Yeryüzünde var olduklarından beri kadınlar tarihin ilk hekimleri de oldular; çünkü doğururlar, ana olurlar ve doğurduklarını memelerinin bereketiyle besleyip onları sınırsız bir şefkatle korurlar. Hekim, hikmetten gelir bilindiği gibi… Ve belki de bütün güzellikleri ve kusurlarıyla hayatın bileşimindeki hikmette gizlidir kadınların içgüdüsel hekimliği…
Toprağı işlemek, ona bağlı bir hayat biçimini de beraberinde getirecek ve insanlar yerleşik düzene geçecekti ki bu da toprak mülkiyet ve sonu gelmez savaşlar demekti. Sonuçta tarım toplumuyla birlikte sosyal roller de değişti ve ataerkil bir yapı insanlık tarihine hâkim oldu. Bu durum hekimlik uğraşının da kaçınılmaz olarak erkek egemenliğine girmesine yol açacak, evlerde kadınlar tarafından hekimlik yapılmaya devam edilmekle birlikte, hekimlik ev dışında yapılan profesyonel bir mesleğe dönüşecek ve kimi istisnalar dışında neredeyse tamamen bir erkek alanı olacaktı. Gayet iyi bilindiği gibi, tıbbın babası kabul edilen Hipokrat’ın okulu da kadınlara kapalıydı ve asırlar boyunca da kapalı kaldı.
Kadınlar elbette direndiler bütün bu yasaklara. MÖ. 4. yüzyılda Antik Yunan döneminde yaşayan ilk kadın hekim Agnodice, tıp eğitimini İskenderiye’de Hocası Herophilos’tan almış, kadın hastalıkları ve doğum öğrenmiştir. Fakat hekimlik yapması yasaktır; erkek kılığında hekimlik yapmak zorunda kalışı ve yakalanıp yargılanışı onu bir efsaneye dönüştürür ve hikayesi ölümsüzleşir.
Doğum yaptıran kadın hekim, Sabuncuoğlu Şerefeddin, 17. yüzyıl.
Ortaçağ Avrupası’nda rasyonellikten uzaklaşıp kilisenin hakimiyetine giren hekimlik, bilgi ve düşünce yerine inancın ve dogmanın etkisindeydi ve tabii yine kadınlara yasaktı. Bunun tek istisnası 11. yüzyılda kadınların da eğitim gördüğü İtalya’daki Salerno Tıp Okulu’dur ve bu okulun jinekoloji dersleri bir kadın hekim olan Trotula tarafından verilmiştir. Kıta Avrupası’nda 13. ve 17. yüzyıllar arasında hekimlik yapan kadınlar cadılıkla itham edilerek binlercesi ölüm cezasına çarptırılmış; bugün “cadı av”ı olarak anılan insanlık tarihinin en karanlık zamanlarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.
Yunan mitolojisinde Hygieia, Roma mitolojisinde Salus, Sümer mitolojisinde Bo… Kadim zamanların sağlık tanrıçalarından beri ebelik yapan, hasta tedavi eden kadınlara asırlardır hekimlik yapma hakkı -İtalya dışında- tanınmıyordu. İngiltere ordusunda 50 yıl boyunca cerrah olarak çalışan James Barry (1797- 1865), öldüğünde üniforması ile gömülmek istediğini vasiyet etmişti; vasiyetine uyulmadı ve bir kadın olduğu anlaşıldı. Öylesine büyük bir utanca sebep olmuştu ki bir erkek olarak gömüldü ve gerçek cinsiyetinin açıklanmasına 100 yıllık bir süre için yasak konuldu.
Trotula metinleri
İsmini kadın tıp yazarı Salernolu Trota’dan alan Trotula metinleri, kadın hekimliği üzerine 12. yüzyılda yazıldığı düşünülen üç kitapçıktan oluşmaktadır.
ABD’de Elizabeth Blackwell (1821-1910), uzun ve çetin bir mücadele sonunda New York’ta Geneva Tıp Okulu’na kabul edildi. Bütün engellemelere rağmen bu okulu birincilikle bitirecek; diplomasını aldığı 23 Ocak 1849 tarihinde ilk kadın doktor olacak; fakat bununla bitmeyecek ve çalışma izni almak için yine uzun ve çetin yeni bir mücadele vermek zorunda kalacaktı.
