Devlet başkanları düzeyinde kararlaştırılıp 1916’da projelendirilen, 1917’de Divan Yolu’nda temeli atılan yapı, 1. Dünya Savaşı’nın bitimindeki yenilgi yüzünden yapılamamıştı. Döneminde çok tartışma yaratan bina için ayrılan adanın ön cephesinde, bugün bir kafe-restoran bulunuyor.
Osmanlı Devleti 1730’dan sonra siyasi, askerî ve teknik açıdan Fransız nüfuzuna sahne olmuştu. Bu sıralarda Avrupa’da henüz ağırlığı olmasa da Büyük Friedrich’in Prusyası emin adımlarla kendine yer açıyordu. Prusya’nın etkisini hisseden ve desteğini değerlendirmek isteyen Osmanlı Devleti, bir Hıristiyan devletle ilk ittifak anlaşmasını 1790’da Prusya ile imzalamıştır. Bu ilk somut ittifak II. Mahmud devrinde Alman General Helmut von Moltke ve maiyetinin Osmanlı ordusunda görev almalarına giden bir sürecin başlangıcıdır.
1880’lerde Bismarck’ın Osmanlılara pek yüz vermeyen politikasına rağmen Alman teknik ve askerî heyetleri Türkiye’de çalışmaya başladı. Bunlar 1918’de ülkemizi terk ettiklerinde sayılarının yirmi beş bine ulaştığı görüldü. İlk ittifaktan yüz bir yıl sonra birliğini tamamlamış Almanya’nın yeni imparatoru II. Wilhelm, tahta çıkışının ertesi yılında 1889’da İstanbul’u, Sultan II. Abdülhamid’i ziyaret etti. Burada temeli atılan dostluk, görev süreleri boyunca iki hükümdarın menfaat birliğini ve ülkeler arasındaki ilişkilerin seyrini belirledi.
Kayser Wilhelm 1898 ve 1917’de İstanbul’u iki kez daha ziyaret edecektir. Bütün bu ziyaretler boyunca Türkiye ile Almanya arasında gelişen münasebet, Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra da kesilmeyecek ve 1. Dünya Savaşı’nda Almanların en büyük müttefiki olarak yer almamızla sonuçlanacaktır.
Bundan tam yüz yıl önce Almanya’da Alman-Türk Dostluk Cemiyeti kuruldu. Bunun karşılığında İstanbul’da Talat Paşa’nın isim babalığı yaptığı “Türk-Alman Dostluk Yurdu” projesi başlatıldı. Temeli atılan bina, tiyatro, konferans, sergi salonları, kahvehaneler, kütüphaneler, danışma birimlerinden ibaret dev bir kültür merkezi olacaktı. Yapının, İstanbul’da Divan Yolu’ndan Sultanahmet’e giderken Köprülü Kütüphanesi’ni geçtikten sonra, Sultan II. Mahmud Türbesi karşısındaki mevkide, şimdiki Piyer Loti ve Klod Farer caddeleri arasındaki adada kurulması tasarlanmıştı. Çalışmalara başlanılmasına rağmen savaşın mağluplarının ülkeyi terk etmesiyle proje kağıt üzerinde kaldı.
1916’da bizde de bir Türk-Alman Dostluk Cemiyeti kurulur ve nizamnamesi neşredilir. Buna göre Dostluk Yurdu binasının inşası için gereken meblağı vermiş olan zevat, Dr. Robert Bosch, Dr. Boettinger, Prof. Dr. Ernest Jaeckh olarak belirlenir. Bunlar cemiyetin değişmez üyeleri olarak tescil edilir ve vefatlarında mirasçılarının da aynı haklara sahip olacakları kabul edilir.
