Kasım
sayımız çıktı

Sovyet şahının engellenemez yükselişi ve düşüşü

Satranç 19. yüzyıl sonlarına kadar bir Avrupa oyunuydu. Mihail Çigorin’le (1850-1908) başlayan Rus ekolü, Sovyetler döneminde Alekhine, Botvinnik, Tal, Petrosyan ve Spaski ile satrancı domine etti. 70’li yıllardaki “Fischer humması” hariç tutulursa, Karpov ve Kasparov’la devam eden Sovyet ekolü, dünya satrancının dokunulmaz şahı oldu. Sovyetler’in dağılmasıyla eski gücünü yitiren Rus satrancının kısa tarihi. 

Satranç denince akla ilk gelen ülke Rusya ve akla ilk gelen millet Ruslardır. Haliyle “Rus”, geniş bir kavram (tarih boyunca Sovyet ve Rus kavramları karıştığı gibi, Çarlık Rusyası, SSCB, Rusya Federasyonu, hatta Ukrayna ve Moldavyalılara bile Rus dediğimizi unutmayalım); ancak yine bu geniş coğrafyada yaşayanların dünyaya en büyük fark attıkları konu satrançtı. 

Bilhassa 2. Dünya Savaşı sonrası peşpeşe beş dünya şampiyonunun 1948-1972 arası yaklaşık 25 yıllık hegemonyası ve bunu sona erdiren Amerikalı Bobby Fischer’in satrancı erken bırakmasıyla bu kez 1985-2005 arası Karpov, Kasparov ve hatta Kramnik’in dünya satrancının zirvesini başka milletlere bırakmayışı, satrancı bir Rus oyunu olarak tanımlamıştır. Lakin tarih boyunca bu hep böyle mi olmuştu? 

Rus satrancının babası Çigorin  Çigorin (solda), 19. yüzyıl sonlarında Rus satranç ekolünü kuran oyuncuydu. Teorik çalışmaları ve yetiştirdiği oyuncular, satrancı 100 yıl boyunca Sovyetler’le özdeşleştirdi. 

Rusya 19. yüzyılın ortasında satranç konusunda Fransa, İngiltere, ABD ve Almanya’nın gerisindeydi. Uluslararası turnuvalarda yer almayan Ruslar, aralarında Petrov gibi teorisyenler de olmasına rağmen satrançla amatör olarak ilgilenmekteydiler. İşte bu şartlarda ülkenin kaderini değiştirecek kişi Mihail İvanoviç Çigorin (1850-1908) oldu. 

20’li yaşlarda turnuvalarda gözükmeye başlayan Çigorin 1881’deki ilk dış temasında, Alman Satranç Federasyonu’nun Ustalar Turnuvası’nda Blackburne ve Zuckertort’un arkasından 3. lüğü paylaştığında, “artık Rusların da satranç oynayabildiği” ortaya çıkmış oldu. Rus satrancının babası Çigorin, kısa süre içinde o dönemin dünya şampiyonu Avusturyalı Wilhelm Steinitz’in en önemli rakiplerinden biri haline geldi. 1866’da Zuckertort’u yenerek ilk dünya satranç şampiyonu unvanını alan Steinitz ile 1889 ve 1892’de yaptığı iki maçı da kaybeden Çigorin dünya şampiyonu olamadı ama, Çarlık Rusyasında satranç denince akla gelen ilk kişi oydu. Çigorin sadece oyunculuğuyla ilgili değil, aynı zamanda ülkede çıkan ilk satranç dergisi ve analizleri ile de kuşaktan kuşağa geçti. 

Çigorin’in çabaları boşa gitmedi. Arkadan gelen isim, çocukluğunda onun partilerini model alan Alexander Alexandroviç Alekhine (1892- 1946) oldu. Alekhine çok genç yaşlarda, 1910’lardan itibaren uluslararası turnuvalarda gözükmeye başladı. Lakin o dönemde herkesin gözü Kübalı Jose Raul Capablanca’nın üzerindeydi. Kübalının üzerindeki ilgi o denli büyüktü ki, kimse ne Alekhine’i ne de Rus satrancını önemsiyordu. 