Osmanlı Devleti’nde kadın hekim ve ebeler
Osmanlılar’da kadınların hekimlik yaptığına dair en eski kaynak 15. yüzyılda cerrahi müdahale yapan “tabibe” minyatürlerinin bulunduğu Sabuncuoğlu Şerafeddin’in Cerrahiyetü’l Haniyye adlı eseridir. Osmanlı Devleti’nde usta-çırak yöntemiyle yetişen kadın hekimler asırlar boyunca tababet icra etmişler ve cerrahi müdahaleler yapmışlardı. Çiçek aşısını keşfeden Anadolu’nun isimsiz bilge kadınları bir yana, 1600’lü yıllarda fıtık ameliyatları yapan Üsküdarlı Saliha Hatun gibi şöhreti günümüze kadar ulaşan bir kadın cerrah olduğu gibi, sarayda hizmet veren kadın hekimler de vardı; Buha Eşkenazi, Meryem Kadın, Tabibe Gülbeyaz Hatun en bilinenleri. Bunlardan Gelincikli Meryem, Tanzimat padişahı Abdülmecid’i, şehzadeliğinde çiçek çıkarınca ölmekten kurtarmıştı.
Anneden kızına veya başka bir kıza usta-çırak yöntemi ile aktarılan ve toplumda saygı gören geleneksel kadın mesleği ebelikti; fakat 19. yüzyılda tıp alanındaki ilerlemelere ayak uyduramayan ebeler yetersiz kalmaktaydı. Bunun üzerine 1840’ta Tıbbiye’de kurulan bir komisyon, ebelerin burada açılan kursları tamamlayarak diploma aldıktan sonra mesleklerini uygulayabileceklerine ve aynı zamanda hastabakıcı olarak da görev yapabileceklerine hükmetti. Böylece 1842-1843 ders yılında Tıbbiye’de açılan ebe sınıfında eğitim başladı ki, bu kurs ilk hemşirelik eğitiminin de başlangıcı kabul edilir.
Ebe sınıfı sayesinde kadınların hem sağlık alanında hem de diğer alanlarda eğitim alma süreçleri başlamış oldu. Müslüman bir kadının evinden başka bir yerde bir erkekten ders alması hiç de kolay değildi; ancak ebelik eğitimi kadının sosyal hayatın içine girmesinde çok önemli bir rol oynamıştı; artık tayin ediliyorlar ve devletten maaş alıyorlardı. Buna mukabil hekimlik hem fiziksel olarak hem de örf ve adetler bakımından kadınlar için henüz uygun bir meslek olarak görülmüyordu.
1890’da, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanan “Tabibeler” adlı makalede kadınların tıp eğitimi alamayacağı ve hekimlik yapamayacağı ileri sürülmüş, böylece Müslüman kadınlarının hekim olup olamayacağı ile ilgili ilk tartışma başlamıştı. 1898’de Şura-i Devlet, tartışmaları süren bu konuyu inceledi ve kadınların hekimlik yapamayacaklarına karar verdi. 23 Mayıs 1898 tarihli gazetede de bu kararı duyurdu.
İlk kadın doktorumuz Adapazarlı bir Ermeniydi
Osmanlı Devleti’nde kadınların tıp fakültesine girmelerinin yasaklandığı 1898’de, Zaruhi Serope Kavalcıyan Adapazarı’ndaki Amerikan Kız Koleji’nden yeni mezun olmuştu ve babası, Boston Üniversitesi Tıp Okulu mezunu Dr. Serope Kavalcıyan gibi doktor olmak istemekteydi. Bu nedenle tıp tahsili yapmak üzere ailesi tarafından ABD’ye, Chicago’daki Illinois Üniversitesi’ne gönderildi.
