Aralık
sayımız çıktı

Vatan sevgisinin coğrafyası

Masallara, hikayelere düşkün çocuklar, yaşadıkları çevrenin dağ ve nehirlerini anne babalarının anlattıkları destanlardan öğrenir. Birey ile yaşadığı toprak arasında kurulan bu köprüler, yurt sevgisini temellendirir. Ural Batır destanı da, ölümsüzlük suyunu içmek yerine dağlara serpiştiren kahramanı anlatır.

Türklerin tarihinde doğa ve doğada buldu­ğumuz dikili taşlar bize tarihi yansıtan bengü (ebedi) taşlardır. Böyle bir söylem içinde hemen akla Orhun Abideleri gelir. Halbu­ki bütün yazılı taşlar dikili değildir. Bir de doğada zaten varolan taşlar üzerine yazılanlar vardır.

Dağları, taşları yazı malzemesi gibi kullanma adeti günümüze kadar gelmiştir. Yaz tatillerin­de yollardan geçerken dağlara taşlara yazılmış birçok yazı görür, geçip gideriz. Zira günümüzde bunlar tarihî belge­ler olmaktan ziyade sloganlar, söylemlerdir. Orada tarih­ten alma bir gelenekle karşı karşıya olduğumuzu düşün­meyiz. Çok eski tarih öncesi devirlerde ise taşlar, kayalar üzerine yapılmış resimler görürüz.

Bir de taşlara atfedilen hikâyeler vardır, bunlar söz­lü gelenek yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Başkurdis­tan’dan gelen böyle bir hikâye bizi çevremizi tanıma ve vatan sevgisini doğa yoluyla öğrenme konusunda düşün­dürür.

Ural dağlarındaki Başkurdistan’ın coğrafyası, ovalar ve çok da yüksek olmayan dağlardan oluşur. Dağlar Baş­kurtçada “akkayın” denilen huş ağaçları ile donanmış ol­dukları kadar, taşlık alanlardır. Dağlarda kristal dahil bi­zim kıymetli taş dediğimiz türden çeşit çeşit taş bulunur. Başkurdistan’ın doğusunda Beloretsk bölgesindeki dağlık alanda 16 farklı renkte yaşma adı verilen jasper taşı çıkar. Ancak tarihsel olarak Başkurtlar bu taşları dağdan kopa­rıp kendi üstlerine ziynet eşyası olarak takmak yerine, taşlara kayalara hikâyeler atfederek, onları bir anlamda kendileri için değerlendirmişler ve yurt, vatan duyguları­nı bu hikayelerle perçinlemişler.

Bir örnek vermek gerekirse Ufa şehrinin batısında Dim nehri boylarında Susak adını taşıyan ve bir açıdan Erciyes’e benzeyen, ama daha alçak bir dağ bulunmakta­dır. Bu sivri tepeli dağın arkasında uzaktan da görülebi­len iki dağ daha bulunmaktadır. Rivayete göre, Başkurtlar için en önemli destanın başkahramanı Ural Batır buradan geçerken yere oturmuş ve çizmelerini çıkartarak her biri­ni bir yere koymuş ve sonunda bu iki dağ bu iki çizmeden oluşmuş. Demek ki oralara oralarda doğup büyüyen bir çocuk Ural Batır destanı ile ders kitaplarından çok önce, içinde bulunduğu coğrafi çevre ve iç içe yaşadığı doğa dolayısıyla tanışmaktadır.

Geleneğe göre, çok eski zamanlarda yer ve gök yaratıldığı zamanlarda varolmuş olan ilk iki insa­nın oğlu olan Ural Batır, hayatı boyunca kötülük­lerle mücadele etmiş, haksızlıklara karşı koymuş, fakirleri kollamış ve icap edince de ele geçirdiği malları onlar arasında üleştirmiş. Mücadeleleri sırasında öldürdüğü devlerin en büyüğünden meydana gelen dağla­rı ve orada yaşayan insanları korumak ve onlara bir gele­cek vermek için, kendisine ölümsüzlük dileği ile verilmiş olan ab-ı hayat suyunu içmemiş ve dağlara serpiştirmiştir. Kendi içse sadece bir kişiye yarayacak olan bu kutsal su­yu serpiştirdiği dağlar ise böylelikle ebediyen yeşil kalmış ve kendini dağlara feda eden bu kahramanın (Batır) adını alarak Ural diye bilinmişlerdir. Bu yörenin en büyük ne­hirleri de aslında Ural Batır’ın çocuklarıdır.

Demek ki eğitim öncesi yaşlarda masallara ve hikaye­lere düşkün olan çocuklar, yaşadıkları çevrenin dağ ve ne­hirlerini doğanın içinde yürüdükçe anne babalarının ken­dilerine anlattıkları bu destanlar vasıtasıyla öğreniyorlar­dı. Birey ile yaşadığı toprak arasında kurulan bu köprüler hem coğrafi hem de edebî bir mahiyet taşır.

Asırlar boyunca bu destanları söyleyenlere söz üstadı anlamında seçen denmiştir. Ozanların sazı gibi koray de­nilen kavalları olan seçenler, destanları böylece doğa, mü­zik yoluyla yaşatıyor ve genç kuşaklara öğretmiş oluyor­lardı. Büyükler de hikayenin ayrıntılarını genç kuşaklara sazsız ama sözlü olarak anlatıyordu. Ben de böylece Baş­kurdistan’ı gezerken bir bakıma çocuk muamelesi görmüş olduğumu anlıyorum, ama coğrafyayı bilmeyeni eğitme­nin en güzel yollarından biri de budur.

Anlatılan hikaye, doğayı bir yerde sizin hafızanıza ka­zır. Başkurdistan’da birçok farklı ve resimli baskıları olan bu destanın iki farklı versiyonu Türkçeye çevrilmiştir. Ancak yukarıda sözünü ettiğim “çizmeli hikaye” bu basılı metinlerde bulunmaz. Bu olgu destanların kentlerde ka­palı mekanlarda değil de doğa içinde doğup gelişmiş ol­duklarını, onun için de tarihten geldiklerini anlatır bize.