Nizamnameye göre cemiyetin Heyet-i Fahriyesi (Onur Kurulu) Sadrazam Prens Said Halim Paşa, Almanya’nın Dersaadet Büyükelçisi Kont Wolf-Metternich, Hariciye Nazırı Halil Beyefendi’den ibarettir. Ayrıca Heyet-i Hâmiye (Himaye Edenler Kurulu) oluşturulmuştur. Enver Paşa’nın fahri başkanı olduğu bu heyetin üyeleri Talat Bey, Cemal Paşa, Müşir Baron von der Goltz Paşa, Müşir von Usedom Paşa, Almanya Sefaret Müsteşarı Baron von Neurath’tan ibarettir.
Esas işleri görecek olan yönetim kurulunda ise 24 üye vardır. Teşrifat-ı Umumiye Müdürü İsmail Cenani Bey’in reis olduğu kurulda Türk ve Almanlardan önemli isimler bulunur. Daimi üyeler arasında bulunan ve Berlin’deki Alman-Türk Dostluk Cemiyeti Genel Sekreteri Prof. Dr. Ernst Jaeckh buranın yönetim kurulunda da üyedir. Zaten Dostluk Cemiyeti’nin arkasındaki fikir babası büyük ölçüde Ernst Jaeckh’tir. Osmanlı belgelerinde “Dr. Yek” olarak yazılan bu isim padişah tarafından Mecidi Nişanı ile de onurlandırılacaktır.
Her iki ülke, devlet başkanları düzeyinde bu projeye önem verdiler. Askerî, siyasi ve teknik ittifakın muhtevasına kültürel bir boyut kazandırmak, halk kitlelerini Türk-Alman dostluğunun gerekliliğine inandırmak, binlerce Türk öğrenciyi Almanya’da okutmak gibi ideal ve niyetlere bu bina üzerinden istikamet tayin edildi. Bu bakımdan Dostluk Yurdu, sefaretlerin, yabancı temsilciliklerin bulunduğu Beyoğlu’nda değil, hedef kitlenin bulunduğu Türk muhitinin göbeğinde inşa edilecekti. Sultanahmet Meydanı’na Kayser Wilhelm’in hediyesi olan Alman Çeşmesi’nin yarattığı etkiyi arttıracak bir mekân düşünülmüştü. Böylelikle arayışlar sonuç verdi ve inşaat alanı tespit edildi. Alan beş dönüme yakın olacaktı. Divan Yolu’na bakan kısa kenarı 49 m. Şehremaneti tarafı 96 m. uzunluğunda dikdörtgene benzer bir yamuk şeklinde tasarlanmıştı.
Türk-Alman Dostluk Yurdu projesi için Almanların en büyük tasarım organizasyonu olarak ünlü ve saygın mimarları bünyesinde toplayan Deutsche Werkbund örgütü tarafından bir yarışma düzenlendi. Devrin önde gelen mimarları İstanbul’a getirildi ve kendilerine inşaat arsası gösterildi (Bu mimarlardan Bonatz, Eberhardt, Taut gibi isimler Cumhuriyet döneminde tekrar geldikleri Türkiye’de önemli eserlere imza atacaklar ve Türk mimarlığına hoca olarak da katkıda bulunacaklardır). Sonuçta German Bestelmayer’in (1874-1942) projesi yarışmayı kazandı. Daha sonra iki defa tadil edilen projenin ilk parselin yanındaki Binbirdirek alanına taştığı, üslup itibariyle Osmanlı mimarisinden ilham aldığı görülür.
Sultan Reşad’ın cülus yıl dönümünde 27 Nisan 1917’de temelin atılması ve belirlenen alanda inşaata hemen başlanılması düşünülmüştü. Ne var ki arsa üzerinde iki cami, bir mektep, onlarca ev ve işyeri bulunmaktadır. Bu alanda Asmalı Mescid de denilen Hoca Ferhad Camii, Divan Yolu’na cepheli, Sinan Ağa Mescidi, Şehremaneti karşısında, İsmihan Sultan Mektebi de bu alanda faaliyetteydi.