Alexander Alekhine: Capablanca’yı yendi  Alexander Alekhine (solda), genç yaşlarda satranca başladı. En büyük rakibi Kübalı Capablanca’ydı (sağda). Bu rekabette kendisine pek şans tanınmıyordu fakat Rus oyuncu 1927’deki maçı kazanacaktı. 

1.Dünya Savaşı Avrupa’yı kasıp kavururken, Rusya’da rejimin değişmesine neden olan 1917 Bolşevik Devrimi, Alekhine’in 1920’de Fransa’ya yerleşmesine yolaçtı. 1921’de Capablanca, Lasker’den tacı alırken, devrin en iyi Rus oyuncuları Alekhine, Bogoljubow ve Bernstein, Fransa, İsviçre ve Almanya’da yaşamaktaydılar. 

Stalin’in satrancın başına getirdiği Nikolay Kirilenko 10 yıllık bir plan yaptı. 1927’de Buenos Aires’teki unvan maçı öncesinde Alekhine’e Capablanca karşısında pek şans tanınmıyordu. Turnuvalarda daha evvel oynamış oldukları oyunlarda Capablanca’yı hiç yenememiş olan Alekhine, maç esnasında oyununu daha da ilerletti ve Kübalıyı 18,5- 15,5 (6-3) yendi. Ruslar dünya şampiyonunun kendilerinden olmasına sevinecekken Alekhine’in “Her devrin bir sonu vardır. Ben Capablanca’nınkini nasıl bitirdiysem Rusya’daki Bolşevizmin de sonu gelecektir” sözleri bomba etkisi yarattı, SSCB ise dünya şampiyonuna anavatanının kapılarını kapattı. 

Alekhine ve Capablanca bir daha unvan maçı yapmadılar. Kendine rakip olarak iki kez vatandaşı Bogoljubow’u seçen Alekhine, böylece Rus muhacirlerini de unvan için karşı karşıya getirmiş oluyordu. Her iki maçı da kazanan Alekhine, 1935’te unvanını iki seneliğine Hollandalı Euwe’ye kaybetti 

O günlerde, Avrupa’da savaşın ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Moskova 1935 turnuvası sonuçlandığı anda, SSCB’nin gücü meydana çıkmaya başlıyordu. Flohr’la birlikte birinciliği paylaşan Mihail Moyseyeviç Botvinnik (1911-1995), Sovyetler’in dünya şampiyonluğu için yıllardır hazırladığı isimdi. 

Savaş öncesi dünya satrancının zirvesinde de durum karışıktı. Alekhine gücünü kaybetmeye başlamıştı; Rus Botvinnik, Estonyalı Keres, Amerikalı Reshevsky ve Fine, Çekoslovak Flohr ile Avusturyalı Eliskases şampiyonla unvan maçı yapması sözkonusu olan satranççılardı. Savaş çıktığında, 1939 Buenos Aires Satranç Olimpiyatı devam ediyordu. 

Savaş sonrası satranç, Sovyet hegemonyası altına girdi. Bu 15 yıllık periyoda damgasını vuran da Botvinnik olacaktı. Kirilenko’nun 1925 yılında hayalini kurduğu hakimiyet 1948’de gerçekleşti ama, Stalin’in öldürttüğü politikacı o günleri göremedi. 

Satrançta Sovyet hegemonyası 2. Dünya Savaşı’ndan sonra satranç, tamamen Sovyet hegemonyasına girdi. Botvinnik (üstte) 15 yıl boyunca en parlak isim oldu. Leton Yahudisi Mikhail Tal (altta) o dönemde sivrildi fakat dünya şampiyonluğunu sadece bir yıllığına alabildi. 

1948’te Botvinnik 7. dünya satranç şampiyonu oldu ve 1963 yılında yine Sovyet vatandaşı Petrosyan’a karşı unvanını kaybetti. Bu yıllarda tüm şampiyonların ve hatta onlarla oynamaya hak kazananların hep SSCB’den oluşu, Rus satrancının dominasyonunu had safhaya getirmişti. Dünya şampiyonluğu maçları ve önemli turnuvalarda tiyatrolarda yer kalmıyor, dışarıda kalanlar için bile demonstrasyon tahtalarında partiler hamle hamle gösteriliyordu. Satranç Çigorin ve Alekhine devrinde olduğu gibi kültürel bir etkinlik olmaktan çıkmış, tam anlamıyla bir spor haline gelmişti. Artık sadece Rusların değil başka Cumhuriyetlerin de satrançta söz sahibi olduğunun örneği, Leton Yahudisi Mihail Tal’in 1960’da unvanı almasıydı. Sert ve kombinatif stiliyle sadece bir yıl dünya şampiyonu kalabilen Tal, vefat ettiği 1990’lara dek halkın şampiyonuydu. Fakat Botvinnik 1961’deki rövanş maçında Tal’e de şans tanımamıştı:13-8. 

