Kasım
sayımız çıktı

Yunan ordusu Anadolu’da neden yenildi?

1919-1922 yıllarında Anadolu’da savaşan Yunan ordusunu yenilgiye götüren yılgınlığın sebepleri nelerdi? Askerler arasındaki komünist propaganda ne kadar etkiliydi? Benlisoy’un kitabı bu soruların yanıtını arıyor. 

Foti Benlisoy’un bu küçük kitabı, modern Yunan tarihçiliğinde çok önemli bir yeri olan “Küçük Asya Harekâtı”na, yani Türkiye tarihçiliğinde de çok önemli bir yer tutan, bakış açılarımıza göre “Mütareke Dönemi”, “Millî Mücadele”, “Kurtuluş Savaşı” veya “Anadolu Savaşı” dediğimiz döneme ilişkin. Konusu ise çok nazik bir konu: Yunan ordusunun yenilgisinde “asker grevi” de denilen, hem savaş yılgınlığı, hem de savaş karşıtı propaganda sonunda ortaya çıkan disiplinsizliğin ve dağınıklığın rolü. 

1912 yılından beri savaşmakta olan Yunanistan’ın, bütün kazanımlarına karşın, daha 1920 sonbaharında savaş istemediğini, Venizelos’a tattırdığı seçim yenilgisinden biliyorduk. Böylece başa geçen kralcı hükümetin de savaşa devam etmesinin, Anadolu’daki Yunan askerlerinin moralini bozduğunu da tahmin edebiliyorduk. 

Benlisoy’un çalışması, bunu gayet güzel kanıtlıyor. Ayrıca Benlisoy, bu moral bozukluğu ve isteksizlikte komünist propagandanın ne ölçüde bir rolü olduğunu da irdeliyor ve bu etkenin yabana atılmaması, ama çok da abartılmaması gerektiğini gayet ikna edici bir biçimde okurlarına veriyor. 

Ancak, General Trikupis ve çevresindekilerin çabalarının boşa çıkmasını, yani Afyonkarahisar-Dumlupınar savaşlarında yenilen Yunan ordusunun yeni bir cephe oluşturamamasını açıklayan nedenleri bir yana bırakacak olursak, yazarın öne sürdüğü “asker grevi” tezi pek ikna edici değil. Anlaşılan o ki, Türk saldırısı başarılı olduktan sonra birçok Yunan askeri, “tamam; bu iş burada bitti, biz artık eve gidiyoruz” demiş ve Trikupis gibi toparlanmayı hedefleyen subaylarını dinlememiş. Bu, başlı başına önemli bir tespit. Yepyeni bir tespit olup olmadığı konusunda, askerî tarihin Yunan tarafını bilmediğim için, bir şey diyemem. Ama Benlisoy’un bu süreci anlatan sayfaları hem ibret verici hem de ikna edici. Ancak, bu askerlerin artık savaşın kaderinin belli olduğu bir dönemde Sakız, Midilli ve Tekirdağ’da yaptıkları serkeşlikler ya da çıkardıkları isyanların, iki-üç hafta önce yaşanan muharebelerdeki tutumlarını açıklama malzemesi olarak kullanılmasını yadırgadığımı itiraf etmeliyim. Bunda, 26 Ağustos’ta başlayan Türk saldırısı sırasında birçok Yunan birliğinin mevzilerini inatla savunduklarını, birkaç noktada da Türkleri hiç ilerletmediklerini biliyor olmamızın birinci derecede rolü var. Dolayısıyla Benlisoy’un kitabının, çok ilginç bir konuya eğilmiş ve en azından Türkiye’de iyi bilinmeyen ayrıntılara dayanmış olmasına karşın, biraz dağınık bir çalışma olduğunu söylemem gerekiyor.