1903’te üniversiteden mezun olan Dr. Zaruhi Kavalcıyan, mezuniyetinden bir yıl sonra memleketi Adapazarı’na döndü. Osmanlı ülkesinin ilk kadın doktoruydu. Ne var ki II. Abdülhamid döneminde sadece Osmanlı uyruğunda olmayan yabancı kadın hekimlere çalışma izni verilmekteydi. Babasının gellemelere rağmen bu okulu birincilikle bitirecek; diplomasını aldığı 23 Ocak 1849 tarihinde ilk kadın doktor olacak; fakat bununla bitmeyecek ve çalışma izni almak için yine uzun ve çetin yeni bir mücadele vermek zorunda kalacaktı.
Babasının yanında asistanlık ve yanı sıra Amerikan Kız Koleji’nde kimya ve biyoloji öğretmenliği yapmaya başladı. Babasının felç geçirmesi ve ölmesi üzerine onun hastalarının tedavisini sürdürdü. 1. Dünya Savaşı devam etmekteydi ve hayat şartları çok zordu; bu şartlarda hekimliğin yanı sıra yardım kuruluşlarında da görevler aldı.
Kavalcıyan’ın mezarı
Türkiye’nin ilk kadın hekimi Zaruhi Kavalcıyan’ın mezarı, Feriköy Ermeni Protestan Mezarlığı’nda bulunuyor.
1921’de Amerikan Kız Koleji’nin Adapazarı’ndan Üsküdar’a taşınması sebebiyle diğer öğretmenlerle birlikte İstanbul’a yerleşti. Kolejde yine kimya, biyoloji ve fizik dersleri verirken tanındığı ve çok sevildiği Üsküdar’da uzun yıllar boyunca hekimlik yapmaya da devam etti. Dr. Zaruhi Kavalcıyan 1969’da hayatını kaybetti.
1915-1920 döneminde yurtdışına giden kızlar
İstanbul Darülfünunu 1915’te kız öğrenci kaydetmeye başlamıştı ama, Tıp Fakültesi kız öğrenci almıyordu. Bu nedenle tıp okumak isteyen kız öğrenciler başka ülkelere gittiler. İlk olarak 1915’te İzmir Vilayeti İdare-i Hususiyesi, eğitim masrafları İstanbul Vilayeti tarafından ödenmek üzere, İzmirli Suat Mahmut ve Fatma Süeda Hanımları Cenevre Tıp Okulu’na (Ecole de Médecine) gönderdi.
1916’da Safiye Ali, Maarif Nezareti bursuyla Almanya’ya, Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderildi. 1918’de Bedriye Veysi Bora yine Maarif Nezareti’nin yardımıyla tıp eğitimi için Münih’e gitti. Uzun yıllar İstanbul’da hıfzıssıhha müdürlüğü ve dâhiliye uzmanlığı yapmıştır. Fatma (Reşit) Arif Atasagun, Darülfünun biyoloji öğrencisi iken Rockfeller bursuyla 1919’da Boston Tufts Üniversitesi’ne gitti. 1925’te mezun olarak ertesi yıl Türkiye’ye geldi; ilk kadın jinekologtur. Havva Hayrünnisa (Ataullah) 1919’da burslu gönderildiği Londra Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp eğitimi aldı; kadın-doğum uzmanı oldu. Semiramis Rıfat Ekrem, 1921’de gönderildiği Münih Tıp Fakültesi’ni 1927’de bitirdi. Şişli Etfal Hastanesi’nde ihtisas yaparak çocuk hastalıkları mütehassısı oldu.
Tıbbiye’ye doğru
Yabancı uyruklu kadın doktorlara çalışma izni veriliyor fakat Osmanlı uyruğundaki kız öğrenciler Tıbbiye’ye alınmıyordu. Sıhhiye Meclisi kadınların hekim olamayacaklarına dair bir mazbata çıkarmıştı; kadınların evlenip aile kurduktan sonra mesleklerine devam etmeyecekleri, fakülteye girmenin “iffet ve ahlak” değerlerini zedeleyeceği, erkek hastaları muayene etmemeleri ve anatomi diseksiyonlarına da katılmamaları gerektiği savunuluyordu.