Harbiye Nezareti tarafından alelacele istimlâk işlemlerine başlandı. İnsanlar evlerinden zorla çıkarıldı, eşyaları yollara saçıldı. Camiler ve mektep dahil olmak üzere binaların büyük çoğunluğu süratle yıkıldı (Temel atma törenine ait fotoğrafta, alandaki bir binanın boşaltıldığı ama henüz yıkılmadığı görülmektedir).
27 Nisan 1917 günü olağanüstü hareketli bir gündür. Dâhiliye Nazırlığından Sadarete getirilen Talat Paşa ilk dış seyahatini yaptığı Almanya’da bulunduğu için törene katılamaz. Bir kutlama telgrafı gönderir. Enver Paşa, İsmail Cenani Bey, Dr. Jaeckh, Almanya Büyükelçisi Kühlmann, Berlin Mebusu Traub, her iki ülkedeki Dostluk Yurdu üyeleri, mimarlar ve birçok seçkin davetli Divan Yolu’nda toplanır.
Tören alanının ortasına konulan bir masa üzerinde yazı takımı, bir çekiç, bir mala, silindirik çinko bir mahfaza içinde merasim mazbatası ve her cins para bulunuyordu. Nutuklar atıldıktan sonra çinko mahfazadan merasim mazbatası çıkarılmış, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Şehremini Bedri Bey, İsmail Cenani Bey, Maarif Müsteşarı Dr. Schmidt Türkiye namına, Alman Büyükelçi von Kühlmann, Dr. Bosch, Dr. Schacht, Dr. Jaeckh Almanya namına mazbatayı imzalamışlardır. Çeşitli paralar ve mazbata, mahfaza içine konularak Mimar Kemaleddin Bey tarafından temel atılacak yere getirilmiş ve Enver Paşa bu mahfazayı temel taşının altına koymuştur. Çekiç ile bir iki defa vurulmuş, taş mala ile sıvanmıştır.
Bu mutlu tablo Osmanlı Devleti ve Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nın kaybedenleri olmasıyla bozulmuş, bina inşaatı yarım kalmış, Dostluk Yurdu’nun başındaki İttihat ve Terakki yöneticileri yurtdışına çıkmışlardır. Böylelikle mezbeleliğe dönüşen arsanın nasıl değerlendirileceği, işgal İstanbul’undaki belediyenin en büyük problemlerinden biri olmuştur. Çözümler bulunulmaya çalışılmış, insanlar mülklerinin iadesi için kapıları aşındırmaya başlamışlardır.
Vatandaşlara mülklerinin iadesi veya istimlâk bedelinin ödenmesinin nasıl gerçekleştiğini ayrı bir araştırma konusu olduğundan tespit edemedik. Sinan Ağa Camii arsasının ise Vakıflar tarafından 1933’te satışa çıkarıldığını ve Halit Ziya Uşaklıgil tarafından satın alındıktan sonra Sinan Ağa adını verdiği apartmanı inşa ettirdiğini biliyoruz. Hoca Ferhad Camii yeri uzun yıllar arsa halinde kaldı ve yakın bir tarihten beri önce çay bahçesi, sonrasında restoran olarak kullanılmaya devam ediyor. Batı tarafındaki sokağa verilen “Dostluk Yurdu Sokağı” ismi bu bahtsız projenin hatırasını yaşatıyor. Bu parsellerde yer alan binaların perişan ve üslupsuz hallerini gördükçe “Bestelmayer’in projesi keşke gerçekleşseydi” diye düşünmeden edemiyorum.
MİLLÎ SLOGANIMIZ ‘KÖKÜ DIŞARDA’ ÇIKTI!
‘Türkiye Türklerindir’ diyen ilk kişi bir Almandı
Türk-Alman Dostluk Yurdu binasının temel atma töreninde Alman Feldmareşal von Mackenzen’in telgrafı da okunur: “Türkiye Türklerindir. Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır”.
