Kasım
sayımız çıktı

Terör ve savaş içinde, tarihin dışına doğru…

Artık “kadınlar ve çocuklar öldü­rülmesin” diyenin PKK’lı, “bu milletin evladı olmakla gurur duyuyorum” diyenin faşist sayıldığı bir ükede yaşıyoruz. Büyük merkezlerden aile içlerine uzanan şiddet, siyasetçile­rin birbirlerine saldırmak için kullan­dıkları bir tema. Öyle ki işi çözüm üret­mek olan bu insanlar, “sözün bittiği yer­deyiz” diyerek, devam eden kirli savaşta safları sıklaştırmayı, sokağı ve silahı va­azediyor. Kimi gazete ve gazeteciler de Doğu’daki “düşük yoğunluklu savaş”tan pek tatmin olamadıkları için, Suriye ta­raflarına doğru gelişebilecek “sıcak sa­vaş” manşetlerini yükseklere çıkarıyor.

Tekerrür eden politika, her zaman olduğu gibi “mukabele-i bilmisil” zihniyeti ve uygulamalarıyla şiddet eylemlerini bitireceğini ilan ediyor. Şimdiye kadar yüzlerce defa “beli kırılan” terör karşısında “istihbarat zaafı”nden bahsetmek, neredeyse vatan hainliğiyle eş tutuluyor. Her gün televizyonlarda boy gösteren mühim şahsiyetler, sorumluluk almak yerine kendileri dışındaki hemen tüm odakları suçlayarak, daha şimdi­den siyaset tarihimizin geri dönüşümsüz çöplüğüne atılıyor.

Ateşler artık sadece düştüğü aileleri değil, mahalleleri, şehirleri ya­karken, buralarda tahrip edilen, yokedilen benzersiz tarihî eserlerden sözetmek de ayıp kaçıyor (Bunların yokluğunun acısı kuşaklar boyu sü­recek, kültürel devamlılığı sağlayan miras yapıların tahribatı, insanları da otlaştıracak. Tarih-kültür gemisi lafla, nutukla yürümüyor).

Büyük şehirlerin her zaman kalabalık meydanları, yol ve istasyon­ları haftasonları bile yavaş yavaş tenhalaşırken, distopya filmlerindeki görüntüleri çağrıştıran bir gelecek korkusuyla sarmalanıyoruz.

“Türkiye’nin istikrarını hedefleyen terör” klişesini bir an önce ter­ketmek, birbirimizle değil toplumsal ve ekonomik eşitsizlikle savaşmak hem bir sorumluluk hem de yegane umut ve iyimserlik noktası. Diğer türlü, tarihin çöp sepeti hepimizi birden bekliyor.