İstanbul Sıhhiye Müdürü Rasim Ferit Bey, 20 Haziran 1917 tarihinde Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi’ne, “yurtdışında tıp tahsili yapan kız öğrencilerin diploma alarak döndüklerinde ne yapacaklarını” sordu. Sıhhiye Müdür-i Umumisi Dr. Adnan, konuyu Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya aktardı ve Sadaret’e savaşta verilen hekim kaybı nedeniyle oluşan hekim açığını kapatmak için kadınlara da tıp tahsili imkânı verilmesini öneren bir dilekçe verildi. Fakat Sadrazam Talat Paşa Rusya’daydı; Vükelâ Meclisi’ne başkanlık eden Enver Paşa ise karşı görüşteydi ve dilekçeyi reddetti. Ertesi yıl başvuru tekrarlandığında, bu kez Meclis-i Vükelâ “Memâlik-i Osmaniye’de kadınların da erkekler gibi tababet, dişçilik ve eczacılık etmelerinde mahzur görülmediği” kararını verdi. Muallim Mecmuası’nın 15. sayısında duyurulan bu karar, kadınların Tıp Fakültesi’ne girmesi yolunda kazanılan ilk zaferdir. Bu kararın hemen ardından üçü Türk sekiz kız öğrenci tıp fakültesine kaydolmak için başvurdu, fakat kabul edilmediler…
İlk kadın hekimlerimizden Dr. Müfide Küley
Cumhuriyet tarihimizin ilk kadın hekimlerinden Dr. Müfide Küley, İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği’nde Gastroenteroloji bölümünün kurucusudur.
Tıp fakültesinde düşünce ayrılıkları vardı. Okulda ders verenler arasında şiddetli tartışmalar oluyor, İstanbul gazetelerinde kadınların hekimlik yapamayacaklarına dair hararetli yazılar yayımlanıyordu. Kadınlar biyolojik olarak bu mesleğe uygun görülmüyordu. Kadın doktor olursa bu meslekte çalışmak fırsatını bulamayacağı, evlenip çoluk çocuğa karışacağı, doktorluğu terkedeceği ve bütün emeklerin boşa gideceği; kadınların tıp fakültelerine girmelerinin iffet ve ahlakın bozulmasına yol açacağı; kadın hekimlerin erkek hastaları muayene edemeyecekleri ve anatomi derslerinde diseksiyon yapamayacakları öne sürülüyordu.
İlk Türk kadın cerrah
Dr. Suat Rasim, 1922 Eylül’ünde Dr. Besim Ömer Paşa’nın teşebbüsüyle Haydarpaşa Tıp Fakültesi’ne kaydedilen ilk kadın öğrencilerden biridir. 1927’de mezun olmuş, 1931’de de uzmanlık sınavını vererek cerrah olmuştur.
Amerikan Kız Koleji’nde kadın tıp öğrencileri
Millî Mücadele’nin başladığı 1919’da, İstanbul Amerikan Kız Koleji müdürü Dr. Mary Mills Patrick, kolejin içinde bir tıp fakültesi açmak üzere çalışmalarına başlamıştı. New York Columbia Üniversitesi’nin “College of Physicians and Surgeons” programı temel alınmıştı ve Eylül 1920’de Amerikan Kız Koleji Tıp Bölümü (Department of Medicine Constantinople Women’s College) eğitime başladı. İlk sene hiç Türk öğrencileri olmadı. 1921-1922 öğretim yılında Hamdiye Abdürrahim ve Sabiha Süleyman, 1923-1924 öğretim yılında ise Seniha Fuat bu okulda tıp eğitimi almaya başladılar. Amerikan Kız Koleji Tıp Bölümü Türkiye’de kız öğrencilerin tıp eğitimi almalarını sağlayan ilk akademik kurumdu ve 3 Mart 1924 tarihinde çıkan, yabancıların yükseköğretim kurumu açma ve çalıştırmalarını yasaklayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatıldı.
