Milli takımın ve üç büyük kulübün unutulmaz maçlarına sahne olan İnönü Stadı bu ay yeni haliyle açılıyor. Birkaç kuşağın futbolu tanıdığı, yeşil sahayı ilk kez gördüğü İnönü Stadı’nın tarihi, inşaat sürecinden isim tartışmalarına, beleşçi seyircilerden karaborsacılara kadar ilginç olaylarla, anılarla dolu.
Fenerbahçe Stadı, İstanbul’da futbol oynanması için düzenlenmiş ilk spor alanıdır. 1908’de kurulan Union Club, Kadıköy’deki u arsayı yıllığı 30 altına kiralamış ve zemini İngiltere’den getirilen çimlerle kaplayarak futbol sahasına dönüştürmüş, küçük bir de ahşap tribün yaptırmıştır.
İstanbul’daki maçlar 1921’e kadar burada oynanır. 1921’de Taksim’deki Topçu Kışlası bahçesinin sahaya dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Taksim Stadı ve 1933’te Çırağan Sarayı bahçesinde oluşturulan Şeref Stadı’nın da hizmete girmesiyle “stadyum” sayısı üçe çıkar. Ama bunların hiçbiri modern bir stadyumun özelliklerini taşımaz.
Futbolun İstanbul dışında, Anadolu’nun büyük il merkezlerinde de bilinen, duyulan bir spor dalı olmaya başladığı 1930’ların bir başka özelliği de dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de spor ve “beden eğitimi”ne çok önem verilmeye başlanmış olmasıdır. Gazetelerde hem futbolun hem de başta atletizm olmak üzere diğer sporların yapılabileceği büyük bir stadyum hayali de 1930’dan itibaren dillendirilir. İstanbul Belediyesi de aynı tarihlerde stad için yer belirleme çalışmalarına başlar. Gazetelerin “asrî stadyom” olarak adlandırdığı stadın 50 bin kişi kapasiteli olması, Çukurbostan, Aksaray Yenibahçe ya da günümüzde üzerinde Hilton, Divan ve Hyatt Regency otelleri, İstanbul Radyosu, Askeri Müze, Gezi Parkı ve başka onlarca yapının bulunduğu devasa Surp Agop Ermeni Mezarlığı arazisine yapılması düşünülmektedir.
“Asrî stadyom” hayali 1930’lu yılların sonuna gelindiğinde de gündemdedir. Ancak 19 yıl boyunca en önemli spor etkinliklerine sahne olan Taksim Stadı, Topçu Kışlası’yla birlikte 1940’ta ortadan kalkacağı için büyük stadın yanı sıra Taksim Stadı’nın işlevini görecek daha küçük ölçekli en az bir stada daha ihtiyaç vardır. Bunun için düşünülen iki yerden biri Mecidiyeköy diğeri Dolmabahçe’dir.
O yıllarda şehir Şişli’de bittiği ve Mecidiyeköy uzak sayıldığı için Dolmabahçe daha ön plandadır. 1938 yılı sonunda imar işlerine önem vermesiyle ünlü Lütfi Kırdar İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olunca stadyum faaliyeti de hızlanır. Kırdar, 6 Şubat 1939’da yaptığı açıklamayla Dolmabahçe’deki stad çalışmaları için bir komisyon kurulduğunu müjdeler.
7 Nisan 1939’da stad için oluşturulan komisyon ilk toplantısını yapar.
Beden Terbiyesi Umum Müdürü General Cemil Taner başkanlığındaki komisyonda, 1936’da Ankara Stadı adıyla açılan 19 Mayıs Stadyumu’nu da tasarlayan, yaptığı hipodrom, veledrom ve stadyumlarla tanınan İtalyan mimarı Paolo Vietti-Violi de vardır. İlk toplantıda stadın kapasitesi, hangi sporların yapılabileceği, inşaat maliyeti konuşulur.
1936’da Atatürk’ün daveti üzerine İstanbul’un planlaması görevini üstlenen ve önerileri 1938-1949 arasında Lütfi Kırdar’ın gerçekleştirdiği bir dizi imar operasyonuna kaynak olan Fransız mimar ve şehircilik uzmanı Henri Prost da stad komisyonunun bazı toplantılara katılır.
