İstanbul’un tarihî semtlerinden Kuzguncuk, yakın geçmişimize damgasını vuran birçok meşhur şahsiyetin izlerini taşır. Özellikle hâlâ ayakta olan konaklar-yapılar, yaşanan trajedileri de komedileri de onların hikayeleriyle günümüze taşır. Cemil Molla’dan Nâzım Hikmet’in teyzesi Sare Hanım’a, Müşir Mehmet Ali Paşa’dan hanımı Ayşe Sıdıka Hanım’a.
Boğaziçi Köprüsü’nden (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) Anadolu yakasına geçerken sağda, bir tepenin yamacında çok güzel bir köşk görülür. Çocukluğumdan beri dikkatimi çekmiştir Cemil Molla Köşkü.
Bu alımlı köşkü, Cemil Molla 1885’te mimar Alberti’ye yaptırtmış. Mimar, cihannüma işlevi gören kulenin tepesine bir başka minicik kule ekleyerek apayrı bir karakter kazandırmış yapıya. İçi de güzeldir köşkün. Fildişi kapı tokmakları, ceviz kapılar… Dizel motoruyla aydınlatılırdı. İstanbul’un ilk elektrikli evi idi. Aynı zamanda ilk telefonlu evi, ilk asansörlü evi.
Kurtuluş Savaşı yıllarında “yanlış” taraftaydı Cemil Molla. Ankara’da değil İstanbul’daydı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndandı. Adliye Nazırlığı, Şura-ı Devlet Reisliği yapmıştı. Abdülhamid’in de yakını olmuştu zamanında. Nitekim, 2. Meşrutiyet’te Midilli Adası’na sürülenler arasındaydı.
“Bir cübbe, bir sarık, bir de Atkinson lavantası” idi Cemil Molla, Salah Birsel’in deyişiyle. Cübbesinin altında İngiliz kumaşından Fransız terziye diktirilmiş elbisesi vardı. Manikür de yaptırırmış! Evinde düzenlediği sabahlara kadar süren toplantılar, edebiyat buluşmalarıydı kimine göre. Kimine göre işret alemi, kumar partisi… Fransızca’nın “elenikasını” bilirdi, İngilizce’de çatpatı vardı. Kendi kendine öğrenmişti bu dilleri. Arap şairlerin eserlerini ezbere okumaktan da geri kalmazdı. Mecelle’nin uzmanıydı.
Mollalığından vazgeçmeden çağdaştı Cemil Molla. Tıpkı son dönemlerinde Osmanlı devletinin Osmanlılığından vazgeçmeden çağdaş olmaya çalışması gibi. Dönemin padişahları ile yakınlığına şaşmamak gerek.
Mollalığı yasaklayan, şeriatı toptan yürürlükten kaldıran cumhuriyetle anlaşamaması normaldi Cemil Molla’nın. Fakat Atatürk ona çok kızmamış olmalı ki, cumhuriyet döneminde Beylerbeyi Sarayı’nı ziyaretinde onunla tanışmak istedi. Hatta onu Dolmabahçe Sarayı’na çaya da davet etti. Davete icabet etmedi Cemil Molla. “Biz Osmanlılara hizmet ettik, yenilerin ayağına gitmek bize yakışmaz” dedi.
Cemil Molla köşkün hemen yakınında, Boğaz kıyısında bulunan Üryanizade Camii’nde bazen imamlık da yapardı. Camiyi yaptıran dedesi Üryanizade Ahmet Esat Efendi, Abdülhamid’in şeyhülislamlığını yapmıştı. Mithat Paşa’nın idama mahkum edilmesi için gereken fetvayı veren odur. Dedesi de “yanlış” taraftaydı yani Cemil Molla’nın!
