1963’te vefat eden Türkiye’nin-Türkçenin en büyük şairlerinden Nâzım Hikmet, ülkesindeki hayatının büyük kısmını hapiste geçirdi. Eserleri uzun yıllar boyunca yasaklandı. Başka kitaplarda, dergilerde, filmlerde adının anılması bile yasaktı. Nâzım Hikmet’in yazdıkları, cesur insanların yayınları.
Bundan tam 60 yıl önce, 3 Haziran 1963’te Moskova’da hayatını kaybeden Nâzım Hikmet, tek bir vasiyet bırakmıştı geriye; “Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani…”. Türkçenin büyük şairi Nâzım Hikmet’in 60 yıldır Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmesi yasak. Tıpkı yaşadığı dönemde isminin bile memleketinde 28 yıl boyunca yasaklanmış olması gibi. Kitaplarda, dergilerde, filmlerde Nâzım Hikmet’in ismini anmanın yasak olduğu yıllara ve her şeye rağmen onun ismini anan yürekli insanlara dair kronolojik bir panorama.
1936-1937
Komünist ve gizli cemiyet başkanı!
27 Aralık 1936 tarihli Haber gazetesi, Nâzım Hikmet’in tevkif edildiğini duyurur: “Şair ve muharrir Nâzım Hikmet evvelki gün tevkif edilmiştir. Bugün öğrendiğimiz bu tevkifin sebebi hakkında resmî makamlardan malumat almak, Pazar olmak dolayısıyla mümkün olmamıştır”. Haber gazetesinin 3 gün sonra, 30 Aralık 1936 tarihli haberinin başlığı ise “Komünistlikten nezaret altına alınanlar”dır. Nâzım Hikmet komünist propaganda yapmaktan, Nurkalem fabrikası işçileri ve “Demiri şerbet yapanlar” isimli yazısı nedeniyle Fatma Nudiye Yalçı ile birlikte nezarettedir.
21 Ocak 1937 tarihli gazetelere yansıyan haberlerde ise, “Komünistliğe tahrik amacına yönelik gizli bir cemiyetin başkanlığını yaptığı” iddia edilen Nâzım Hikmet’in tutuklandığı yazılacak ve şair 1937’nin ilk birkaç ayını cezaevinde geçirecekti.
1937 -1942
Cismini gösterdi ama ismini kullanamadı
1937 başındaki gözaltı ve tutukluluk, Nâzım Hikmet’in kişisel tarihi kadar bibliyografyası için de dönüm noktasıdır. Artık adı iyiden iyiye “komünistlikle” anılan ve milliyetçi çevrelerin olduğu kadar dönemin Hitler yanlısı nasyonal sosyalist çevrelerin de hedef tahtasında bulunan 35 yaşındaki genç Nâzım Hikmet için 1937 yılı, henüz adı konulmamış bir yasağın da başlangıcıdır. Çok daha sonra, 1 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de yazdığı Otobiyografi şiirinde kayıt düştüğü dizelerin miladı işte bu 1937 yılıdır: “Yazılarım otuz-kırk dilde basılır / Türkiye’mde Türkçemle yasak”. 1937’den başlayarak 1965’e kadar tam 28 sene Türkiye’de onun ismiyle hiçbir kitabı basılamayacak; kitaplarda, dergilerde, filmlerde ancak takma isimlerle yer bulabilecektir.
1936’da yayımlanan Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Milli Gurur Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl, Sovyet Demokrasisi, Alman Faşizmi ve Irkçılığı kitapları, Nâzım Hikmet yaşarken kendi ismiyle Türkiye’de basılan son kitaplarıdır.
Öyle ki 1937’de Nâzım Hikmet’in yazıp yönettiği tek uzun metrajlı filmi olan “Güneşe Doğru”, 28 Ekim 1937’de İstanbul İpek ve İzmir Elhamra sinemalarında gösterime girecek; ancak ne ilanlarda ne filmde Nâzım Hikmet’in ismine rastlanamayacaktır. Sonraki senelerde İpekçi kardeşlerin dostluğu ve desteğiyle senaristliğini yapacağı “Tosun Paşa” (1939) filminde Mümtaz Osman; “Şehvet Kurbanı” (1940) ve “Kahveci Güzeli” (1941) filmlerinde M. İhsan; 1942’de gösterime giren “Kıskanç” filminde ise Mümtaz Osman mahlaslarıyla yer alacaktır. Bu filmlerin afişlerinin ortak özelliği ise senarist isminin afişlerde yer almamasıdır.