Komisyonun 15 Haziran 1939’daki toplantısına kadar stadın bostanların olduğu yere (Maçka Parkı’nın bulunduğu taraf) yapılması düşünülüyorsa da Prost’un eğimli arazinin düzleştirilmesinin çok zor ve masraflı olacağı uyarısıyla şimdiki yerine alınır.
Komisyonun bundan sonraki toplantılarında en önemli gündem stadın yapılacağı yerdeki Gazhane’dir. Gazhane’nin hem yıkılması hem de başka bir yerde yeniden inşa edilmesi gerektiği için stadyum maliyeti artmaktadır. Bu maliyet nedeniyle stadın başka bir semte yapılması bile gündeme gelir ama sonunda stadın mimarı Violi’nin Gazhane yıkılmadan stadın inşaatına başlanması ve yıkımın daha sonra yapılması önerisi kabul görür. Bu plana göre stadın üç tarafındaki tribünler tamamlandıktan sonra stad faaliyete geçecektir. Gazhane tarafına yapılması gereken tribün yerine ise bir duvar örülecek, Gazhane kalktıktan sonra yıkılacak duvarın yerine eksik kalan tribün (sonraki adıyla yeni açık) yapılacaktır.
Ağustos sonlarında mimarlar Şinasi Şahingiray ve Fazıl Aysu, Violi’yle birlikte çalışmak için Milano’ya gider. Akşam gazetesi, iki mimarın bir buçuk ay kalıp proje detayları üzerinde çalışacağını yazar. Gazeteye göre mimarlar tamamlanmış projeyle döndükten sonra hızla ihaleye çıkılacak ve 29 Ekim’de temel atılacaktır.
1 Eylül’de II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine mimarlar planlanandan daha erken bir tarihte, 8 Eylül 1939’da dönerler. Proje henüz bitmemiştir ve 29 Ekim’de temelin atılması imkansızdır. 26 Ekim’de stadın inşaatının ertelendiği açıklanır.
26 Ocak 1940’ta Valilikten yapılan açıklamada, savaş nedeniyle inşaat için gerekli bazı malzemeler ithal edilemiyor olsa da “Stadın Avrupa’dan malzeme celbine ihtiyaç hissettirmeyen kısmının” inşasına başlanacağı duyurulur. 5 Şubat 1940 tarihli gazete haberlerinde, o zamana kadar hep Dolmabahçe Stadı diye söz edilen stada Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adının verilmesinin düşünüldüğü yazar. Cumhuriyet gazetesine göre bu fikrin sahibi Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’dır.
19 Mayıs 1940’ta stadın temeli törenle atılır. İsmet İnönü’nün katılmadığı törende konuşan Lütfi Kırdar, stada neden İnönü adını verdiklerini şöyle açıklar: “Bu güzel şehre vali ve belediye reisi olarak geldiğim zaman milli şefimiz büyük İnönü’nün stadyomlar hakkındaki işaretlerinden ilham almış bir memur ve bir vatandaş sıfatıyla İstanbul gençliğinin bir stada ne kadar muhtaç olduğunu ilk günlerden görmüştüm. (…) Stadyumun İnönü adıyla anılmasını hem kuruluşunda hâkim olan ilhamın en güzel ifadesi, hem de sporcu gençlerimize daima enerji, hamle ve iman telkin edecek tükenmez kıymette bir kaynak olacaktır”.
Ancak temel atılsa da savaş nedeniyle stadın inşaatı birkaç hafta sonra durur. 1942’de yeniden başlanan çalışmalar da kısa süre sonra kesilir, 1943’te bir kez daha işe girişilir ama işler çok yavaş ilerlemektedir. 1944 Mayıs ayında inşaatın hızlanacağı açıklanır. Bu tarihe kadar yapılanlarla karşılaştırılınca gerçekten de bir hızlanma olur.