Kafkaslarda satranç, yine herkesin beklediği şekilde çok eski ve köklü bir sisteme dayalı değildi. Letonya’da Tal ve Estonya’da Keres gibi, Gürcistan ve Ermenistan’da da tek tük ustalar vardı. İşte Ermeni Tigran Petrosyan bu gerçeği değiştirdi ve sağlam oyunuyla 1963’te Botvinnik’i 12,5-9,5 (6-3) mağlup ederek dünya şampiyonu oldu. 

Arkasındaki büyük desteğe rağmen Ermeni şampiyon ne hikmetse bekleneni veremedi. 1963-1969 arası yurtdışında turnuva kazanamadı. 1966’da Spaski’yi az farkla da olsa (12,5- 11,5) yenerek unvanını korumasına rağmen, 1969’da ona 12,5- 10,5 yenilerek şampiyonluğu kaybetti. 

Mükemmel fiziği, yabancı dil bilgisi, Avrupai zevkleriyle Spaski, 1970’lerde Rusları en iyi temsil edebilecek kişiydi. Onun devrinde aynı zamanda teorik çalışmalar zirveye ulaşmış, şampiyonun oluşturacağı ekibe hazırlık açısından karşı çıkmak, dünyada neredeyse imkansız hale gelmişti. Ayrıca Spaski, birçok uzman tarafından gelmiş geçmiş en büyük kabiliyet olarak nitelendirilmekteydi. Hem pozisyonel hem de taktik oyuna hakimiyet; iyi hesap yapabilme yeteneği; oyunortası, oyunsonu ve mükemmel tekniğiyle Spaski, kendine bahşedilmiş her konuda sivrilmişti. “Açılış” dendiğinde, tüm ülke ve sistem emrine amadeydi. 

Tigran Petrosyan ve Spaski devri 


Ermeni satranççı Petrosyan (üstte) 1963 dünya şampiyonasında vatandaşı Botvinnik’ten bayrağı devraldı. Zirvede altı yıl kaldı. 70’lerin efsanesi Spaski (altta, en solda) Amerikan rakibi Fischer’i (altta sağda) Rus satranç ekolünün temsilcisi olarak nitelemişti. Ünvanı da 1972’de ona kaptırdı. 

İşte Ruslar tam da bu anda darbe aldı. Aslına bakarsanız en tepede olduklarına inandıkları anda, sistem bir kişi tarafından yıkıldı: Fischer! İşin ilginç tarafı, Spaski’nin kendi sözleriyle Rus ekolünün en iyi temsilcisi de Fischer’den bir başkası değildi! 

1970’e kadar Fischer, Ruslar için “gelişmekte olan” bir oyuncuydu.Turnuvalarda onlarla boy ölçüşmekte, hatta önlerinde birincilik alabilmekte ama, Adaylar Turnuvası’nda bilhassa dogmatik yaklaşımı ve sığ açılış repertuvarıyla bir tehdit yaratamamaktaydı. Ama işler o tarihte değişti. Soğuk Savaş zamanı Amerikan satrancının başına getirilen Ed Edmonson ilk olarak Bölgelerarası Turnuvaya gitme hakkı olan Benkö’ye para vererek, yerini Fischer’e bırakmasını sağladı. Fischer, Aday Maçlarına katılma hakkı veren turnuvada Geller, Taymanov ve Smıslov’u yendi. Taymanov’u 6-0 ve Larsen’i de aynı skorla geçtikten sonra Ruslar uyandılar. Aslına bakarsanız sistem bir açıdan çökmüştü; çünkü yıllardır kendi aralarında oynamaya alışmış ve yaşlanmış Rus oyuncular ne Fischer’le başedebilecek enerjiye sahiptiler ne de kalitesi ne olursa olsun ülke boyunca ilan edilen seferberlikle yollanan analizleri özümseyip masabaşında icra edecek hafızaları kalmıştı. 

