Kasım
sayımız çıktı

2. Abdülhamid’in oğlu ve ‘babasının malları’

2. Abdülhamid’in oğullarından Şehzade Ahmed Nuri Efendi, babasının tahttan indirildiği sırada Yıldız Sarayı’ndaki müzede mevcut 12.300 parça mücevher, kıymetli eşya ve tarihî eser ile kütüphanedeki nadir kitapların kendilerine miras kaldığını ileri sürmüş fakat eli boş kalmıştı. Şehzadenin 1919’da devlet kurumlarına çektiği noter ihtarnamesi ve dönem basınında konuyla ilgili çıkan haberler… 

Osman Bey’den (1299- 1326) 1. Ahmed’e (1603-1617) kadar ilk 14 padişah zamanında Osman-oğulları tahtı babadan oğula geçmişti. 1. Murad’ın Kosova sahrasında şehit olmasıyla padişah ilan edilen Yıldırım Bayezid’in, henüz savaş meydanında bulunan 27 yaşındaki kardeşi Şehzade Yakub’u boğdurmasıyla başlayan “kardeş katli” geleneği üç asır etkili oldu. Bazı padişahlar da hüküm sürdükleri sırada öz evlatlarının katline emir vermişlerdi. 

1. Ahmed sonrasında şehzadelerin katledilmesi yerine Topkapı Sarayı’nda “kafes” adı verilen yerlerde hapsedilerek en yaşlı şehzadenin tahta çıkması usulü getirilmeye çalışılsa da I. Ahmed’in üç oğlundan 2. Osman ve 4. Murad da kardeşlerini katlettiler. Diğer oğlu Sultan İbrahim, henüz 7 yaşındaki kendi öz oğlu 4. Mehmed’i öldürtmeye kalkıştı. Hiç çocuğu olmayan 1. Mahmud, 3. Osman ve 3. Selim’in yerine de kardeş veya yeğenleri geçti. 2. Osman, İbrahim, 3. Selim ve 4. Mustafa, maruz kaldıkları ayaklanmalar sonucunda öldürüldüler. Tahttan indirildikleri halde öldürülmeyerek kapalı bir mekânda yaşamalarına izin verilen padişahlar da oldu. 

 2. Abdülhamid’in oğullarından Şehzade Ahmed Nuri Efendi (1878-1944). 

İlk 14 padişah zamanında padişahın ölümüyle bütün haklar babadan oğula intikal ettiğinden ve diğer şehzadeler de çoğunlukla ortadan kaldırıldığından, tahta çıkan şehzadenin babasının haklarına sahip olması yeterli görülmüştür. Eski padişahın haremi, kadınları ve kızları da babalarının mirası peşine düşmeyi akıllarına getirmez, yeni padişahın tahsis ettiği belirli gelirlere şükredip giderlerdi. 

Esasında padişahlar da mülkün mutlak sahibi değillerdi. Onların da herkes gibi tayinatları olur, Mısır Hazinesi’nden, belirli haslardan, savaş ganimetlerinden hisselerine düşen paydan geçinirlerdi. Ceyb-i Hümâyûn adı verilen şahsî hazinelerinden para alırken bile makbuz verirlerdi. Oturdukları saraylar da padişah oldukları süre boyunca kendilerine aitti. 

Öğrencilik yıllarında 1878’de Yıldız Sarayı’nda dünyaya gelen ve iyi bir eğitim alan Ahmed Nuri Efendi, Şehzade Mektebi’nde (soldan ikinci). 

Tüm bu saltanat değişikliklerinde, terekesi sayılıp mirasçılarına intikal eden ilk padişah 1918’de ölen 2. Abdülhamid olmuştur. Osmanlı Devleti önceki padişahlar için örfî hukuka riayet etmiş, şer‘î hukuku dikkate almamıştır. 

2. Mahmud sonrasında Batı dünyasındaki hanedanlarla temasın artmasıyla, bizde de onlarda olduğu gibi kadın-erkek hanedan üyelerinin padişahtan ayrı saraylarda oturmalarına izin verildi. “Emlâk-i emiriye” adı verilen, yani mülkiyetleri devlete ait olmak kaydıyla padişah kızı sultanlar ve şehzadelere tahsis edilen sarayların sakinleri öldüğünde, bu mülkler yine hanedandan bir başkasına tahsis edilirdi. Çoğunlukla müsrif bir hayat sürdüklerinden, şehzade ve sultanların borçsuz yaşayabileni pek nadirdi. 

