Kasım
sayımız çıktı

Yasaklar gerçeğin önünde ne kadar durabilir?

Bu topraklarda matbuat kurulduğundan bu yana basın, hiçbir zaman evrensel anlamda belirlenen ilkeler çerçevesinde özgür olamadı. Ancak son dönemde önce medyadaki el değiştirmeler, ardından internet medyasının üzerinde artan baskılar ve son olarak başta gazeteciler olmak üzere birçok kesimin “sansür yasası” olarak andığı yasa değişikliği duruma yeni bir boyut katıyor. 20 yıllık sürecin özeti ve yeni yasanın getirecekleri…

FARUK EREN

Yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti Anaya­sası’nın 28. madde­si şöyle başlar: “Basın hürdür, sansür edilemez”. Şöyle devam eder: “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlaya­cak tedbirleri alır!” İktidarın internet medyasına ilişkin dü­zenlemesi Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğüne yönelik tartışmaları bir defa daha gün­deme getirdi. İktidarın “de­zenformasyon yasası” dediği düzenlemeyi başta gazeteci­ler olmak üzere birçok kesim “sansür yasası” olarak anıyor.

İnternet’ten önce

Bu topraklarda matbuat ku­rulduğundan bu yana basın, hiçbir zaman evrensel anlam­da belirlenen ilkeler çerçeve­sinde özgür olamadı. Ayrıca Osmanlı Devleti zamanında başlayan gazeteci cinayetle­ri, cumhuriyet döneminde de sürdü ne yazık ki. Tabii gaze­teciler sadece “öldürülerek terbiye” edilmeye çalışılmadı. En yaygın uygulama yargı eliy­le cezalandırmaydı. Örneğin seçim vaatleri arasında basın özgürlüğü de bulunan Demok­rat Parti’nin 10 yıllık iktidarı, bugünkü AK Parti dönemine kadar, gazetecilerin cumhu­riyet tarihinde en çok kovuş­turmaya uğradığı, tutuklandığı dönem oldu.

Büyük bir çelişki ama, ga­zeteciler en önemli haklarına bir askerî darbeyle sahip oldu: 1960 darbesi! Ünlü 212 Sayılı Basın-İş Yasası, gazetecilere o zamana kadar görülmemiş büyük avantajlar sağlıyordu. Tabii yasa daha çıktığı andan itibaren gazete patronlarının hedefi haline geldi. Zamanla gazete (daha sonraki yıllarda medya) patronlarının isteği, iktidarların desteğiyle budan­dı ve neredeyse tamamen de­ğiştirildi. Artık adı da 5953 Sa­yılı Yasa.

Murathan Mungan, Latife Tekin, Lale Mansur, Orhan Pamuk ve Orhan Alkaya, 1994 yılında Özgür Ülke gazetesine bombalı saldırı düzenlenmesi sonrası İstiklal Caddesi’nde gazete satarken…

İnternet çağı

Sadece gazetelerin ve devlet radyosu ile televizyonunun olduğu dönem çabuk değişti. Türkiye’de 1940’larla 1970’ler arasındaki dönemde doğanlar, insanlık tarihinin belki de en radikal teknolojik dönüşümü­ne tanıklık etti ve onu bizzat yaşadı. 90’lı yıllardan itibaren internet önemli bir yer edindi ve medya da buna göre şekil­lendi. Bugün ülkemizde kağı­da basılan gazetelerin, TV ek­ranındaki kanalların internet medyası var. Ve bu mecralar­dan okuma-izleme oranları, gazete tirajlarından, TV kanal­larının izlenme oranlarından çok daha fazla (TV kanalları­nın hâlâ özel bir durumu var ama o bir dizi dijital platform da onların pabucunu dama at­mak üzere).

Sansüre giderken

Bugünkü siyasal iktidar önce­sinde “merkez medya” tabir edilen yapı, oldukça problem­li durumdaydı. Gazete, TV patronlarının yolsuzlukla­rı, iktidarlarla girdikleri kirli ilişkiler ayyuka çıkmıştı. İkti­dara geliş sürecinde “merkez medya”dan büyük destek alan AK Parti iktidarları dönemin­de, medya sahipliği ve med­ya gruplarında önemli deği­şiklikler yaşandı. Yazılı-bası­lı medya ile TV kanalları çok büyük bir oranda tamamen siyasi iktidarların kontrolü­ne girdi. Ancak milyonlarca lira harcanan, büyük bölümü kamu kaynakları tarafından sübvanse edilen gazeteler ve haber kanalları etkisini yitirdi. Net satışlar ile okunma-izlen­me oranlarında trajik düşüşler meydana geldi.

Yeni Medya

Bu süreçte yüzlerce gazete­ci işsiz kaldı. Hatta bir dönem siyasi iktidara destek veren gazetecilerle bile “yollar ayrıl­dı”. Ancak artık eskiden oldu­ğu gibi devasa dağıtım ağları­na, devasa baskı makinelerine ve o makineleri çalıştıranlara, büyük stüdyolara, pahalı ka­meralara, uydu kiralarına ihti­yaç çok azalmıştı. Dijital med­ya, klasik yayın organlarından çok daha fazla takip edilir ol­du. Artık insanların çoğu ha­ber almak için bu mecralara “bakmaya” başladı. İnternet’e doğan kuşak ise zaten konvan­siyonel medyadan tamamen uzak durmuştu. Onlar için ha­ber kaynağı, esas olarak sosyal medya platformlarıydı.