Stadın en çok merak edilen özelliklerinden biri kapalı tribündür. Sekiz ay sürecek kapalı tribün inşaatına 10 Haziran 1946’da başlanır. Bundan bir hafta sonra stadın yanından Maçka’ya çıkan Kadırgalar ve Bayıldım yokuşlarında yapılan asfalt yol trafiğe açılır. 7 Eylül 1946’da Akşam Postası gazetesinde stadın inşaatının hızla yükseldiği haberi vardır. Stadın bir sonraki 19 Mayıs’a kadar tamamen biteceği yazan ve “Stadyum işi geç oldu ama güç olmadı” denilen haberde İnönü Stadı’nın özellikleri şöyle sıralanır: “300 sporcunun soyunma odaları, duş yerleri, tuvalet ve lavaboları, hakem soyunma odası ve duşları, antrenörlere mahsus çalışma odası, gazetecilere mahsus müteaddid (çok sayıda) telefonlu daire ve bölmeler, doktor ve sıhhi yardım odası, radyo ve hoparlör tesisi, fotoğraf ve film alma yerleri ve bunların banyo odaları, sporcular için bir sıhhat merkezi, seyirciler için çok sayıda tuvalet ve lavabolar, büfeler, gazeteciler için hususi tribün, 100 kişilik şeref tribünü, müstahdemler için banyo ve koğuşlar, iki idman salonu…”
İlk maç ilk heyecan
İnşaat söylendiği gibi 19 Mayıs 1947’de tamamlanamasa da stadın kapıları ilk kez 19 Mayıs törenleri için açılır.
İnönü Stadı’ndaki ilk futbol maçı ise 23 Kasım 1947’de Beşiktaş ile İsveç şampiyonu AIK arasında oynanacaktır. Aslında AIK takımının niyeti İsrail’de yapılacak bir turnuvaya katılmaktır ama Mısır’daki kolera salgınının oraya da yayılması endişesiyle bu plandan vazgeçip özel maçlar oynamak için Türkiye’ye gelmiştir. Federasyon, İsveç takımının Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve bu üç takımın karmasıyla yapacağı dört maçın İnönü Stadı’nda oynanmasına karar verir.
Açılış maçında Dolmabahçe tıklım tıklımdır. Ancak, stada kapasiteden fazla seyirci alınması tepkilere yol açmıştır. Cumhuriyet’teki haberde “Sevincimiz iğnelenen bir balon gibi sönüverdi” denilirken, Vatan “Haddinden fazla seyirci alınması yüzünden dün stadın içi ve dışı bir panayır yerine dönmüştü” yazar. Akşam ise izdiham yüzünden tribünden inip maçı sahanın kenarında oturarak izleyen yüzlerce seyircinin yarattığı tehlikeye dikkat çekmektedir.
Beşiktaş’ın 3-2 yenildiği maçın ve İnönü Stadı’nın ilk golünü atan futbolcu ise ileride Beşiktaş’ın başkanı olacak Süleyman Seba’dır. Maçı saha kenarına oturup izleyen ve gole olması gerektiğinden fazla sevinen bir seyircinin sarılmak amacıyla üzerine atladığı Seba yere yuvarlanır ama neyse ki bir sakatlık yaşamaz.
İlk maçtan itibaren, özellikle büyük maçlarda satılan bilet sayısından çok daha fazla seyirci tribünlerdedir. Aşırı kalabalığın sebebi “beleşçiler”, yani Beden Terbiyesi, Valilik ve kulüp yetkililerinin dağıttığı davetiyelerle içeri giren biletsiz seyircilerdir.
Bir de bunlar kadar büyük sorun olmasalar da maçı stada girmeden seyretmeye çalışan ikinci tür beleşçiler vardır. Yeni açık tribün yapılmadığı için stadın etrafında yüksekte bulunan bazı noktalardan rahatlıkla maç seyredilebilmektedir. 7 Mart 1949 tarihli Üniversite gazetesinde yer alan “Alaka Bekliyoruz” başlıklı bir yazı yazan Orman Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Kemal Salihlioğlu, “Büyük masraflarla meydana getirilen Teknik Üniversite’nin alt tarafındaki çam koruluğunun Dolmabahçe’ye bakan yamaçlarının son zamanlarda ücretsiz maç seyircileri için harcıâlem bir tribün haline getirildiği herkesin malumudur” deyip, beleşçi seyircilerin yeni ekilmiş çam fidanlarına zarar vermelerinden şikayet etmektedir. Yazıyla birlikte kullanılan ve beleşçi seyircileri uyarmak yerine onlarla birlikte maç seyreden bir polisin fotoğrafının altında “Maç seyretmek varken vazife nene gerek!” yazar.