1938-1939
12.5 yıl sürecek hapis hayatı başlıyor
Nâzım Hikmet, 17 Ocak 1938’de bu defa Harp Okulu öğrencilerini isyana teşvik iddiasıyla tutuklandı. Toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılacak, 15 Temmuz 1950’ye kadar çoğunluğu Bursa Cezaevi’nde olmak üzere aralıksız 12 yıl 6 ay hapis yatmak zorunda kalacaktı. Cezaevi süreci, onun isminin üzerindeki yasağı daha da perçinleyecekti.
Şair 1939’da 16 sayfalık Kağıtta Kalmıyacaktır-Bir Memleket Davasının Vesikalara Dayanan Hikayesi broşürünü Mehmet Ran ismiyle yayımlayabilecekti.
1943
Tolstoy tercümesi ve ipekçilik broşürü
Dünya Savaşı sürerken, Nâzım Hikmet Bursa Cezaevi’ndedir. Tolstoy’un Harb ve Sulh romanı, 1943’te Millî Eğitim Bakanlığı’nın Maarif Vekaleti tarafından 4 cilt 8 kitap olacak şekilde yayımlanmaya başlanır. Eserin çevirmeni, Zeki Baştımar ile birlikte Nâzım Hikmet’tir ama, kitaplarda ismi kesinlikle anılmayacaktır. Nâzım’ın Bursa Cezaevi’nden Piraye Hanım’a gönderdiği 28 Şubat 1943 tarihli mektup şu satırlarla başlar: “Karıcığım, parayı, yani dünkü mektubumda yazdığım seksen lirayı aldım. Zeki Baştımar’dan Tolstoy tercümesine mahsuben gelmiş. Derhal sana 60 lira daha yolladım. Bu suretle hesabı şaşırmayalım ve eline ulaşıp ulaşmadığını kontrol için tekrarlıyorum: 60+50+20+60=190 lira göndermiş oluyorum. Lütfen aldıkça bana yazarsın ve aldıklarınla gönderdiklerimi karşılaştırmış oluruz. İpek broşürleri meselesi de oldu, hem kırdırmaya lüzum kalmadan. Benden dört broşür istiyorlar. On gün içinde teslim edilecek”.
Mektupta geçen “ipek broşürleri” meselesi, Nâzım Hikmet’in Bursa Koza Tarım Satış Kooperatifleri Birliği için yazıp resimlediği 7 adet ipekçilik üzerine broşürdür. İpekçiliği ve buradan oluşturulan işleri özendiren broşürler de yazar ismi olmadan yayımlanacaktır.
1946
Memleketimden İnsan Manzaraları
Nâzım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nde büyük eseri Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yazmaktadır. Bu destandan çeşitli parçaları 1946’da dönemin ilerici dergileri Yığın, Yürüyüş ve Yeni Ses dergilerine gönderir; şiirler “İbrahim Sabri ve Nureddin Eşfak” imzalarıyla yayımlanacaktır.
1946
‘Yasaklar dünyasındayım. Yârin yanağını koklamak: yasak’
Nâzım Hikmet, 20 Ocak 1946’da Bursa Cezaevi’nde yazdığı “Dokuzuncu Yıldönümü” şiirinde, “bir odaya kapatılmakla başladı maceram. dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor” diye not düşer yasaklılığının dokuzuncu yılına. 1937’nin başındaki tutukluğunu, isminin yasaklandığı o yılı milat almıştır: “Yasaklar dünyasındayım. Yârin yanağını koklamak: yasak / Çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada: yasak / Aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan konuşmak kardeşinle, ananla: yasak / Yazdığın mektubun kapatmak zarfını ve zarfı yırtılmamış mektup almak: yasak / Yatarken lambayı söndürmen: yasak / Tavla oynaman: yasak / ve yasak olmayan değil, yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey: sevmek, düşünmek ve anlamak”.
1949
La Fontaine’den masallar Türkiye’den acı gerçekler
Nâzım Hikmet 1949’da, mahpusluğunun aralıksız 11. yılında Ahmet Halit Kitabevi ile bir La Fontaine kitabının çevirisi için anlaşır. Bu defa da “Ahmet Oğuz Saruhan” takma adıyla yaptığı çevirilerden oluşan kitap, La Fontaine’den Masallar ismiyle kitaplaşacaktır.
Ahmet Halit Kitabevi ile yapılan sözleşme, Nâzım Hikmet’in ismini anmanın yasak olduğu yıllara dair de tarihî bir ibret vesikasıdır. Kitap, Nâzım’ın müstear bir isim kullanması şartıyla basılmış ve yayımcı tarafından hazırlanan belge de bunu hukuken garanti altına almıştır: “Bütün hukuku Ahmet Halit Kitabevine ait olmak ve dilediği zaman dilediği kadar basıp satmak hakkına malik bulunmak ve müstear bir isim kullanmak şartile manzum olarak tercüme ettiğim Lafonten masallarının tercüme hakkını tamamını aldım. Hiçbir ilişiğim kalmadı”.
