Ülkemiz için iklim krizi, başka diyarların ve başka zamanların problemi değil. Tam burada ve tam şu anda etkileri hissedilmeye başlanan bir felaket. Geçen ay yaşanan sıcak hava dalgaları, ardından Türkiye’yi saran orman yangınları ve ardından sel felaketleri de kaygıların fazlasıyla gerçek olduğunu bir defa daha kanıtladı. Fakat giderek yaklaşan krizi önlemek için halen adım atılmadı.
Türkiye, tüm uyarılara rağmen Paris İklim Anlaşması’nı meclisten geçirip yürürlüğe sokmayan 6 ülkenin arasında kalmaya devam ediyor. Her geçen gün ağırlaşan iklim kriziyle ilgili dünyada ve ülkemizde bizleri, şirketleri, devletleri uyaran biliminsanları, yazarlar, aydınlar… 165 yıldır sözlerine kulak asılmayanlar…
Bilim insanları, iklim kriziyle deniz buzlarının hızla erimesi yüzünden kutup ayılarının neslinin 80 yıl içinde tükenebileceği uyarısında bulunuyor.
Homo homini lupus yani “İnsan insanın kurdudur” lafını hemen herkes duymuştur ama, Thomas Hobbes’un (1588-1679) “İnsan henüz olmamıştır” sözü çoğunlukla gözden kaçar. Gerçekten de uygarlığın, kültürün ve teknolojinin bunca “ilerlemesine” karşın insanın pek de bu ilerlemeye koşut olarak geliştiğini göremiyoruz. Bunun en büyük göstergelerinden biri de insan haricinde hem kendini bu denli tüketen hem de yeryüzüne, hatta uzanabildiği ölçüde evrene bu kadar zararı dokunan başka hiçbir canlının olmaması. Bundan daha da endişe verici olan ise, insanın sebep olduğu bozulmanın önce yaşadığı ortama, sonra da bu ortamın bir parçası olan kendi varlığına yönelen tehdidin çok geç farkına varması.
Olsa olsa çeyrek yüzyıldır dünyaya verdiği zararın dönüp dolaşıp kendi başını yakacağıyla ilgili bir telaşa düştü insanlar. Tabii sadece bir kısmımız… Dünya nüfusunun çoğunluğu, bilimsel literatürün hemfikir olduğu iklim krizinin insan etkisiyle büyüdüğü ve bu şekilde devam edilirse yerkürenin yaşanılamaz bir yer hâline geleceği konusunda ikna olmuş değil.
Sanayi Devrimi’nden (1760- 1840) beri daha fazla fosil yakıt yakıp atmosfere karbondioksit gibi sera gazlarını daha fazla salıyoruz. Dünya’nın yaydığı kızılötesi enerjinin uzaya salınmasına engel olarak atmosferde kalmasına, bunun da atmosferde birikerek aynı bir sera gibi gezegeni ısıtmasına neden oluyoruz. Son 150 senedir yaşamakta olduğumuz iklim değişikliği insan kaynaklı… Bu değişikliğin önemli sonuçları arasında, ortalama sıcaklığın artması; yağış rejiminin değişmesi; okyanus akıntılarının farklılaşması; kuraklık sürelerinin ve şiddetlerinin artması; buzulların erimesi; deniz seviyesinin yükselmesi; orman yangınlarının hem şiddetlenmesi hem de daha geniş alanlara yayılması; salgın hastalıkların etki alanlarının genişlemesi gibi problemler var. Üstelik bu problemler geçen ay çok acı bir şekilde ülkemizde ve diğer ülkelerde tanık olduğumuz orman yangınları ve sellerden de anlaşılacağı üzere, artık uzak bir geleceğin, uzak coğrafyaların değil, bugünün ve buranın problemleri.
Artık yapmamız gereken, sera gazı kaynaklarından yapılan tüm salımları ya yok etmek ya da olabildiğince azaltmak. Bu da ancak enerji sektörü başta olmak üzere çeşitli sektörlerde ciddi bir dönüşümle sağlanabilir. Problemin ancak radikal bir dönüşümle altından kalkılabileceği, aslında 1990’ların başından beri uluslararası toplantılarda tartışılıyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzalanması, 1992’deydi. Bu sözleşmeye dayanarak hazırlanan Kyoto Protokolü ise 1997’de imzaya açıldı. Ancak “insanın olmamışlığı”, bizim yaşam süremizi aşacak felaketler için önlem almayı, yaşam süremiz boyunca kârı ve lüksü artırma yanında geri plana attı. İçinden geçilmesi gereken dönüşümün büyüklüğü, devletleri harekete geçmek konusunda çekingen davranmaya itti. Tâ ki gelecek gelip, kapımızı çalana kadar…
Geçen ay Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) açıkladığı 3 bin sayfalık yeni raporda, “İklim krizinin her yerde daha önce hiç görülmemiş düzeyde kötüleştiği” ifade edildi. “İnsanlık için kırmızı alarm” denen raporda incelenen 5 farklı karbon emisyonu senaryosunun tamamına göre, küresel sıcaklıklar tahmin edilenden daha önce, yani 2040’a kadar 1.5 derece artacak ve bunu engellemek imkansız. Karbon salımları önümüzdeki birkaç yıl içinde azaltılmazsa, bu daha da erken gerçekleşecek.