İlerleyen yıllarda yeni açık tribün yapıldıktan sonra dışarıdan maç izlenecek yerler azalsa da Gümüşsuyu tarafındaki küçük bir bölüm yıllarca beleşçi seyircilere hizmet vermiş ve “Beleştepe” adıyla anılmıştır.
Gazhane dumanları altında
2. Dünya Savaşı’nın bitişiyle birlikte ilginin hızla arttığı futbol 1950’li yıllara gelindiğinde günlük hayatın içinde inkâr edilemez bir köşe kapmıştır. Federasyonun 1951’de profesyonelliği kabul etmesi futbolun daha da yaygınlaşmasına katkı yapar. İnönü Stadı da futbolun kalbinin attığı yerdir ve yıllar geçtikçe maç günlerinde daha kalabalık olmaktadır. Eksik tribünün bir an önce bitmesi bunun için de Gazhane’nin taşınması gereklidir. Kulüpler, taraftarlar ve gazeteler bu konuda baskı oluşturur. Üstelik mesele sadece eksik tribün değildir. Atletizm pisti nizâmi ölçüden bir metre seksen santim kısadır. Pistin yarışlara açılması için önce normal uzunluğa gelebilmesi bunun için de Gazhane’nin yıkılması ve stadın tamamlanması gerekmektedir. Gazhane’yle bitişik olmanın bir kötü tarafı da, rüzgârın yönüne göre bazı maçlarda seyircilerin pis dumanlar altında maç seyretmek zorunda kalmasıdır.
Uzun yıllar Gazhane’nin yıkılıp yeni tribün inşa edilmesini beklemekle geçer. 1954 yılında İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay 100 bin kişilik bir stadyum yapılacağını açıkladığından sonra İnönü Stadı ikinci plana atılmış gibidir. Stadın mimarı Violi de zaman zaman gazeteler aracılığıyla “Açılış yapıldıktan bir iki sene sonra Gazhane’nin yıkılacağına söz verilmişti” diye sitemlerini dile getirir. (Zaten proje hem eksik hem de ilk tasarlandığı kadar görkemli değildir. Violi’nin projesindeki Gazhane tarafında tenis kortları, deniz tarafında tunç kabartmalarla süslü büyük demir kapı, yine deniz tarafındaki kale arkasında üzerlerinde disk ve cirit atan atlet heykellerinin olduğu iki kule maliyeti arttırdığı gerekçesiyle yapılmamıştır).
Nihayet Başbakan Adnan Menderes 9 Mart 1960’ta “Gazhane tarih olacak, Mithat Paşa’nın kapasitesi yeni tribünle birlikte 50 bin kişiye çıkacak” müjdesi verir. Yıkım ve yeni tribün inşaatına yaz aylarında başlanacaktır.
Ancak araya 27 Mayıs darbesi girer. Yeni tribünlerin inşaatına ancak 1961’de başlanır. 1962-63 sezonunda yeni açık tribünün biten alt kısmına seyirci alınmaya başlar, tribünün tamamen bitmesi için ise 1963-64 sezonunu beklemek gerekecektir. Açıldığında 10 bini oturan 23 bin seyirciyi alabilen stad artık 21 bini oturan toplam 36 bin seyirci alabilmektedir.
Dolmabahçe deniz hamamı!
Stadın izdiham ve yıkılamayan Gazhane kadar önemli bir problemi de zemindir. İnönü Stadı açıldıktan yalnızca iki sene sonra zemini futbol oynanamayacak hale gelir. 1950’li yıllarda zemin iyice berbat haldedir. Yağmur ve kar yağdığı zaman hiçbir önlem çare olmaz. Birçok maç ertelenir, stad ara sıra dinlendirilse ve bakıma alınsa da kesin çözüm bulunamamaktadır.