Binanın temel atma töreni sonunda kurbanlar kesilerek fakirlere dağıtılır ve dua edilir. Törene katılamayanlardan gelen kutlama telgrafları hükümdarlarınki başta olmak üzere okunmuş ve Türk-Alman dostluğunu temellendiren ideolojik nutuklar verilmiştir. Okunan en ilginç telgraf o sıralarda Galiçya cephesinin muzaffer komutanı Feldmareşal von Mackenzen’in telgrafıdır. Telgraf metnindeki, sonraki yıllarda slogan halini alacak “Türkiye Türklerindir” sözü “Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır” cümlesiyle tamamlanarak ilk defa bu merasimde dile getirilmiştir. Bu gösterişli törenin ardından birkaç gün süresince ziyafetler düzenlenmiş, Darülfünun ve Galatasaray Sultanisi gibi okullarda Alman düşünür ve bilim adamları tarafından çeşitli konferanslar verilmiştir. Kayser Wilhelm beş ay sonra İstanbul’a yaptığı üçüncü ziyarette inşaatı süren binayı özellikle ziyaret etmiştir.
Foto: Servet-i Fünun dergisi
İSMAİL HAKKI BEY VE HALİDE HANIM’IN HÜKÜMETE İSYANI
‘İstanbul’un ortasında İslâm unsuruna tehcir’
Türk-Alman Dostluk Yurdu binasının yapımı için evinden atılan, istimlak bedeli ödenmeyen Halide Hanım, Bakanlığa yazdığa mektupta “Bu uygulama tehcirin yalnız Anadolu’da değil İstanbul’un göbeğinde de İslâm unsuruna reva görüldüğünün işaretidir” diyordu.
İyi niyetli bile olsa devletlerarası ittifak veya güç gösterilerinin ceremesini daima vatandaşların çektiğine ibretli bir örnek teşkil etmesi açısından emekli Tabip Kaymakam İsmail Hakkı Bey ile eşi Halide Hanım’ın arzuhalini özetlemek isabetli olacaktır. Halkın zararı ve mağduriyeti düşünülmeden yapılan icraatların gönüllerde açtığı yara sürekli kanamaktadır. İşte Halide Hanım’ın mektubu:
“İçişleri Bakanlığına
Türk-Alman Dostluk Yurdu binası için Sultan Mahmud Türbesi karşısında yâr u ağyar nazarlarına maruz iki harabe mahallenin ahali ve sakinlerinin feryad u figanlarına bakılmadı. Bu yerler Firari Talat, Enver ve Topal İsmail’in olurlarıyla fukara kesesinden zenginlere bahşiş kabilinden Harbiye Nezareti’nden Almanya’ya hediye edildi. Şehremaneti vekâletinde bulunan Sezai ve Maliye Müsteşarı Tahsin Beylerin belirledikleri çok düşük istimlâk bedeli mukabilinde kanun dışı istimlâk edilen ikamet ettiğimiz evlerimizden eşyalarımız sokağa atıldı, evlerimizden çıkarıldık. Evlerimiz yıkıldı ve kira köşelerinde süründüğümüz halde ne iadesini beklediğimiz arsalar iade edildi ne de istimlâk bedelleri ödendi. 24 Nisan 1919 tarihli İstikbal gazetesinde görüldüğü üzere belediye, kanunsuz istimlâk ettiği yerleri park haline getirmeye karar vermiştir. Bu uygulama tehcirin yalnız Anadolu’da değil İstanbul’un göbeğinde de İslam unsuruna reva görüldüğünün işaretidir. Henüz tasarrufumuzda bulunan, altında iki dükkân ile üç kat üzere altı odalı kâgir hane arsasının vaat edildiği gibi iadesini, enkaz bedelinin ödenmesini, ferağı icra edilmeden evden başka bir kullanım şekline asla rıza göstermeyeceğimizi bildiririz.
24 Nisan 1919
Divan Yolu’nda Firuz Ağa Mahallesinde Cebeci Sokağında 2 numaralı hanede kiracı olarak oturan emekli Tabip Kaymakam İsmail Hakkı ve zevcesi Halide.”