Değer yargıları ve inançlar, malum her devre göre değişir. Değişmeyen, her tarihî dönemi her seferinde bugünün yargılarına göre değerlendirme hastalığı. Eşcinsellik konusu da bugünün hayat tarzlarına, ahlaki değer ve tercihlerine göre uzun mazisini biçimlendirdiğimiz “kritik” alanlardan biri. Tarihten birkaç anekdot alarak, yapay bağlantılarla kendimizi haklı çıkaracak sonuçlara varmamız kolay. Örneğin “Osmanlı toplumlarında eşcinsellik çok yaygındı, padişahlar, oğlanlar, vs.” gibi bir yaklaşımın; “Osmanlı toplumunda eşcinsellik kesinlikle yasaktı, böyle şeyler olsa da pek azdı” demekle pek farkı olmadığı ortada. Geçmiş tasavvurları üzerinde oynamak yerine, ilgili dönemde yazılıp, çizilen belgelere bakarak konuyu anlamaya çalışmak şüphesiz daha sağlıklı.
Kapak konusunda ele aldığımız eşcinsellik tarihini, ana hatları ve kişileriyle bu anlamda sunmaya çalıştık. Bu devasa literatürün yasak, günah ve sansürle sarmalanmış olması, eşcinselliğin gizliliğini tarihsel bir “durum” haline getirmiş; ya da tam tersi. Yine de bu dosyada ele aldığımız Enderunlu Fâzıl gibi önemli bir Osmanlı aydınının, eşcinsellik temalarını da işlediği Defter-i Aşk adlı eserini sunduğu dönemin padişahı III. Selim tafından ödüllendirilmesi ilginçtir.
AIDS patladığı zaman hem bizde hem Batı’da bunun bir “homoseksüel hastalığı” olduğuna hepimiz inandık, inandırıldık. Yakın tarihin dezenformasyon veya “algı yönetimi” hadiseleri saymakla bitmez. Bu vaziyetin sadece yakın tarihle sınırlı olmadığı, ülkelerin, şehirlerin, meşhur şahsiyetlerin ve siyasi iktidar için mücadele eden rakiplerin birbirlerini suçlamak için eşcinselliği sıklıkla bir aşağılama sıfatı şeklinde kullanageldiklerini biliyoruz.
Bugünse özellikle Türkiye gibi “normları” altüst olmuş bir toplumda, kimilerinin kendilerini “normal”, başkalarını öteki görmelerini, marjinal saymaları da ayrı bir anormallik değil mi? Son 30-35 senede eşcinsellerin, transseksüellerin maruz kaldığı baskı, şiddet ve cinayetlerde de ön sıralarda değil miyiz?
Ağustos sayımızın editoryal yazısı, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bahisle şu cümleyle bitiyordu: “Sonuçta Türkiye her yeni liderle, yepyeni bir ‘restorasyon dönemi’ yaşar”. 62. hükümetin başbakanı Ahmet Davutoğlu da ilk konuşmasından beri “restorasyon” kelimesine vurgu yapıyor. İktidarın neyi restore etmek istediği ya da neyi restore etmeyi sürdürdüğü oldukça tartışmalı. Biz ise #tarih olarak, modern zamanların dünya görüşlerinden ve ideolojilerinden arındırılmış, çeşitli önyargıların üzerinde silgi işlevi gördükleri, günahıyla sevabıyla yaşanmışlığı, yani tarihi restore etmeye çalışıyoruz. Bu sayfalardaki mücadele, yanlış yapanın, haksızlık yapanın yaptıklarının yanına kâr kalmayacağı, hakkı yenenin hakkının teslim edildiği günler için.