1950’li yıllardaki perişan vaziyet stad tamamlandıktan sonra da uzun yıllar devam eder. 28 Kasım 1968 tarihli Cumhuriyet’teki üç karikatür durumu çok iyi özetlemektedir. İnönü’de oynanması gereken Fenerbahçe-Ajax Şampiyon Kulüpler Kupası ikinci tur maçının yağmur nedeniyle ertesi güne ertelenmesini konu alan karikatürlerin birincisinde, İnönü Stadı yerine “Dolmabahçe Deniz Hamamı” yazar. İkincisinde futbolcular tünelden sahaya bellerine geçirdikleri can simidiyle çıkarken üçüncüsünde bilet kuyruğundaki vatandaşlardan biri diğerine “Yağmurun yağıp maçın yarına ertelendiği iyi oldu zaten sıra bize ancak yarın gelir” demektedir.
Stadın adı değişiyor
İnönü Stadı’nın tarihinden söz ederken isim tartışmalarından da söz etmeden olmaz. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri kazanan Demokrat Parti, stadın artık muhalefet lideri olan İsmet İnönü’nün adını taşımasından rahatsızdır ve stadın adı Mithat Paşa Stadı olarak değiştirilir. İsim değişikliğinin tarihi, birçok kaynakta 1952 olarak geçtiği için genelde öyle bilinse de doğru tarih 22 Haziran 1951’dir.
Aslında Mithat Paşa’nın (1822-1884) futbolla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Adının bir stadyuma verilmesi en az İsmet İnönü adının verilmesi kadar, hatta ondan daha tuhaf bir karardır. Türkiye’nin ilk anayasası olan 1876 Anayasası’nın mimarı Mithat Paşa 1881’de Sultan Abdülaziz’i öldürttüğü iddiasıyla Yıldız Sarayı bahçesindeki Çadır Köşkü’nde yargılanmış, Taif’e sürülmüş ve 1884’te orada öldürülmüştü. Taif’te gömülen cenazesinin 26 Haziran 1951’de Türkiye’ye getirilecek olması Mithat Paşa’yı yeniden hatırlatmakla kalmamış önemli bir gündem konusu haline getirmişti. Demokrat Parti iktidarı “hürriyet ve demokrasi uğrunda ölmüş şehit devlet adamı” diye nitelendirdiği Mithat Paşa üzerinden yarattığı rüzgâr esnasında stadın adını fazla gürültü patırtı da yapmadan değiştirivermişti.
Aslında stadın temelinin atıldığı 1940’ta açılan Gezi Parkı’na, yani Taksim Gezisi’ne İnönü Gezisi adı verildiğinde olduğu gibi İnönü Stadı adı da pek benimsenmez. Hem halk arasında hem de gazetelerde Dolmabahçe Stadı adı daha yaygın kullanılmaktadır. Ama Mithat Paşa adı hiç tutmaz ve stad ondan sonra da Dolmabahçe Stadı olarak anılmaya devam eder. İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’teki vefatından sonra tekrar verilen İnönü Stadı adı bu kez tutmuş ve stad herkes tarafından İnönü Stadı olarak anılmaya başlamıştır.
İNÖNÜ STADI’NIN İLKLERİ
İlk karaborsa, ilk gece maçı, hakeme ilk okkalı küfür…
Bütün eksiklerine rağmen, İstanbul’un ilk modern ve geniş kapasiteli stadıydı İnönü Stadı ve uzun yıllar boyunca birçok ilke de sahne olmuştu.
Stadyum çevresinin en önemli sektörlerinden olan bilet karaborsacılığının ilk örnekleri İnönü Stadı’nda görülmüştü. Stadın tarihinin üçüncü maçı olan 30 Kasım 1947’deki Fenerbahçe-AIK maçı, karaborsa bilet satıldığı tespit edilen ilk maçtır aynı zamanda.
Hakeme koro halinde küfür edilen ilk stad da İnönü Stadı’dır. Can Kozanoğlu, Bu Maçı Alıcaz kitabında bunu şöyle anlatıyor: “Yıl 1947 ya da 1948’dir. İnönü Stadı yeni açılmıştır. Bir gün şimdi numaralı tribünün bulunduğu Teksas tribününden hakem Sulhi Garan’ı hedef alan bir koro icraata geçer. Türk tezahürat tarihinde önemli bir adım atılmış, yılların eskitemeyeceği ölümsüz bir eser, bir klasik yaratılmıştır: İ..e hakem!”