Haydarpaşa Tıbbiye
Darülfünun Emin’i Dr. Besim Ömer Paşa, 1921’de Tıbbiye’ye kız öğrenci almak istemiş fakat Dr. Akil Muhtar buna engel olmuştu. O sıralarda sadece kızların eğitim aldığı bir Tıbbiye Mektebi açılması fikri de ortaya atılmış ama buna da derhal karşı çıkılmıştı. Darülfünun grevinin ardından Tıbbiye yeniden açıldığında, Dr. Besim Ömer Paşa, Müfide Kazım, Sabiha Süleyman ve İffet Naim adlı ilk üç kız öğrenciyi kayıt etti. Eylül 1922’de Tıbbiye’de kız öğrenci sayısı 10 olmuştu. Altı kız öğrenci 1927’de tıp eğitimlerini, 15 Ekim 1928 tarihinde de Gülhane’deki stajlarını tamamlayarak diplomalarını aldılar. Üç kız öğrenci okuldan ayrılmış, biri ise tüberkülozdan hayatını kaybetmişti.
Ve bugün…
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın hemen başında ABD, Avrupa ve Türkiye’de kız öğrencilerin münferit girişleri vardır tıp okullarına. Başlangıçtan bugüne kadar olan büyük resme baktığımızda, tıp fakültelerine giren kız öğrenci sayısının 1970’lere kadar giderek artan biçimde yükseldiğini görürüz. Bu tarihten itibaren 68 kuşağının getirdiği özgürlük rüzgarıyla tıp fakültelerine giren kız öğrenci sayısı büyük bir artış göstermiş ve kız-erkek oranı neredeyse eşitlenmiştir. Ülkemizde 2018 itibariyle tıp fakültelerinde okuyan 38.725 erkek öğrenciye karşın 37.231 kız öğrenci bulunmaktadır.
1928 Tıbbiye mezunları
Dr. Safiye Ali: Yardımsever melek
Cumhuriyetin ilk diplomalı kadın hekimi Dr. Safiye Ali, 1894’de İstanbul’da yüksek sınıftan bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş; 1916’da Amerikan Kız Koleji’ni bitirdiğinde öğrencilik yıllarında yaşadığı Balkan Harbi’nin etkisiyle doktor olmaya karar vermiştir. Bu seçimde okul müdürü Mary Mills Patrick’in de etkisi büyüktür. Maarif Nezareti bursuyla Almanya’ya Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderilir.
1921’de diplomasını alarak mezun olur; Würzburg Julius-Maximilians Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kadın hastalıkları ve çocuk hastalıkları ihtisası yaparak 1922’de yurda döner. O yıllarda yurtdışında eğitim gören tıp öğrencilerinin diplomaları, Sıhhiye ve Muavenet-i içtimaiye Vekâleti’nde kurulan bir komisyon tarafından incelenmek suretiyle tababet icazetnamesi verilmektedir. Safiye Ali, Haziran 1923’te ilk Türk kadın doktor olarak icazetnamesini alır. Ardından, Cağaloğlu’nda bir muayenehane açar. Gazeteye verdiği ilanda şöyle yazmaktadır: “Dr. Safiye Ali Hanım, kadın ve çocuk hastalarını Cuma ve Pazar’dan maada her gün ve öğleden sonra İstanbul’da Nuruosmaniye Caddesi’nde 52 numaralı muayenehanesinde kabul eder”.
“Yüreği bir pırlantaydı”
Safiye Ali için Prof. Dr. Lehmann şöyle der: “Safiye’nin yüreği bir pırlantaydı. O yüksek ruhlu, insancıl bir varlıktı. Bizim kalbimizde hayranlık duyduğumuz, büyük bir yardımsever melek olarak yaşayacaktır”.
Amerikan Kız Koleji bünyesinde açılan ilk kız tıp okulunda jinekoloji ve obstetrik dersleri de vermeye başlamıştır, ama daha fazla kadın ve çocuğa ulaşmak ve yardım etmek istemektedir; Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin kadınlar merkezinde de çalışmaya başlar. Merkez, sütten kesilmiş 1 yaş sonrası hasta ve zayıf çocukların bakımı amacıyla, 1 Ağustos 1923’te Küçük Çocuklar Muayenehanesi’ni kurar. O yıllarda, birçok Avrupa şehrinde çeşitli nedenlerle anne sütünden kesilmiş ve steril süt içme imkanından mahrum olan çocuklar için açılan Süt Damlası Bakım Evleri vardır. İstanbul işgal altındayken, Fransız General Pelle’in girişimi ile Fransız Kızılhaçı’na bağlı Kadınlar Cemiyeti de 1921’de yoksul ve yardıma muhtaç Türk çocuklarının süt ihtiyacını ve bakımını sağlamak için Süt Damlası-İstanbul Şubesi’ni kurar. Annelere ve çocuklara büyük faydalar sağlayan Küçük Çocuklar Muayenehanesi 1925’te ne yazık ki kapatılır. Süt Damlası’nda çalışmaya devam eden Safiye Ali, anne ve çocuklara karşılıksız destek olmayı sürdürür.