İnternet yasası

Bugün adına “dezenformasyon yasası” denilen yasa, özellikle elektronik ortam için bir dizi düzenleme getiriyor. Gerçek­ten de internet üzerinden ya­pılan yayınlar için bir yasal düzenleme gerekiyordu. Bura­daki kimi siteler, sosyal med­ya platformları yalan bilginin, dezenformasyonun yayılma­sına hizmet edebiliyor. Bu ne­denle haberin doğruluğunu test eden çeşitli platformlar kuruldu. Birçok ülke bu konu­da yasal önlemler de aldı. An­cak bu durumun basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlamanın bir bahanesi olarak kullanılması tabii farklı.

Muhalefetin protestosu Yasa görüşmeleri sırasında muhalefet vekilleri “Yalan haber kime göre, neye göre”, “Sosyal medyama dokunma”, “Basınsız basın yasasına hayır” pankartları açtı.

Havuç-sopa ilişkisi

Türkiye’de medyanın maruz kaldığı siyasi baskılar herke­sin malumu. Uluslararası say­gın kurumların yayınladıkla­rı raporlarda Türkiye, basın ve ifade özgürlüğü alanında sicili en kötü ülkelerden biri. Son çıkan yasa, basın ve ifade özgürlüğü alanını daha da da­raltıyor.

Her düzenlemede oldu­ğu gibi, son çıkan yasada da maddelerin arasına “iyi şey­ler” yerleştirildi.. Yasaya gö­re artık internet medyasında çalışanlar gazeteci sayılacak, basın kartı alabilecek, hatta Basın İlan Kurumu’nun dağıt­tığı resmî ilanlardan pay alabi­lecek. Ancak basın kartlarının bağlı olduğu İletişim Başkan­lığı’nın kimi uygulamaları, “ki­min gazeteci sayılacağına ki­min gazeteci sayılmayacağına” dair çok tartışmalı, hatta ka­bul edilemez kararlar da içe­riyor. Yılların gazetecilerinin kazanılmış hakkı olan “sürek­li basın kartı” keyfiyetle iptal edilebiliyor.

Yasanın en çok tartışma çı­karan maddelerinden biri 29. Madde. Bu madde ile Türk Ce­za Kanunu’na “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” cümlesi eklendi. Artık internet sitele­rinde ya da sosyal medya plat­formlarında “halkı yanıltıcı bilgiyi yayanlar” 3 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanabile­cek, hatta tutuklanabilecek.

Peki “halkı yanıltıcı bilgi”­nin ne olduğuna, hangi habe­rin doğru, hangi haberin yanlış olduğuna kim karar verecek? Yaşadıklarımız, buna kimin karar vereceğini bize gösteri­yor.

Yeni yasanın tepki çeken yönlerinden biri de sosyal medya platformlarından “uygun bulunmayan” içeriklerin kaldırılmasına imkan tanıması… Basın meslek örgütleri, sosyal medya üzerindeki artan baskıya karşı da seslerini yükseltiyor.

Enflasyon ne kadar?

TÜİK (Türkiye İstatistik Ku­rumu) her ay iktisadi veri­ler paylaşıyor; bunların ara­sında enflasyon oranı da var. Bir grup iktisatçının kurdu­ğu Enflasyon Araştırma Gru­bu (ENAG) ise gerçek enflas­yonun TÜİK’in açıkladığının çok üstünde olduğu fikrinde. Resmî kurumlara göre ENAG yalan söylüyor. Bu konuda açılmış bir dava da var. Bu dava ilginç; zira mahkeme­ler gerçek enflasyonu bulma­ya çalışacak! Ancak bu aşa­mada ENAG verilerini haber yapmak, paylaşmak bir “suç” sayılabilir. Yeni yasayla, bu ve­rilerin paylaşılmasını engelle­nebilir.

Yasanın bir başka problem­li yanı ise sosyal medya plat­formlarının neredeyse kapatıl­ma noktasına gelmesi. “Uygun bulunmayan” içerikleri kaldır­mayan sosyal medya platform­larının bant aralığı yüzde 90 oranında daraltılacak ki bu fi­ilen kapatma anlamına geliyor.

Türkiye bir seçim sürecin­de. Geçen günlerde RTÜK’ün çeşitli medya kanallarına ver­diği ekran karartma cezası ve çıkan son yasa, önümüzdeki seçim süreciyle ilgili bir mesaj veriyor. Yukarıdaki enflasyon örneğiyle bitirelim. Yasak kon­sa da, iktisadi verilerin haber yapılması, paylaşılması engel­lense de, sonuçta yurttaşlar çarşıya-pazara gidiyor; hakiki enflasyon oranını görüyor. Ya­saklar bunu engelleyebilir mi?

*Faruk Eren: DİSK Basın-İş Genel Başkanı