Ne yazık ki daha üzücü ilklere de sahne olur İnönü Stadı. Türkiye’nin ilk futbol cinayeti, 13 Mart 1955’teki Galatasaray-Fenerbahçe maçında işlenir. Galatasaraylı 17 yaşındaki Mehmet Girlay, Fenerbahçeli İbrahim Kuzgun tarafından öldürülür. Türkiye’nin ilk futbol cinayetinin kurbanı Girlay 16 Mart’ta çoğu Galatasaray taraftarı olan 1000 kişinin katıldığı cenaze töreniyle defnedilir.
Türkiye’de düzenlenen ilk kez Avrupa Basketbol Şampiyonası da (tam adıyla 11. Avrupa ve Akdeniz Memleketleri Basketbol Şampiyonası) 21-31 Mayıs 1959’da İnönü Stadı’nda yapılır. Şampiyonanın, seyirci kapasitesinin az oluşu nedeniyle Spor ve Sergi Sarayı yerine zeminine parke döşenen İnönü Stadı’nda yapılmasına karar verilmişti. Türkiye’nin 17 takım arasından 12’nci tamamladığı turnuvayı Sovyetler Birliği kazandı.
İlk kez 15 Mart 1960’ta ışıklandırılacağı açıklanan İnönü Stadı 28 Mart 1962’de Türkiye’nin ilk nizâmi gece maçlarına sahne olur. O gün stadda önce saat 18.00’de Vefa-Yeşildirek, ardından Fenerbahçe-Kasımpaşa maçları vardır. İlk maçın 20. dakikasında stadın ışıkları yakılır, maçın topu fosforlu topla değiştirilir. İkinci maç tamamen ışıklar altında oynanır. (Aslında ilk “gece maçı” 9 Eylül 1939’da Taksim Stadı’nda Fenerbahçe ile Beyoğluspor arasında, Gece Maçları Turnuvası kapsamında oynanmıştır. Ordudan alınan projektörler ve donanma ampulleriyle aydınlatılan sahada kalelerden biri karanlıkta kalırken, futbolcular rahat görsün diye top sürekli kireçle boyanmış, bu iş için birkaç kişi görevlendirilmiştir. Turnuvanın ikinci maçında sekiz projektör daha getirilince biraz daha aydınlatılabilmiştir saha. Ama elbette bunlar nizami gece maçları değildir).
1990’lı yıllarda büyük takımlar maçlarını akşam oynamaya başlayınca biten bir gelenek vardı: maça sabahlamak. Maça girmeyi garantilemek için geceden stad civarında konuşlanan taraftarlar bilet kuyruğunda yer tutar, büyük maçlarda tutulan yerin bile satıldığı olurdu. Bu gelenek de ilk kez 24 Nisan 1971’de İnönü Stadı’nda oynanan Türkiye-Almanya maçıyla başlamıştır.
1980’li ve hatta 1990’lı yıllarda kötü zeminli stadları nitelemek için çok yaygın kullanılan “patates tarlası gibi” benzetmesi de ilk kez İnönü Stadı için yapılmıştır. Aslında benzetmeyi ilk yapan Galatasaray’la 18 Eylül 1985’de oynayacakları Kupa Galipleri Kupası maçı için İstanbul’a gelen ve stadı Türk gazetecilerle gezen Polonya’nın Widzew Lodz takımı futbolcularıdır. Ancak bir sonraki turda Galatasaray’ın rakibi olarak İstanbul’a gelen Bayern Uerdingen’in teknik direktörü Feldkamp aynı benzetmeyi Alman basınına yaptığı için daha etkili olmuş ve patates tarlası sözü ileride Galatasaray’ın da teknik direktörlüğünü de yapacak Feldkamp’a atfedilmiştir.
Türkiye’nin ilk stadyum konseri de 28 Temmuz 1992’de İnönü’de gerçekleşir. Bryan Adams’ın bu konserinden sonra başka stadlarda da konser yapılmış ama hiçbiri İnönü Stadı’ndaki konserlerin tadını vermemiştir.