Arap kabilelerin at üzerinde birbirlerine karşı düzenledikleri yağma akınları, zamanla kafirlere karşı verilen kutsal savaşa dönüştü. Bu dönüşümün kökeni, 11. yüzyılda Haçlı tehditiyle karşılaşan İslâm dünyasına dayanıyor.
CEREN ÇIKIN
Kutsal savaş düşüncesi, yani Tanrı adına ve onun emriyle, onun kanunlarını hakim kılmak ve egemenliğini yaymak adına savaşmak anlayışı, Ortadoğu’da doğmuş tüm tek tanrılı dinlerde (Musevilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet) kendilerine özgü biçimlerde mevcuttur. Fakat aslında daha da eskidir, çok tanrılı Çin, Hint, Babil ve Mısır kültürlerine uzanır ve bozulmuş evrensel düzenin yeniden tesis edilmesi için fiilen savaşmak fikrini içerir.
Bugün, “İslamî kutsal savaş” olarak bildiğimiz cihat ise etimolojik anlamı ve uygulaması itibariyle İslâm öncesi göçebe Arap halklarının akın (razzia) geleneğinden doğdu. Bu geleneğe göre, Arap kabilelerinin at ve develer üstünde birbirlerine karşı yağma akınları düzenlerlerdi. Montgommery Watt gibi bazı tarihçilere göre bu akınlar, eski Arapların ulusal sporuydu ve aynı zamanda Arap erkeklerinin cesaret, dayanıklılık ve hayatta kalma becerilerini sergilemeleri için bir vesileydi. İslâm’ın kabulünden sonra ise cihat, Müslüman’ın cahiliye dönemi âdetlerine karşı mücadelesi ve daha önemlisi de kendi nefsinin arzularıyla savaşması anlamını kazandı. Peki, nasıl oldu da cihat anlayışı, “kâfirlere karşı savaşma”ya dönüştü? Sorunun cevabı 11. yüzyıla uzanır. Önce ilki 1095’te düzenlenen Haçlı Seferleri, sonra 13. yüzyılda ortaya çıkan Moğol akınlarının yarattığı tehdit, İslâm dünyasının kendisin hiç beklemediği bir anda bir ölüm-kalım mücadelesi içinde bulmasına neden oldu. Bu mücadeleye birleştirici bir ideolojik boyut, dinî bir motivasyon ve meşruiyet kazandırmak ihtiyacıyla cihat, en alt an- lamlarından biri olan savaşmakla ilişkilendirilerek –ki bazı tarihçilere göre böyle bir anlamı hiç olmamıştır– yeniden canlandırıldı. Şairler, yazarlar, tarihçiler, Hz. Muhammed’in savaşlarından ve İslâm’ın ilk yıllarında yazılan tarihlerin üslubundan ilham alarak, can düşman larına karşı verilen savaşları sistematik bir biçimde kutsal savaş yani cihat olarak kaydetmeye başladılar. Böylece cihat ideolojisi, İslâm dünyasının kimliğinin bir parçası hâline geldi. Ortaçağ’da, Avrupa’dan farklı olarak bilimsel ve kültürel çalışmalarda üst düzey bir seviyeye erişen İslâm dünyasının, savaşmanın ön plana çıkması ve buna bağlı diğer gelişmeler sonucunda eski ihtişamını kaybetmeye başladığı da çeşitli kaynaklarda yer alan bir yorumdur.
Modern tarihçiliğimizde ana akım görüş, Osmanlıların, cihat ideolojisini Selçuklulardan devralıp benimsedikleri yolundadır. Ana akımın dışındakiler ise Osmanlı kaynaklarındaki cihat iddialarının edebî bir motiften, iktidarın kendini meşrulaştırma aracından başka bir şey olmadığını söyler. Nitekim, aynı zamanda halife de olan padişah V. Mehmed Reşad’ın, 14 Kasım 1914’te “Cihad-ı Ekber” ilan ederek tüm Müslümanları 1. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti yanında İtilaf devletlerine karşı savaşmaya çağırması, beklenen etkiyi yaratmamış, bu çağrı gereğince karşılık bulmamıştır.