Hunlar, Göktürkler, Uygurlarla olan akrabalığımız, 19. yüzyıl ortasına rastlayan Tanzimat hareketinden sonra Batı düşüncesi ve Batı’daki tarihçilik çerçevesinde ortaya çıktı. İslâmiyet öncesi döneme uzanan bu akrabalıktan, Fatih Sultan Mehmet veya Kanunî’nin haberi olmamıştır. Türk ve Çin tarih yazımı…
Genellikle tarih yazımı sözkonusu olunca, bir tarafın diğer tarafa etkisinden sözedilir. Ancak geniş bir coğrafi alanda bir tarafta Osmanlı İmparatorluğu ve dolayısıyla Türkler, diğer tarafta ise Çin İmparatorluğu’nu genel bir çerçevede bile olsa karşılaştırmalı olarak ele alınca, etki veya etkileşimden sözetmek zorlaşır. Bu açıdan da -yazıda belirtileceği üzere- Çin ve Türk tarih yazımını incelediğimiz zaman, iki tarafta da gördüğümüz olgu ve eğilimleri onların Avrasya çapında dünya tarihi içinde yer almaları ile açıklayabiliriz.
Her iki tarafı en erken dönemlerden itibaren tarih yazım malzemesi açısından incelersek, ilk zamanlarda Türklerin taşı, Çinlilerin de hem taşı hem de ipeği yazı malzemesi olarak kullandıklarını görürüz. Taşlar dikiliyor, ipek dürülüyor ve eskiden tomar denilen rulolar haline getiriliyordu. Çincede rulo anlamına gelen “juan” (cüen okunur) dürmek fiilinden gelmektedir. Daha sonraları rulolar yanyana getirilip kitaplaşınca, rulo terimi artık kitabın bölümleri için kullanılır oldu. Bu süreç içinde malzeme olarak ipeğin yerini zamanla kağıdın aldığını görüyoruz. 10. yüzyılda artık tahta levhaları oyarak yapılan baskı tekniği kullanılıyordu. Özellikle Budist edebiyatta olduğu gibi kağıtlar levhalar halinde yufka gibi üstüste konulup iki tarafından tahta kapaklarla korunan kitapçıklar halinde saklanırdı. Bunlar bohçalara konur ve böylece muhafaza edilirdi. Daha sonra bu kağıtlar ortalarından kıvrılarak üstüste konulur, arkalarından dikişle tutturulur ve meydana gelen deftercikler bir kutuya yerleştirilerek raflara yatay olarak yerleştirilirdi. Bu kullanım şekli, kağıt ve kitapların yıpranmamasını sağlıyordu.
Kitapların yatay konması usulü modern zamana kadar İslâm dünyasında da görülmekteydi. İslâm dünyasının kağıtla tanışması 751 Talas meydan muharebesine dayanır. Türklerin İslâmiyet’i kabulleri de bu döneme rastlar. Demek ki tarih yazımı malzemesine baktığımız zaman Asya’nın doğusundan batısına benzer bir etki ile karşılaşmaktayız.
Tarih yazımında hem Çin hem de Türklerin geçmişinde üç evre görülür: 1. Mitoloji ile destanın ve edebiyatın içiçe olduğu kadim zamanlar; taşı oyma-yontma tekniği ile ortaya çıkan ilk edebiyat ve tarih, 2. Çin’de bir felsefi görüş olarak Konfüçyanizmin, Türklerde ise din olarak İslâmiyet’in hakim olduğu dünya görüşü, 3. Batı’nın etkisiyle modern tarih anlayışının yerleştiği son dönemler.
Çin’de klasiklerin yazıldığı imparatorluk öncesi dönem (MÖ 250’den evvel), şiirsel, felsefi ve edebi eserlerin ortaya çıktığı dönemdir. Bu dönemde tapınak rahipleri, astroloji ve fal yöntemini kullanan din adamları olarak önemli bir rol oynarlardı. Bu dönemi takip eden, MÖ 221’den 19. yüzyıl ortalarına kadar geçen yaklaşık 2 bin sene boyunca, ruhban sınıfının devre dışı bırakılması ile (NTV tarih, sayı: 46, 2012) her aile reisi kendi ev halkını Konfüçyanist ahlak görüşlerine göre yönetti. Aile reisi ile hükümdar arasında hiyerarşik bağlar şeklinde gelişen bu ilişkiler çerçevesinde, Çin imparatorunun evrene hakim olduğu düşünülürdü. Bütün dış ilişkiler de 19. yüzyıla kadar bu çerçevede düzenlendi.
19. yüzyıl ortalarında Batı ülkeleri kendi gücünü siyasi ve ticari alanda hissettirince, Çin artık yavaş yavaş değişmek durumunda kaldı. Bu çok hızlı Batı etkisi ülkede tepki uyandırmış, bu tepkinin meyveleri kendini 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla göstermiştir. Artık tarih Batıcı bir anlayışla değil Marksist bir anlayışla yazılmaya başlanmıştır (tabii aslında Marx da Doğu değil Batı düşüncesinin bir ferdidir). 1980 sonrasında ise tarih yazımında özellikle dünya tarihi çerçevesinde Batı düşüncesi tekrar yer almaya başlamıştır. Ancak burada bir orta yol görmekteyiz; bazen Batı yöntemi ile Marksist yöntem paralel bir şekilde devam ederken bazen de Batı ile Çin düşüncesi biraraya getirilmektedir.
Türk dünyasına gelince… Bir taraftan destanlar, diğer taraftan yazıtlarla başlayan bu kadim evrenin eserleri bugün “seküler” dediğimiz türe yakın eserlerdir. İslâmiyet’in kabulü ile başlayan 2. evrede, Türklerin tarihi Nuh Peygamber evladı Yafes’in oğlu Türk’ten türemiş olarak dinî bir şemsiye altında tezahür eder. 19. yüzyıl ortasına rastlayan Tanzimat hareketinden sonra ise Batı düşüncesi ve Batı’daki tarihçilik çerçevesinde İslâmiyet öncesi dönem ve Hunlar, Göktürkler, Uygurlarla akrabalığımız ortaya çıkar. Fatih Sultan Mehmet veya Kanunî’nin bu akrabalıktan haberi olmamıştır.