Yine 1925’te Dr. Besim Ömer Paşa’nın yönetimindeki Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne bağışlanan bu kurum, Batılılar tarafından kurulup Müslüman-Türk çocuklarına bağışlanan ilk hayır kurumudur. Himaye-i Etfal Cemiyeti Süt Damlası Müessesesi olarak Beyazıt-Laleli’deki Seyyit Hasan Paşa Medresesi ile sebilinde faaliyet gösterir; 1926’da yılında Safiye Ali’nin müdürlüğe getirilmesinden sonra çocuk bakımı ve sağlığı için önemli bir kurum olur.
Safiye Ali bir yandan İstanbul’da mesleğini icra ederken bir yandan da uluslararası kongrelerde Türkiye’yi temsil eder. 1924’de Londra’daki Beynelmilel Kadın Doktorlar Kongresi’ne 18 ülkeden 300 kadın doktor katılmış ve Safiye Ali uluslararası bir kongrede Türkiye’yi temsil eden ilk kadın delege olmuştur. Türkiye’yi temsilen katıldığı bir diğer kongre Beynelmilel Kadın Doktorlar Cemiyeti tarafından 1928’de Bolonya’da düzenlenen kongredir. Safiye Ali kongrede yapmış olduğu konuşmasını, dönemin gazetesi Servet-i Fünun’da “İtalya’da Bolonya Şehrinde İçtima Eden Beynelmilel Kadın Hekimler Kongresi Münasebetiyle Seyahat İntibalarım” yazısında şöyle anlatır:
“Dört gün devam eden bu kongrede, bu fenni içtimada nelerden bahs olundu? Yukarıda arz ettiğim gibi tamamıyla kadınlığın ruhunu dolduran hilkatine temas eden meselelerden: çocukluk, çocuk hastalıkları ve içtimai teşkilatı. Ben de bu meyanda büyük bir zevk ve iftiharla Türkiye’mizin hususiyle Türk kadınlığının tarihte hiçbir misli görülmemiş İnkılabından, mazinin esaret zincirlerini kıran, paslı izlerini silen ve gideren azimli ve kuvvetli ellerden, son senelerde çocuklarımız için yorulmak bilmez bir sa’y ile uğraşan sıhhat mücahidimiz Doktor Refik Bey Efendi’nin vücuda getirdiği ve getirmekte olduğu içtimai faaliyet ve teşkilattan ve yine son senelerde tatbik olunan Mekteb-i Hıfzısıhhattan velhasıl çocuklarımızı sağlam yetiştirmek çocuk vefeyatının önüne geçmek için Hükümet-i Cumhuriyetimizin yaptığı fedakârlıklardan ve hepsinin fevkinde bugünkü şark kadınının hayatında bir abide-i hürriyet olan büyük Gazi’mizden dilim döndüğü, gücüm yettiği kadar bahs ettim ve arkadaşlarımın bitip tükenmek bilmeyen suallerine cevap vermeye çalıştım”.
Hayır işlerini sürdürürken aynı zamanda kadınların siyasi haklarının kazanılması konusunda faaliyete geçen Türk Kadınlar Birliği üyelerinden biridir ve gazetelere verdiği röportajlarda kadınların bir gün mebus olacaklarını ve kendisinin çocuklara yardım konusunda Meclis’te sesini duyurmayı çok istediğini ifade eder. Kadın hakları konusundaki görüşleri ve fotoğrafları gazetelerde sık sık yayımlanmakta; giderek yükselen bu şöhret şimşekleri de üzerine çekmesine sebep olmaktadır. Meslektaşlarının haksız ve acımasız ithamlarına maruz kalan Safiye Ali sonunda Süt Damlası’ndan istifa eder.
