırması, sadece şarkı söylemekle kalmayıp, yazan, çalan ve kaydeden bir müzisyen/prodüktör olması onu farklı bir seviyeye taşıdı. O yıllarda müzikal kökenindeki funk ve rock tavrını, dönemin synthpop ve new wave akımıyla başarıyla birleştiren Prince, dönemsel akımlar ve geleneksel tarzları büyük bir rahatlıkla harmanlayarak bir ‘Prince tınısı’ yarattı.
Müziğine katabileceği renkleri, popülerliğini kaybetme endişesi taşımadan çeşitlendirerek, bir gün ‘Kiss’ kadar basit ama vurucu bir düzenlemeyle çıktı karşımıza, başka bir gün kendini ‘3 Chains o’ Gold’ kadar süslü, ‘Zannalee’ kadar blues ya da ‘Gett Off’ kadar gözükara bir şekilde dışavurdu. Zappavari düzenlemeleri, dadaizmden nasiplenmiş davranışları, androjen tavır ve sahne kıyafetleri her yeni işinde ona hem eleştiri hem de hayranlık olarak geri döndü.
Zamanının çoğunu tek başına, kendi stüdyosu Paisley Park’da kayıt yaparak geçiren, iyi ve dişi yanını ‘Camille’, kötü ve erkek yanını ise ‘Spooky Electric’ olarak adlandıran Prince, yaklaşık 40 yıl süren uzun kariyerinde bu ikilinin bitmeyen çekismesinden doğan 39 solo albüm, henüz yayınlanmamış pek çok şarkı, aralarında Chaka Khan, Sinead O’Connor, Alicia Keys’in de yer aldığı onlarca isim için yazdığı hit şarkılar, filmler, ödüller ve gözü yaşlı hayranlar bırakarak aramızdan ayrıldı. Özlenmeye ve hatırlanmaya değer bir sembol olarak…