Sare Hanım Cemil Molla köşkünü bırakıp yüzümüzü denize dönelim şimdi. Burada bulunan parkın bir köşesinde -yaz-kış!- yüzücüler bulunur. Kuzguncukluların eskiden de başlıca zevklerinden biriydi Boğaz’da denize girmek. Bazıları hızını alamaz karşı yakaya kadar yüzerdi. Bu cesur yüzücülerden biri de Sare idi.
Sare bir genç kadın. Mavi gözlü, sarışın. 1930’lu yıllar. Sare 20’lerinde. Mollalığı tutan Cemil Molla çıkışır ona: “Sana kimse aşık olmaz! Niye? Çırılçıplaksın! Nerene aşık olacaklar?” Sare çırılçıplak değil tabi. Sadece mayolu. Cemil Molla onu azarlama hakkını görür kendinde. Gayet yakındırlar çünkü. Bebek Sare’nin kulağına ilk ezanı okuyan Cemil Molla’dır. Nâzım Hikmet’in sevgili teyzesidir Sare.
Ayşe Sıdıka Hanım Üsküdar yönünde solumuzda, bir yükseltinin üzerinde gösterişli bir köşk görürüz. Köşkü yaptıran Ayşe Sıdıka Hanım, yapının adıyla anılmasını da fazlasıyla hakeder. Ayşe Sıdıka, Şeyh Şamil’in soyundan gelir. Kocasının soyu-sopu onunki kadar şanlı olmasa da daha ilginçtir ama. Kocası Müşir Mehmet Ali Paşa, Magdeburg’da doğdu (1827). Fransız Protestan Kilisesi’nde kayıtlı asıl adı Ludwig Karl Friedrich’dir. Ailesi “Huguenot” idi. Yani, Protestan oldukları için zulüm görüp ülkelerinden kovulmuş olan Fransızlardandı. Anne-baba ölünce yetimhaneye kondu. 15 yaşında çalışmaya başladı. Çıraklık falan derken miço oldu. Gemisi İstanbul’a uğradığında, nedendir bilinmez, şehrimizde kalmaya karar verdi. Sinan Yılmaz ve Sunay Akın’a göre gemiden atlayıp Kızkulesi’ne yüzdü. Emin Ali Paşa himayesine aldı onu. Müslüman yaptı. Yetiştirdi. Son devşirmelerden sayılır. Kırım Harbi’nde, kendisi de aslen Avusturyalı olan Ömer Lütfi Paşa maiyetine aldı onu, yeteneklerinden ötürü. 93 Harbi (1877-78) faciasında rol aldı. Savaş sırasında Abdülhamid onu müşirliğe getirdi. Herkesin önünde sarılarak onu öpmekten geri kalmadı! Taltif etti, nişan ve hediyeler verdi.
Hezimet sonrasında yapılan Berlin Konferansı’nda Osmanlı tarafını temsil edenlerdendi. Konferans sırasında Bismarck, kendisi gibi Prusyalı olan birinin şimdi karşı tarafta olmasına içerledi. Epey bir gerginlik oldu.
Berlin Konferansı’nda alınan kararları Arnavutlara izah etmekle görevlendirildi sonra. Ne var ki izah edilmesi zor kararlardı bunlar. Üstelik Arnavutlar onu sorumlu tutuyor, ihanet ettiğini düşünüyorlardı. Bu yetmezmiş gibi, bir de “kan davası” vardı Mehmet Ali ile Arnavutlar arasında. Daha önceki bir görevinde 300 Arnavutu idam ettirmişti. Neticede, isyancı Arnavutlar tarafından vahşice öldürüldü. Başı kesilip bir sırığın ucunda şehirde dolaştırıldı, gövdesi gübreliğe gömüldü.
Arkasında bir zevce ve 4 kız bıraktı. Ayşe Sıdıka Hanım kapısına dayandı Sultan Abdülhamid’in. Padişah söz verdi çocuklarına bakacağına. Ayşe Sıdıka Hanım kızları için 3 köşk yaptırdı. Bunlardan biridir işte Ayşe Sıdıka Hanım Köşkü.