Aristo, düşlerin ilahi varlıklardan gelen mesajlar olduğuna dair Homerik görüşü reddeder ve düşleri, fizyolojik ve ruhsal süreçlerin bağlantılı olarak ürettiği imgeler, bir phantasma olarak tanımlar. Çiçero ise “Tanrıların işi gücü yok da ölümlülerin yatakları etrafında uçuşup horlayan birilerini bulduklarında, onun başucunda eğri büğrü, bulanık bir görüntü şeklinde mi duracak?” demeye getirir.
Homeros’un Odysseia’sının 24. kitabı, Penelope’nin katledilen taliplerinin öldükten sonra fantastik bir coğrafyaya, Okeanos’a doğru yaptıkları seyahatin tasviriyle açılır:
Götürüyordu onları Sağlık Tanrısı Hermesias nemli yollardan. Okenaos’un akışını izleyip vardılar Ak Kaya’ya,
Güneş’in Kapılarını geçtiler ve Düşler Ülkesi’ni
ve Asfodel Çayırı’na ulaştılar az sonra, orda kalır ruhlar, geçmiş göçmüşlerin görüntüleri.
Okeanos, gerçekliğin bittiği ve herşeyin inanılmaz olduğu bir yer olarak tanımlanır. Düşler de ölülerin ikamet ettikleri yerin çok yakınındaki bir coğrafyadadır. Antik metinlerde “düşler ülkesi”, çoğunlukla, açıkça sorgulanamaz olan yaşam ve ölüm gibi gerçekliklerin karşılaştıkları, birbirlerini niteledikleri, hatta yer değiştirdikleri bir yerdir. Homeros gibi Ovidius da düşleri, ölüler ülkesinin çok yakınına, bir Kimmerya dağının altındaki mağaraya konumlandırır. Burası zeminin pus ve sisle karardığı “loş ve karanlık gölgeler”in yeridir. Uyku getirici haşhaş çiçekleriyle süslenmiş mağaranın girişinde mecalsiz biçimde Tanrı Somnus, yani Uyku yatar.
Çoğunlukla kehaneti tereddüde tercih eden insanoğlu, en büyük bilinmez olan ölümün sınırına yerleştirdiği düşlerin i dilini, hayatın diğer bilinmezlerini de tahmin etmek için kullanır. İskenderiye’de Hıristiyan bir rahip olan Athanasius (öl. 373), beden uykudayken insanın kendi dışında olanları sezmesi, yabancı ülkelerden geçmesi, zaman zaman “gaipten aldığı haberler”le günlük eylemlerini önceden öğrenmesinin, ussal bir ruha sahip olmamızın kanıtı olduğu sonucuna varır. Ruh ve rüya ilişkisine dair bu bağlantı, tarihte başka pek çok toplulukta da karşımıza çıkar. Bir Brezilya ya da Guayana yerlisi, bedeni hamakta uzanmış derin bir uykudayken ruhunun avlanmaya ya da balık tutmaya gittiğinden şüphe duymaz. İçlerinden biri rüyasında düşmanın yaklaşmakta olduğunu gördüğünde, bütün bir Bororo köyü dehşete kapılıp göçetmeye kalkabilir. Gran Chaco yerlileri, yabancıların “külliyen yalan” kabul ettiği hikayelerini anlatırken, rüyalarında gördükleri bu olağanüstü maceraları uyanıkken olup bitenlerden ayırdetmezler.
Antik Çağ’daki düş kuramcıları, ruhun düş görüntülerinin alıcısı mı üreticisi mi olduğu konusunda ayrılığa düşerler. İlk görüş, düş gören ruhu, melekler, şeytanlar gibi tinsel varlıkların dünyasından haber alan bir varlık olarak tanımlayan dinsel yoldur. Aristoteles tarafından ortaya atılıp, Çiçero tarafından devam ettirilen diğer görüş ise günümüzün rüya anlayışına çok daha yakın olan psiko-biyolojik düş görüşüdür. Aristoteles, düşlerin ilahi varlıklardan gelen mesajlar olduğuna dair Homerik görüşü reddeder ve bunun yerine düşleri, fizyolojik ve ruhsal süreçlerin birbiriyle bağlantılı olarak ürettiği imgeler, bir phantasma olarak tanımlar. Ona göre beden ve ruh, uykudayken, uyanık algılamaların izlerini taklit etmeye çalışır. Gerçekleşmiş düşler ise ancak rastlantının ve isabetli tahminlerin eseridir.
Çiçero da Aristoteles gibi uykunun bir anlam kaynağı olarak güvenilmez- liğini göstermek için
sarhoşlardan ve delilerden örnek gösterir. Ayrıca “Ölümsüz Tanrıların gerçekten de zamanlarını ölümlülerin şilteleri ve yatakları etrafında uçuşarak geçirdiklerini ve horlayan birilerini bulduklarında onun başucunda eğri büğrü, bulanık bir görüntü şeklinde durduklarını ve kehanet konusunda danışmak zorunda bırakmak için onu korku için- de uykusundan uyandırdıklarını düşleyebilir miyiz?” diye so- rar. Çoğu insanın düşlerini hatırlamadığını hatırlatarak, “Tanrılar insanlara faydasız paketlerde hayati bilgiler göndererek mi şefkat gösteriyor? Madem bizimle gerçekten iletişim kurmak istiyorlar, neden bulanık ve anlaşılmaz görüntüler yerine basit ve günlük konuşma diliyle mesaj göndermiyorlar” diye devam eder.
Buna rağmen, ilahi olanla insan arasındaki merdivende mesaj taşıyan tinsel arabulucular, çoktanrılı inanç geleneklerinden tektanrılı dinlere, günümüzde dahi karşımıza çıkmaya devam eder. Bu bağlamda vicdanla yüzleşme, niyetleri yeniden yönetme amacıyla gözden geçirme ve böylelikle içsel karmaşayı en aza indirme teknikleri olarak post-modern dünyada da etkisini sürdürür.