Bu kitap, Nâzım Hikmet’in takma adıyla Türkiye’de basılan son eseri olacaktır.
1955
Bir utanç vesikası da Demokrat Parti döneminden
Nâzım Hikmet 1950 Temmuz’unda 12.5 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakılır ve yaklaşık 1 yıl sonra da tekrar Türkiye’yi terketmek zorunda kalır. 1955’te yurtdışında yayımlanmış bir Nâzım Hikmet şiir kitabının dahi yurda girmesi yasaklanmıştır. Bu yasak için çıkarılan Celal Bayar, Adnan Menderes ve akanların imzalarını taşıyan kararname şu ifadelerle başlar: “Şair Nâzım Hikmet’e ait ve üzerinde adı bulunmayan şiir kitabının yurda sokulmasının ve dağıtılmasının menedilmesi…”
30’LU, 40’LI, 50’Lİ YILLAR
Baskıya boyun eğmeyenler
Nâzım Hikmet yasağı ülkede bütün hoyratlığıyla sürerken her şeye rağmen onun adını anan, şiirlerinden örnekler yayımlayan yürekli yazar ve yayıncılar azdır ama yok değildir. 1937’de Ahmed Cevad, Nâzım Hikmet, Hayatı, Seçme Şiir ve Yazıları başlığıyla Çığır Kitabevi’nden; Orhan Seyfi ise Nâzım Hikmet, Hayatı ve Eserleri ismiyle Cumhuriyet Kitaphanesi’nden iki ayrı seçme antoloji şiir kitabı yayımlar.
Orhan Burian 1946’da basılan Kurtuluştan Sonrakiler şiir antolojisi kitabında Nâzım Hikmet’in ismini de anar. Döneminde çıkan diğer antolojilerde Nâzım Hikmet ismine rastlanmaz!
Yalçın Kaya da bağımsız olarak kendi imkanlarıyla 1950’de Nâzım Hikmet Hayatı, Edebi Şahsiyeti Hakkında Hükümler, Şiirlerinden Örnekler adlı bir broşür -kitap yayımlar.
1964-1965
Yön dergisinin başarısı Nâzım yasağının kırılması
Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Yön dergisi 30 Ekim 1964 tarihli 83. sayısında “YÖN, Bir Demagojiyi Daha Yıkıyor” başlığı ile Nâzım Hikmet’in şiirlerini Türkiye’de yayımlama kampanyası başlatır. Döneminde büyük ve çok cesur bir kalkışmadır bu. O sayıdan itibaren her sayıda Nâzım Hikmet imzasıyla o güne kadar Türkiye’de yayımlanmayan şiirler çıkmaya başlar. Yön dava edilir ama yılmaz. Derginin bu kampanyası Nâzım Hikmet yasağını kırar ve 28 yıl sonra Türkiye’de ilk defa Nâzım Hikmet’in ismiyle bir şiir kitabının yayımlanmmasının önü açılır. Mart 1965’te Yön Yayınları tarafından şairin Kurtuluş Savaşı Destanı eseri basılır.
Nâzım Hikmet’e okurun ve yayıncıların ilgisi büyük olur. Aynı yıl İstanbul’da İzlem, Pınar, ve Evren Yayınları, Ankara’da Dost Yayınları, İzmir’de Kovan Kitabevi şairin kitaplarını basmaya başlar. Yön dergisi, 83. sayısında başlayan Nâzım Hikmet kampanyasını 30 Temmuz 1965 tarihli 122. sayısında şu zafer satırlarıyla sonlandırır: “Bugün artık Nâzım’ın şiir kitapları basılmakta, çeşitli dergilerde şiirleri yer almaktadır. Demagoji yıkılmıştır. Bu sebeple Nâzım’ın hiçbir yerde yayınlanmamış en yeni beş şiirini okuyucularımıza sunarak Nâzım kampanyasına son veriyoruz”.
1967
Yaşamak güzel şey ve yayıncının trajik ölümü
Nâzım Hikmet kitapları yayımlanmaya başlanmış, ama bunları basan yayıncılar hakkında peşpeşe davalar gelmiştir. Gün Yayınları sahibi Mehmet Ali Ermiş de bu davalardan payını alanlardandır. Ermiş 1967’de Türkiye’de ilk defa Nâzım Hikmet’in tek romanı olan Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanını yayımlar. Romanda komünizm propagandası yapıldığı gerekçesiyle 12 Nisan 1968’te sorguya alınır ve sorgu sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder.