Aralık
sayımız çıktı

… sorayım dedim Hudâ’dan
…bir gelen olmadı semâdan

Necip Fazıl’ın “Tabut” şiirinin arkasında Abdülhak Hamid’in “Makber”iyle “Ölü”sü duruyor demek abartılı olmaz. Çok daha öncesinde Sarı Saltuk’un ölümünden önce yedi tabut hazırlattığına ilişkin Vilâyetnâme ve Saltüknâme gibi kaynaklarda ve Evliya Çelebi’de anılan menkıbesi… Batı dünyasında da tabutun geniş bir ‘edebiyat’ı ve ikonagrafisi sözkonusudur.

TABUT

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu,

Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.

Çakanlar bilir ki bu boş tabutu

Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi

Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.

Sanki bir taş bebek kutuda gibi

Hayalim içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de

İçim bu dar yere sığılmaz diyor.

Geride kalanlar hep dövünse de

İnsan birer birer gene giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış, gerçek,

Tabut değildir bu, bir tahta kundak.

Bu ağır hediye kime gidecek

Çakılır çakılmaz üstüne kapak.

(Necip Fazıl Kısakürek)

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu Necip Fazıl Kısakürek’in 25 Mayıs 1983’teki cenaze töreninde tabutu sırtlanmak için yarışan büyük bir kalabalık vardı.

Kültürümüz, geleneklerimiz, inanç eksenli ya­şam anlayışımız “tabut”u olabildiğince yalınkat bir “araç”a indirger: Ölüm döşeğinden mezarına “ölü”­yü taşıyacak, orada işlevi bitecektir: Ceset içinden çıkarılır, kefeniyle aşağıya indirilir.

Buna karşılık, döşekten mezara giden yolda gözler üzerindedir. Ölü, dört kolluya binmiştir. Necip Fazıl’ın ilk şiirleri arasında yeralır “Ta­but”; metafizik ürpertisiyle öne çıkar, neredeyse varoluşçu bir atmosfer taşır. Aynı dönemde bir öncekine göndermeli “Ölünün Odası”ndan son iki dize:

Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;

Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm.

Necip Fazıl’ın arkasında Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Makber”iyle “Ölü”sü duruyor demek abartılı olmaz. Başta Cenap ve Yahya Kemal, Tan­pınar-Tarancı kuşağı etkilenmiştir bu iki şiirden (bir tek Necatigil’in ters çıkışına rastlanır).

MAKBER

Bilmem ki ne oldu, geçti bir gün,

Sordum onu, zâhir oldu tâbût!..

Tâbût!.. O reh-nümâ-yı makber,

Tâbût!.. O heykel-i mükedder.

Tâbût!.. O hatîb-i summ u ebkem,

Tâbût!.. O bürûdet-i mücessem.

Tâbût!.. O sükût-ı pây der-ser,

Tâbût!.. O musibet-i mükerrer.

Tâbût!.. O vahşet-i muannid,

Tâbût!.. O makber-i seferber.

Tâbût!.. O inkılâb-ı hâmûş,

Serhadd-i revân-ı akl-ı medhûş.

Tâbût!.. O harabezâr-ı ümmîd,

Tâbût!.. O iğbirâr-ı câvid,

Tâbût!.. O zıll-ı haşr-ber-dûş,

Tâbût!.. O mevt-i cûş-der-cûş.

Sarmıştı o ruha çâr-bâlin,

Ben açmış idim memâta âgûş.

Ol mâh gömülmemişti hâlâ,

Ettim aceleyle azm-i sahrâ;

Yalnız sorayım dedim, Hudâ’dan…

Hiçbir gelen olmadı semâdan.

Gezdim azıcık, garîb ü tenhâ,

Baktım ki yerinde cümle eşyâ;

Bir şeyde tagayyür etmedim his,

Ancak değişirdi fikr-i Mevlâ.

(Abdülhak Hamid Tarhan)

“Makber”in yazıldığı şekliyle donduğunu, artık hepten oku­naksız bir şiir olduğunu düşünüyorum. “Tabut”la ilintili parça­ları için de geçerli bu düşüncem -keza “Ölü” de ölü bir şiir be­nim gözümde.

Tarhan’la eşzamanlı, Recaizâde’nin Nijad öldüğünde yazdı­ğı şiirin okunabilirliği, sorunun “eski”likten çok “süslü ve sen­tetik” olmayla bağlılığına işaret ediyor:

Tâbût!… İçinde vakf-ı sükûn na’ş-ı muhterem

Mâtem çeker önünde büyük bir siyah âlem.

Cumhuriyet dönemi şairlerinde farklı imgeler doğurur bir simge olarak tabut: Turgut Uyar’da “Tabutum Merkez Efen­di’ye giderken/Üç beş kişinin omuzunda gıcırdayarak” bir ses ögesi; Cahit Sıtkı’nın yarı ironik “Rahat bir yer olmalı ki şu tabut/Görmedim görmem diyen yiğit kimse” dizelerinde ve Melih Cevdet’in “1952 model” tabutunda görsel (“yaldız­lı, kakmalı, hâreli”) yanlarıyla öne çıkar o kara kutu. Ya da Necip Fazıl’ın deyişiyle: Tahta kundak.

Hıristiyan dünyasında, kül kutusu seçeneği ayrı yerine koyulursa, tabut eşlik eder ölüye, yeraltına birlikte indirilir­ler -kaldı ki ‘kutu’ oldukça görkemli bir araç olarak tasar­lanmış, farklı estetik ölçüler yapımında etkili olmuştur. Ta­butun geniş bir ‘edebiyat’ı ve ikonagrafisi sözkonusu Batı dünyasında, kültür tarihinde; kendi payıma tek bir örnekle yetineceğim bu bağlamda:

Günter Grass’ın post mortem yayımlanan (2015) son ki­tabı, şiirlerinden, nesir parçalarından ve desenlerinden olu­şan Vonne Endlichkeit idi; kitap gecikmeden Mehmet Barış Albayrak’ın çevirisiyle yayımlanacaktı: Sonluluk Üzerine (Kırmızı Kedi-2018).

“Makber”in şairi, Abdülhak Hamit’in (Tarhan) 1937 yılındaki cenaze merasiminde top arabasına taşınan tabutu…

Kitap, yazarının ‘en son dönem’ini katettiği gerçeği­ni gözden uzak tutmadığı parçalardan, yaklaşan ölümünü (eşiyle ortaklaşa) karşılamaya hazırlanışını işleyen izlekler­den oluşuyor -bunlardan biri de, eşini tabutlarını ısmarla­ma konusunda ikna edişinin öyküsünü içeren “Neyin İçinde Nasıl Yatacağız?”.

Sonluluk Üzerine’nin en uzun, ayrıntılı metni bu; bir “Tabut Antologyası” yapılacak olsa (yapılmadıysa yapıl­malı) merkeze o yerleştirilmeli kesinkes. Peki neden?

Öncelikle yazar, yaklaşan ölümüne gerçekçi, patavatsız, giderek ironik bir üslupla sokuluyor burada. ‘Ölü’süne (ve eşininkine) yaşarken gerekli “konfor”u hafif edasıyla sağ­lamayı hedefliyor. Aynı metinde gömü yeri bağlamında­ki girişimleri de aktarılıyor. Tabutların özelliklerine geniş açıdan değiniyor Grass.

Ancak asıl darbeyi birkaç sayfa sonrasında vuruyor: Tabutların yapımı tamamlanıp getirildikten ve bunlar evin kilerine yerleştirildikten sonra bir zaman sonra Grass çifti gece vakti televizyonda polisiye filme kaptırmışken kilere giren hırsızlar sadece tabutları çalıp götürüyor! Olağandı­şı hikaye.

Orada bitmiyor serüven: İki mevsim sonrası yaşanan geliş­meyi veriyor “Çalıntı Mal” başlıklı şiir:

Geri geldi,

İki tabut,

Uzun dikdörtgen ve davetkâr.

Geçen kış çalınmışlardı.

Bir yaz günü,

Polonya seyahatinden döndüğümüzde.

Yine kilerde bulduk onları.

Mavi bir muşambayla örtülü.

Ve hiçbir hasar yok,

Yalnızca yıldızçiçeği soğanları yoktu,

Belki başka bir yerde çiçek açmışlardı.

Neydi amaçları hırsızların,

Neredeyse unuttuğumuz

– Birini çamdan, öbürünü kayın ağacından yaptırdığımız –

Bu tabutları,

Bu kadar çaba göstererek.

Aldıkları yere getirirken?

Bu geri vermeyi açıklayacak

Bir not ya da mektup yoktu.

Ama benim tabutun içinde.

Pelür kâğıdın üstünde,

Yan yana duran iki ölü fare vardı,

Zarif bir güzelliğe sahipti,

Boş kafataslarının hattı ve narin kaburgaları.

O zamandan bu yana çözmeye çalışıyoruz bu bilmeceyi.

36 kısım tekmili birden tabut öyküsü Grass’ın fanilik karşı­sında tevekkülle duruşunun şen belgesi. Kısa süre sonra girdiği tabutunun yanı 2021 Nisan’ına dek boş kaldı: Ute Grass’ın ta­butu o tarihte ortak köşelerine indirilecekti.

“Tabut Antologyası”na döneyim bu noktada: Oraya Sa­rı Saltuk’un ölümünden önce yedi tabut hazırlattığına ilişkin Vilâyetnâme ve Saltüknâme gibi kaynaklarda ve Evliya Çele­bi’de anılan menkıbesi yerleştirilmeli. Tabutlardan biri, yıllar geçti, Rumelifeneri’nin içindeki yatırın altındaydı belki de. Ba­zı rivayetler hakikatten güzel olur.

* Dergimizde son dönemde yayımladığım yazıların ortak özelliği,

ölüm kültürü üzerine bir kitap yazıyor olmamdan kaynaklanıyor; -konu belki içkarartıcı ama Hayat’ın esaslı parçası.