Yıl 1928’dir; meslek hayatının en parlak dönemini yaşamaktadır ve kansere yakalanır. Almanya’ya Dortmund şehrine gider; geçirdiği operasyon sonrası, mesleğine orada devam eder. 5 Temmuz 1952 günü hayata veda eden Safiye Ali için Prof. Dr. Lehmann şöyle der: “ Safiye’nin yüreği bir pırlantaydı. O yüksek ruhlu, insancıl bir varlıktı. Bizim kalbimizde hayranlık duyduğumuz, büyük bir yardımsever melek olarak yaşayacaktır”.
Cumhuriyet döneminde ilk kadın hekimlerimiz
Fatma Müfide Küley (1899-1985): Dahiliye ihtisasını 1933’te bitirdikten sonra Kadıköy’de bir muayenehane açtı. 1936’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde Prof. Tevfik Sağlam’ın yanında görevlendirildi. 1943’te doçent, 1953’te profesörlük kadrosuna atandı. 1963’te İç Hastalıkları Kliniği’nde Gastroenteroloji bölümünü kurdu.
Tıp okumasına izin verilmedi
Müfide Küley, Tıp Fakültesi’ne kadın öğrenci alınmadığı için biyoloji okumak zorunda kaldı. 1921’de de Tıp Fakültesi’ne başvurdu ancak erkek hocaların şikayetiyle derslere alınmadı. 1922’de ise mücadelesi sonucunda dersleri takip edebildi.
İffet Naim Onur (1906-1995): Mezun olduktan sonra jinekoloji ve doğum alanında uzmanlık eğitimi aldı. Gülhane’de cerrahi eğitimini 1933’de tamamladı; jinekoloji ve cerrahi uzmanı olarak çalıştı. Türk Ortopedi ve Travmatoloji Derneği kurucu üyesiydi ve 1981’de Société Internationale de Chirurgie’nin “emeritus üyesi” seçildi. İstanbul-Küçükçekmece’de bir ilkokula adı verildi.
Hamdiye Abdürrahim Maral (1895-1975): 1921’de Amerikan Kız Koleji Tıp Okulu’na girdi; okulun 1924’de kapanması üzerine İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi’nin 2. sınıfına naklen geldi. 1928’de mezun olduktan sonra cilt hastalıkları, fizik tedavi ve radyoterapi üzerine uzmanlık eğitimi aldı. Kadıköy’deki özel muayenehanesinde hekimlik mesleğinin yanı sıra, 50 yıl boyunca matematik öğretmenliğine de devam etti.
Sabiha Süleyman Sayın (1903-1983): Tıp eğitimine Amerikan Kız Koleji Tıp Okulu’nda başlamıştı; Darülfünun Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Pediatri uzmanlığını 1932’de bitirdi. 1962’de emekli olana kadar Üsküdar Sağlık Merkezi Başhekimliğini sürdürdü. Dünya Sağlık Örgütü tarafından takdirnameye layık görüldü.
Suat Rasim Gız (1903-1980): Tıbbiye’ye kaydolan ilk kız öğrencilerden biriydi ve öğrenimi boyunca Kalamış Rum İlkokulu’nda öğretmenlik yapmaya devam etti. Mezun olduktan sonra Haseki Nisa Hastanesi’nde cerrahi asistanlığına başladı. Genel cerrahi uzmanı olduktan sonra 1931’de Şişli Etfal Hastanesi’ne “operatör muavini” unvanı ile atandı ve böylece Türkiye’nin ilk kadın cerrahı oldu.
Fitnat Celal Taygun (1898- 1985): Haseki Nisa Hastanesi’nde başladığı cerrahi uzmanlığı eğitimini 1933’te tamamladı ve “Birinci Sınıf Emraz-ı Hariciye Mütehassısı” unvanını aldı. Aydın’da, Artvin’de, Ankara’da, Zonguldak’ta çalıştı.