Fischer’le yaptıkları maçın ilk partisinde Petrosyan’ın Moldavyalı antrenör Çebanenko’dan gelen analizi tam olarak hatırlayamaması bunun en güzel örneği oldu. İlk 5 partinin 2,5-2,5 ile geçilmesi Fischer’i durduramadı; son dört oyunu kazandı: 6,5-2,5. 

İlk altı oyunu kaybeden Taymanov ve son dört oyunu kaybeden Petrosyan, Rusları paniğe sevketti. Spaski’yi Geller’le aylar boyunca kampa aldılar. Tüm kuvvetli oyunculardan bir kez daha Fischer’e karşı ne ve nasıl oynanması hakkında dosyalar alındı. Ama Rejkavick’te yapılan dünya şampiyonluğu karşılaşması 12,5-8,5 (7-3) Fischer’in lehine sonuçlanacaktı. Üstelik Spaski’nin kazandığı partilerden biri hükmen, bir diğeri ise Fischer’in eksantrik oyunuyla ilgiliydi. 

Rus satranç ekolü adeta çökmüştü. Fischer’in devamlı açılış değiştirmesi, sadece bir kez hazırlanmış, çalışılmış bir pozisyona düşmesi hezimetin tek nedeni değildi. Psikolojik savaş ve büyük gerilim Spaski’nin kaldırabileceği şeyler değildi. Böyle bir baskıyı kaldırabilecek ve üst düzey tek Rus oyuncu, o ana dek emin adımlarla ilerleyen Anatoli Yevgenyeviç Karpov (1951-) olabilirdi. Bu noktadan itibaren Rus satrancının tüm desteği Karpov’a yöneldi. Ayrıca Karpov, Çigorin, Spaski ve hatta Alekhine gibi tam Rustu. 

Spaski’den Karpov’a geçiş kolay olmadı. Karpov, Aday maçlarında yine hepsi Rus olan sırasıyla Polugayevski, Spaski ve Korçnoy’u yendi ve zirveye oturdu. Fischer ise ileri sürdüğü şartların kabul edilmemesi sonucu, satranç dünya şampiyonluğu için unvan maçına çıkmadı. Fischer’den kurtulan Rus satrancı Karpov’la ilerlemeye devam ederken beklenmedik bir problemle karşılaştı ve 1976’da Korçnoy Batı’ya iltica etti. O devirde Avrupa’da Karpov’u örnek alanlar, aynı zamanda SSCB’ye de sempati duymaya başlamışlardı. Korçnoy ise yaptığı menfi propagandayla düzeni ciddi şekilde yıpratmaya başlamıştı. 

Karpov, Spaski’den hem mental olarak daha güçlüydü, hem de diktatör Marcos’un Filipinler’inde içeriden bir müttefik bulunmuştu: Organizatör Campomanes! Daha sonraki yıllarda FIDE’yi Marcos’un ülkesine çevirecek olan Campomanes, bir çok skandala yolaçacaktı. Üç ay süren maçın 31. oyununda durum 15,5-15,5 (5-5) berabereyken son oyunu kazanan Karpov maçı da 6-5 aldı ve Ruslar için bir kabus sona erdi. 

Ama üç yıl sonra 1978’de, bu kez önce Petrosyan’ı 5,5-3,5 sonra Polugayevski’yi 7,5-6,5 ve Aday Maçları’nın finalinde de bir Batılıyı, Alman Hübner’i 4,5-3,5 yenen Korçnoy yine finale çıktı. 1981’deki maç da Karpov-Korçnoy çekişmesini bitirdi: 11-7 (6-2). 

Son büyük rekabet: Karpov – Kasparov 1980’lerin başında Rus satrancının devi Anatoli Yevgenyeviç Karpov (sağda) oldu. Büyükusta girdiği tüm turnuvaları kazanıyordu. 1985’ten itibaren vatandaşı Kasparov (altta solda) ile arasında amansız bir rekabet doğdu. Kasparov 1990’daki maçı kazanarak gelmiş geçmiş en büyük rekabete son verdi.

