Aralık
sayımız çıktı

El etek öpmek âdeti 19. yüzyıla kadar sürdü

Türk-Osmanlı kültüründe yaşça, ilimce ya da yetki bakımından büyüklere gösterilen saygının ifadesi: el ve etek öpme, önünü ilikleme ve hatta ayağa kapanmadır. Kimilerine göre kibir ve dalkavukluktan ötürü küçük birer secde sayılmış, bazen de âdetlerin bir gereği olarak görülmüş, son dönemlerde ise iyice eleştirilmiş ve kaybolmuştur. 

El etek öpmek deyimi, sözlükte “yaltaklanmak” ve “bir işi yaptırmak için çokça yalvarmak” anlamına geliyor. El etek tutmak ise “bir büyüğe bağlanma, dervişlik yoluna girme”, diğer bir deyişle bir başka kişiliğin üstünlüğünü tercih etme. El ve etek, eski hiyerarşik Türk toplumunun ve yöneticiliğinin değişmez sembolleriydi; saygı ve bağlılık bunların öpülmesiyle gösterilirdi.

Osmanlıların takip ettikleri inanç sistemi, ana-babanın ya da dindarlığına, ilmine, yaşına hürmeten başkalarının elini öpmeyi caiz buluyordu. Tirmizî’ye göre el ve baş öpmek Peygamber’e gösterilen tazimlerdendi. Malikî yorumlayıcılar ana-baba ve din büyükleri dışındakilerin elini öpmeyi “küçük secde” saydılar; eli öpülenin kibrine, öpenin dünyevi beklentilerine dikkati çektiler. Yöneticilerin önünde yer öpmek ve secde etmek, putperest ibadetlerine benzetildiğinden harama yakın mekruh (sakıncalı) derecesindeydi. 

Devlet büyüklerinin el ve eteğini öpmek “örf ü âdât”tandı. Fatih Sultan Mehmed, kanunnamesinde bayram ve merasim günleri elini kimlerin öpüp kimlerin öpemeyeceğini belirlemişti: “Hocama, şeyhülislama, vüzera ve kazaskerlere kendim kalkarım; çavuşlar, alay beyleri, altmış akçalı kadılar, yirmi akçalı müderrisler… elimi öperler”. Kanunnamede yer alan bu bilgilere ilaveten minyatürlerde solakların etek öptüklerini ve bunun biçimini görürüz. Âşıkpaşazâde, Trabzon fethine giden Fatih’in, elini öpmek isteyen Candaroğlu İsmail Bey’e “Siz bizim büyük kardeşimizsiniz, reva mıdır ki elimi öpesiniz” dediğini yazar. Aynı kaynakta Memlûk sultanının huzuruna çıkan Fatih’in elçisi diz çöküp mektup sunduğu hâlde “yer öp” talebine karşı çıkmış ve “size sultanımın selamını getirdim, yer öpmeye gelmedim” demiştir.

19. yüzyılda işler değişir: Namık Kemal yüzyılın ikinci yarısında Hürriyet gazetesinde “Kimin eteğini öptünüz de ağzınız lezzet buldu” diye başlayan sert bir eleştiri yazar. Kâzım Karabekir Paşa hatıralarında, mektepli subayların etek ve saçak öpme âdetlerinden duydukları rahatsızlığı dile getirir. Gel zaman git zaman, el etek öpme ritüelinin kendisi kaybolur; gelgelelim nakkaşın nakşında, dalkavuğun ruhunda izi baki kalır.

Önünü iliklemek…

1720 Okmeydanı şenliklerinde Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, emekli vezir Hacı Mehmed Paşa’nın tazimini kabul ediyor. Eski vezir her ne kadar yaşı sebebiyle el etek öpmemiş ve sadrazam ona olan saygısından ötürü oturduğu yerden ayağa kalkmış ise de tavrında bir el etek öpme hâli var: Yaşlı gövdesi hafifçe öne eğik, elleri günlük giyimlerinin bir parçası olan kaftanının önünü kapatıyor. Hacı’nın bu hâline bakılırsa saygı/tazim gereği önünü iliklemek düğmeli ceketlerle ortaya çıkan bir refleks değil, belki daha eski (Vehbî Surnâmesi, res. Levnî, TSMK, A. 3593).

Etek öptüren vezir 1566 Sigetvar seferinde Kanunî’nin yarım bıraktığı işi Veziriazam Sokollu Mehmed Paşa tamamlıyor; aldığı kelleleri sunan gazileri kabul ederken eteğini öptürüyor. Feridun Ahmed’in kaleme aldığı, Osman’ın resimlediği Nüzhetü’l-ahbâr’daki bu sahne Sokollu’nun öne çıkarıldığı parlak anlardan biri. Bu betime göre o, eteği öpülmeye layık büyük bir idareci görünümünde (TSMK, H. 1339).
Tanzimin derecesi Hünernâme’nin 1584’te yazılan bu ilk cildinde pek çok padişahın etek öptürme sahnelerini görürüz. Burada da Yavuz Sultan Selim, canını korumakla görevli bir solak yeniçeri askerine eteğini öptürüyor. Diz çöküp başını yere iyice yaklaştıran askerin pozisyonu tam bir “küçük secde” hâli. Bir önceki minyatürde veziriazamın eteği daha dize yakın bir yerden öpülürken, burada padişahın eteğinin ayağına yakın bir yerden öpülmesi, hiyerarşi gözetir bir dikkate işaret sayılabilir (Hünernâme I, Seyyid Lokman, res. Osman. TSMK, H. 1523).
Hoca’nın eli Divan şairlerini anlatan Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuarâ’sında Mahvî mahlaslı yaşlı şair, bilinmeyen bir nakkaş tarafından öğrencilerine elini öptürürken betimlenmiş. Metin, figürün duygu durumundan bizi haberdar etmiyorsa da, görünen o ki hoca hâlinden memnun ve büyük öğrencisinin okşayıcı takdimiyle gururlu (Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, 772).
Tevazu Babür Şah, Taşkent yakınlarında Ahmed Şah’la buluşur ve Ahmed, Babür’ün ayaklarına kapanmak istese de Babür buna izin vermez (Babürnâme, 16. Yüzyıl, Paris Guimet Müzesi).