14 binin üzerinde bilimsel makaleye atıfta bulunan rapor, iklim krizinin insan ürünü olduğunda şüphe bulunmadığını söylüyor; nadir görülen aşırı hava olaylarının artık daha sık görüleceğine dikkati çekiyor. Tropik fırtınaların, yağmur ve kar yağışının artacağı belirtilirken, günümüze kıyasla 1.7 kat daha fazla kuraklık yaşanacağı da vurgulanıyor. IPCC’ye göre karbondioksit gazı emisyonunun radikal biçimde azaltılması durumunda bile, sıcaklıkların sanayileşme öncesi döneme göre 1.5 derece artmasını engellemek artık mümkün değil. Kuzey Kutup Dairesi’ndeki ısınmanın, dünyanın geri kalan yerlerine göre 2 kat daha hızlı ilerlediğinin de belirtildiği raporda; en iyimser senaryoda dahi 2050’ye kadar bölgedeki buzulların tamamının erimiş olacağı vurgulanıyor. Raporun sonuçlarını değerlendiren BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Şimdi güçlerimizi birleştirirsek, iklim felaketini önleyebiliriz. Ancak raporun açıkça ortaya koyduğu gibi, bekleyecek zamanımız kalmadı; hiçbir özrün faydası olmaz” diyor.
Neyse ki 1990’lara göre daha fazla ülke, özellikle gençlerden yükselen seslerle birlikte bu tehlikenin farkında. Küresel sıcaklık artışının 1.5 derecenin üzerine çıkmamasını hedefleyen ve 2006’da yürürlüğe giren Paris İklim Antlaşması, 200 kadar ülkeyi biraraya getirdi. Türkiye ise 197 ülkenin 191’inin onayladığı antlaşmayı İran, Irak, Eritre, Yemen, Libya’yla birlikte halen meclisten geçirip yürürlüğe sokmayan 6 ülke arasında. Türkiye aynı zamanda, antlaşmayı onaylamayan tek G20 ülkesi konumunda. Bunun gerekçesi olarak da iklim krizi üzerindeki tarihsel sorumluluğumuzun “yok denecek kadar az” olmasını gösteriyoruz. Hangi ülkelerin daha fazla sorumlu olduğunu hesaplamak kolay olmasa da, Türkiye mevcut oranlara bakıldığında en çok emisyona sahip 20 ülkeden biri olarak öne çıkıyor; dünya çapındaki enerjinin yüzde 1’ini tüketiyor; kişi başına düşen emisyon miktarı da giderek artıyor.
Türkiye’nin şikayetçi olduğu konulardan bir diğeri ise iklim fonlarına ulaşamamak. Türkiye bunun için gelişmiş ülkeleri kapsayan listeden çıkarak, ağırlıklı olarak az gelişmiş ülkelerin ve ada devletlerinin uyum eylemleri için kullanması planlanan Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanması gerektiğini savunuyor. Gelişen ülkelere toplamda yıllık 100 milyar dolar kaynak aktaracağı vadedilen bu fonda henüz 10 milyar toplanmış olması ise, daha fazla ihtiyacı olan ülkelerin yanında Türkiye gibi yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek ülkelerin kaynak talebinin tepki çekmesine neden oluyor.
Türkiye’nin rüzgar ve güneş gibi enerji üretim seçenekleriyle ek kaynağa ihtiyaç duymadan kömürden daha ucuza enerji üretebilecek olması bir yana; Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası, Fransız Kalkınma Ajansı, UNDP, Alman Yatırım Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ya da Dünya Bankası gibi pek çok kurum aracılığıyla iklim finansmanına da erişimi var. 2013-2016 arasını inceleyen bir çalışma, AB kurumlarının iklim fonlarından en fazla yararlanan ülkenin Türkiye olduğunu ortaya koyuyor (senede ortalama 667 milyon euro). Araştırmalar, yüzde 70’lere varan oranda enerjide dışa bağlı olan Türkiye’nin antlaşmaya taraf olmasının ekonomik yük getirmesi bir yana, millî gelirini yüzde 7 artırmasına, istihdam potansiyelini katlamasına yol açacağını gösteriyor.
İklim krizinin kontrol altında tutulabilmesi için ortalama yüzey sıcaklığındaki artışın 1.5 dereceyle sınırlanması, en kötü ihtimalle 2 derecenin altında kalmasının sağlanması gerekiyor. Bunun için 34 ülke “karbon nötr” olma hedefini ulusal hukuk çerçevesine yerleştirdi. AB, 2030’a kadar emisyonlarını %55 azaltmayı ve 2050’ye kadar da “karbon nötr” olmayı hedefliyor. Çin, 2060 için “karbon nötr” olma hedefini; Paris Antlaşması’na geri dönen ABD ise 2050’ye kadar “karbon nötr” olma, 2035’te ise elektrik üretimi sektörünü karbonsuzlaştırma hedeflerini açıkladı. İklim krizinden en çok etkilenecek coğrafyalardan birinde bulunan Türkiye ise 2030’a kadar emisyonlarını iki katına çıkarmayı planlıyor! Herhangi bir karbonsuzlaşma hedefi de yok!
Bugün geçmişte bizi uyarmaya çalışanları dinlemememizin, onları neredeyse meczup veya deli yerine koymamızın ceremesini çekiyoruz. Gelecekte de bugünkü uyarıları dinlememenin sonuçlarını hatırlamak için, iklim ve çevreyle ilgili öncü biliminsanlarından-yazarlardan bir derleme hazırladık. Onları o zaman dinleseydik, bambaşka bir bugünü yaşıyor olabilirdik.