O günleri hatırlayanlar, girdiği hemen hemen tüm turnuvaları kazanan Karpov’un nasıl yenileceğini merak ediyorlardı. İşte bu noktada Gari Kimoviç Kasparov (1963-) ortaya çıktı. Yahudi olan babası Kim Vaynştayn’ın soyadından, Ermeni annesi Klara Kasparova’nınkine dönmesi dünya şampiyonluğuna oynamak adına ona ne getirdi bilinmez ama, daha çok küçük yaşlarda ortaya çıkan kabiliyeti giderek büyüdü ve Botvinnik’in mentorluğunda kendini çok kısa bir süre içinde Karpov’un karşısında buldu. İşin ilginci, bu yolda önce Karpov jenerasyonundan Belyavski’yi sonra Korçnoy’u ve Aday Maçları Finali’nde de eski dünya şampiyonu Smıslov’u geçti. Yine herkes Rustu! Bu kez değişen, Bakü doğumlu Kasparov’un arkasında Haydar Aliyev’in vasıtasıyla Azebaycan’ın parasının olduğuydu. Prestroyka ile birlikte değişen ekonomik dengeler altında, artık tüm destek sadece şampiyona verilmiyordu. 

Bu devirde Karpov’a karşı belki daha da iyi bir ekip kuran Kasparov, 1984’de başlayıp 1990’da biten bir dizi ve olaylı unvan maçı sonrası Karpov’u yenerek dünya şampiyonu oldu ve böylelikle satrançta gelmiş geçmiş en büyük rekabet de bitti. 

Günümüzde dünya satranç şampiyonu Norveçli Magnus Carlsen. Peki ne oldu da Ruslar unvanı kaptırdılar? SSCB için satranç, ideal propaganda aracıydı. Kralların oyunu, oyunların kralı “Rusların ne kadar zeki olduğunu” en az uzay programı kadar vurgulamaktaydı. Sonrasında değerler değişti. Gençler için satranç, ülkenin sınırlarını zorlayacak, Batı’da para kazanıp içerde imtiyazlı yaşam verecek bir araç olmaktan çıktı. Gelenek ve satrançtaki kuvvet mevcudiyetini devam ettirmekteydi ama, dağılmayla birlikte nasıl bir traktörün parçaları ayrı cumhuriyetlerde yapılırken 1991’de elinizde sadece tekerlek fabrikası kaldıysa, satrançta da benzer bir durum ortaya çıktı. 

Rus Halifman ve Kramnik, Ukraynalı Ponomaryov, Özbek Kasimcanov FİDE Dünya Şampiyonu oldular. Ermenistan, Azerbaycan, 1992’de Rusya’nın arkasından Olimpiyat ikincisi olan Özbekistan’ın başarısını Avrupa, olimpiyat ve dünya takımlar şampiyonluklarına taşıdılar ama devir değişmişti. Bilgisayarların gelişimiyle, enformasyonun da dünya çevresinde daha hızlı dolaşımıyla herkes eşit şartlarda çalışma imkanı buldu. 2013 yılı Avrupa Takımlar Şampiyonasında Türkiye Rusya’yı 2,5-1,5 yendi! 

Son 25 yılda satrancın dünyadaki kaybı büyük oldu. Fischer, Spaski, Karpov, Korçnoy ve Kasparov devrindeki popülarite bir daha yakalanamadı. Bunun sebeplerinden biri de idari anlamda başarısızlıktı. Bu ortamda kurtarıcı(!) olarak ortaya sürülen İlyumjinov, Baron Mülhausen’den farksızdı! İlyumjinov devrinde haksızlık, şike, suistimal, usulsüzlük ayyuka çıktı. Ruslar sırf dünya satrancını idare edebilmek adına FİDE seçimlerinde Karpov ve Kasparov’a karşı hem de elçilikleri kullanarak İlyumjinov’u desteklediler. İlyumjinov son sekiz yılda iki eski dünya şampiyonuna karşı hem Rusya’dan aday gösterildi hem seçimde desteklendi hem de seçim kazanarak FİDE Başkanı oldu. Başka söze gerek yok!