Atatürk’ün ölümünü duyuran Cumhuriyet gazetesi Kasım ayı için “İkinciteşrin” derken, Akşam “Teşrinisani”yi, Ulus ise “Sonteşrin”i tercih etmişti. 10 Ocak 1945’te çıkarılan bazı ay adlarını değiştiren kanunun biraz da bu karmaşaya son vermek için çıkarıldığı anlaşılıyor.
Türkçede Ocak’a “Ocak” demeye 15 Ocak 1945’te başladık. Beş gün önce çıkan bir kanunla ülkemizde yüz yılı aşan bir süreç, yani takvim değişikliği süreci sona ermiş oldu.
Osmanlılar, resmî belgelerde hicrî, yani Hicret’ten başlayan ve ay yılına (354 gün) göre hesaplanan takvimi kullanmayı sürdürmekle birlikte, 1840 yılından itibaren bir de rûmî takvim kullanmaya başlamışlardı. Bu takvim de Hicret’ten başlıyor, ama güneş yılına (365 gün) göre hesaplanıyordu. Ortodoks dünyanın kullanmayı sürdürdüğü Jülyen takvimine göre düzenlenen rûmî takvimde yılbaşı 13 Mart’tı. Giderek Osmanlı Devleti’nin resmî takvimi olan rûmî takvimin bir özelliği de, milâdî takvimden on üç gün geride olmasıydı. Bu yüzden, sözgelimi II. Meşrutiyet’in başlangıcı olan gün, 10 Temmuz 1324 ve 23 Temmuz 1908 idi.
İlk önemli değişiklikler 8 Şubat 1332/ 21 Şubat 1917’de çıkarılan bir kanunla yapıldı. 15 Şubat 1332’den sonra 1 Mart 1333’e geçilerek rûmî ve miladî takvimler arasındaki on üç günlük fark kaldırıldı. Bu reform, Rusya’da Ekim Devrimi’nden sonra, Yunanistan’da ise 1920’de yapılacaktı. Aynı kararla, 1333 yılı 31 Aralık’ta sonlandırıldı. Yani 1 Ocak 1918 tarihi, Osmanlılar için de 1 Ocak 1334 oldu. Bu durum 1341, yani 1925 yılı sonuna kadar sürdü. 26 Aralık 1925’te çıkarılan bir kanunla milâdî yıl da takvimimize alınmış, 1 Ocak 1342’ye değil, 1926’ya geçmiştik.
1930 takviminde 21 Ekim yaprağı.
Bütün bu süreç boyunca bugün kullandığımız takvimden farklı bir özellik de, ay adlarında görülüyordu. Rûmî takvim benimsendiğinde, Ekim ve Kasım ayları Teşrîn-i evvel ve Teşrîn-i sânî, Aralık ve Ocak ayları ise Kânûn-i evvel ve Kânûn-i sânî adlandırmalarıyla, Arapçadan alınmıştı. “Teşrîn”, “ekin ekme” anlamını taşıyan ve Süryaniceden Arapçaya geçmiş bir sözcüktür. “Kânun” (kef harfiyle yazıldığı için “k” ince okunmalıdır) ise yine Süryaniceden Arapçaya geçmiş ve “ocak”, “mangal”, “soba” karşılığı olarak kullanılan bir sözcüktür.
Bu ay adlarına ne zaman “Birinci Teşrîn” veya “İlk Teşrîn” ya da “İkinci Kânûn” demeye başlandığını tespit edemedim. Şimdilik kesin olan tek şey, bu değişikliğin dilin sadeleştirilme sürecinde, yani 1930’larda gerçekleştiğidir. Ancak, burada resmî bir müdahale olmadığı, gazetelerin kullandığı tarihlerden anlaşılıyor. Örneğin Atatürk’ün ölümünü duyuran Cumhuriyet gazetesi “İkinciteşrin” derken, Akşam gazetesi “Teşrinisani” diyor. CHP’nin resmî organı Ulus ise, “Sonteşrin”i tercih etmiş. Dolayısıyla, 10 Ocak 1945’te çıkarılan kanunun biraz da bu anarşiye son vermek için gündeme geldiği anlaşılıyor.
Ekim ve Ocak, yeni ay adları arasında anlaşılması en kolay olanları: eski sözcükler Türkçeye çevrilmiş. Kasım da görece anlaşılabilir, çünkü bu sözcük daha önce de halk arasında, 6 Kasım’da başlayan “yılın soğuk yarısı” anlamında kullanılan “kasım günleri” teriminde kullanılıyordu. Aralık adının nereden geldiğini ise bilmiyorum. Sonbaharla kışın arasında kaldığı için mi öyle denmiş, okurlarımız arasından beni aydınlatacaklar çıkar umarım.