Kasım
sayımız çıktı

Siyasi olmayan tarihin peşinde

Timothy Brook’un Dertli İmparatorluk adlı kitabı, Çin’deki Moğollar (Yuan) ve Ming sülalelerini incelerken, “ejderha” hikayeleriyle başlar. Yazar yollar, kanallar, ticari ilişkiler, nüfusun odak noktaları, aile bağları, sanat alanlarında iz sürer. Devlet idaresi, siyasi tarih ve dış ilişkiler odaklı, toplumu önplana almayan bir tarih anlayışı yerine; halk edebiyatı, mezartaşları gibi malzemeler kullanarak bize farklı bir resim çizer.

Son yıllarda iklim değişikliği önem kazandı. Her gün dünyanın bir tarafında seller, di­ğer tarafında kuraklık ve yangınlar günde­mimizi oluşturmaya başladı. Bu yıl Türkiye de bunlardan nasibini aldı. Uzmanlar bu konularda ciddi çalışmalar yürütüyor. Öte yandan yaşadığı­mız olaylar bilimsel çalışmalardaki bakışaçımıza da yansıyor. Tarih araştırmalarında da iklim deği­şiklikleri araştırma yöntemleri arasına girdi. Hatırlanaca­ğı gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da medeni­yetlerin ortaya çıkışları “kuraklık” sonucu meydana gelen göçlerle açıklanmıştı. Hatta ders kitaplarımızda ahtapo­tun kollarını andıran kocaman bir göç haritası olurdu. Sonra bu görüşlerdeki problemler dolayısıyla göç haritası ders kitaplarında yer almaz oldu.

Bugünkü çalışmalar, iklim değişikliğini olayların kökeni­ni açıklamak için kullanmak yerine; dönemsel farklılıklara bakarak o ülke veya bölgede görülen sosyo-ekonomik ve po­litik olaylarda iklimin ne derecede bir rolü olduğu konusu­na odaklanmaktadır. Kanada’nın batısında Vancouver’de bu­lunan British Columbia Üniversitesi hocalarından Timothy Brook Dertli İmparatorluk (The Troubled Empire: China in the Yuan and Ming Dynasties-2010) adlı kitabında Çin’deki Moğollar (Yuan) ve Ming sülalelerini incelerken, “ejderha” hikayeleriyle başlar. Genellikle “istilacı Moğollar”ın (1260- 1368) Kubilay Han önderliğinde Yuan sülalesini kurmaları ve onların Çin’den ayrılmak zorunda kalmalarından sonra başa geçen sülale “milliyetçi” veya “etnik Çinli” olarak algı­lanırdı. T. Brook birbirine zıt olarak görülen iki sülaleyi aynı mercek altında incelemekle, aslında yerli ve yabancı Çin ta­rih metodolojisine ilginç bir kapı açmaktadır.

Öte yandan T. Brook’un eserinde, konunun ideolojik tara­fına hiç değinilmemekte ve bu iki sülalenin birarada ele alın­ma sebebinin Çin’e dünya tarihi içinde yer vermek olduğu ifade edilmektedir. Bu iki sülalenin hâkim olduğu 1260-1644 arasında Avrupa, Rönesans ve Barok dönemleri ile beraber Küçük Buzul Çağı’nda idi. Kitap aynı yılların Çin’de de so­ğuklarla mücadele ile geçtiğini göstermektedir.

Kitabın ilk bölümünde Çin kültürüne has hem efsanevi bir sembol hem de hükümdarı temsil eden bir varlık olan ejderhayı baş aktör yapan yazar, il­ginç bir yöntem kullanmaktadır. Suda yaşadığı var­sayılan ejderha 12 Hayvanlı Takvim’de de yer alır; Türk ve Moğol dillerine Çince “long”dan mülhem, “luu” olarak girmiştir. T. Brook’un bahsettiği ejderha hikayelerine bakılacak olursa, Yuan ve Ming döne­minde insanların sık sık ejderha gördükleri anlaşılmaktadır. Bu hikayelerde ejderhalar, Hokusai’nin resmindeki gibi dev dalgaların hâkim olduğu bir ortamda fırtınalar, kasırgalar, tayfunlar arasında suyun içinde görülür. Genelde bir süla­lenin çöküşünün habercisi olan su baskınları, seller bu defa daha genel bir dağılım içindedir. Soğuk dalgaları, kuraklık­lar, seller, su baskınları, depremler, açlık dönemleri, salgın­lar gibi felaketler, kitapta “9 batak” olarak tanımlanır. Yuan döneminde 3, sonraki Ming döneminde bu türden 6 büyük felaketle karşılaşıldığı belirterek, birbirine zıt görülen bu iki sülalede daha başka devamlılık unsurları üzerinde durulur. Yazar bu çerçevede yollar, kanallar, ticari ilişkiler, nüfusun odak noktaları, aile bağları, sanat gibi alanlarda iz sürer. Kı­sacası devlet idaresi, siyasi tarih ve dış ilişkiler odaklı, toplu­mu önplana almayan bir tarih anlayışı yerine halk edebiyatı, mezartaşları türünden malzemeler kullanarak bize farklı bir resim çizer.

Kitap bütün bu olumlu gelişmelerin yanında, yazarın Ming dönemi üzerinde uzmanlaşmış bir Çin tarihçisi olma­sı ve Han kültürüne hem bilgi hem anlayış açısından daha yakın olması dolayısıyla, Çin’deki Moğollar hakkındaki kı­sımlar biraz daha az özen ve ayrıntı ile karşımıza çıkmakta­dır. Eserde kullanılan yöntem ve özellikle halkın öne plana çıkarılması ile, eser zaman zaman bir roman niteliği kazanır. Eserleri Çinceye de çevrilmiş olan T. Brook, Çin tarihçiliğine ve özellikle ülke tarihi anlayışına önemli bir katkıda bulun­muştur. Bu kitap, erken devir Osmanlı tarihi üzerine odak­lanan tarihçilerin Bizans kültür ve toplumu ile ilgilendikle­ri takdirde nelere dikkat etmeleri gerektiği açısından da bir örnek teşkil eder.