İşte böyle bir ortamda 19. yüzyılda şehzade ve sultan sayısı o kadar arttı ki, saray tahsisatları büyük bir karadelik oluşturmaya başladı. Buna rağmen ölen padişahların mirası hiç akla gelmedi. Üç aylık saltanatın ardından akıl hastalığı teşhisiyle hal’ edilen ve 1876’da tahta çıkan kardeşi 2. Abdülhamid tarafından 28 yıl Çırağan Sarayı’nda hapsedilen V. Murad öldüğünde; terekesi ve mirasını düzenlemek kimsenin aklına gelmemiş, böyle bir talep de olmamıştı. Demek ki 20. yüzyılın başında bile 14.-15 yüzyıllardan itibaren teamül haline gelen “padişahların mirası olmaz” anlayışı geçerliliğini koruyordu. 

2. Meşrutiyet’in ardından İttihat ve Terakki yönetimi, o zamana kadar Osmanlı Hanedanı’nın hiç düşünmediği, padişahların aklına getirmek istemediği bir konuyu gündeme aldı: Hanedan-ı Saltanat Nizamnamesi. 2. Meşrutiyet’in ardından nispi bir serbestliğe kavuşup halk içinde daha fazla boy gösteren şehzade ve sultanların bazı nahoş hareketleri, kamuoyu nezdinde itibarlarını yıpratmaya başlamıştı. Buna benzer olumsuzlukları bertaraf etmek amacıyla düzenlenip 16 Kasım 1913’de yürürlüğe giren bu nizamname ile Osmanlı Hanedanı üzerinde en etkili merci olan padişahın yetkileri ilk defa kısıtlanıyordu. Hanedan üyelerinin doğum, evlenme, boşanma, miras, maaş, eğitim gibi işleri bu nizamnameye dayalı bir organ olan “Hanedan Meclisi” üzerinden yürütülecekti. Hanedan üyelerinin hem kendi içlerinde hem de toplum nezdinde sosyal ilişkileri bir temele oturtulacak; padişahın kardeşleri, kendi çocukları ve yeğenleri arasında keyfi tasarruflarının önüne geçilebilecekti. Böylelikle hanedan ailesinin fertleri de, “sıradan” insanlar gibi şahsi ve özel hukuk alanında hak arama yollarını kullanmaya başladı. 

Osmanlı Devleti ilk defa 26 Haziran 1919’da, İttihat ve Terakki yönetiminin iktidardan düşmesinin ardından Damat Ferid Hükümeti zamanında bu doğrultuda bir protestoyla karşılaştı. 2. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Ahmed Nuri Efendi, babasının 31 Mart olaylarından sonra tahttan indirildiği sırada Yıldız Sarayı’ndaki müzede mevcut 12.300 parça mücevher, kıymetli eşya ve antika ile kütüphanedeki kitapların kendilerine miras kaldığını iddia etti. Damad Ferid Paşa hükümeti bu sıralarda Divan-ı Harpler kurup “Ermeni tehciri” ile suçlananları yargılamaya başlamıştı. “Yıldız yağması” ile suçlananlar için de Dîvân-ı Harp kurulması teşebbüsleri vardı. Ahmed Nuri Efendi muhtemelen mahkemeye katılmak için bir hazırlık içindeydi. 

Basına yansıyan miras talebi 

Ahmed Nuri Efendi’nin babası II. Abdülhamid’den kalan değerli eşya, mücevher ve kitapların kendilerine verilmesi için çektirdiği noter protestosu, Alemdar gazetesinde haber olmuştu, Haziran 1919. 

Şehzade Ahmed Nuri, vekilleri Hâmid Bey ve Leon Şakrana vasıtasıyla İstanbul Beyoğlu 1. Noterliği’nden Sadarete, Şeyhülislamlığa, Maliye, Maarif, Evkaf nezaretleri ile Müze müdürlüğüne tebliği istenen ihtarname, iki gün sonra 28 Haziran 1919 tarihli Alemdar gazetesinde birinci sayfadan haber olmuştur. 

“Hususi istihbarat” olarak sunulan haberin metni, noter ihtarnamesinden bir hayli farklıdır. Bu haberde Ahmed Nuri Efendi’nin, 2. Abdülhamid’in ilk oğlu olduğu yazılıdır; oysa büyük oğlu Selim Efendi henüz hayattadır. Üstelik Selim Efendi de bu sırada boş durmamaktadır. 10 Temmuz 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde, Şehremaneti tarafından tahminen 700 bin lira bedel ile satışı kararlaştırılan Kadıköy Rıhtımı’nın babası tarafından hususi surette inşa ettirildiği ve rıhtımın bulunduğu arsanın kendilerine ait olduğu iddiasıyla Şehremaneti, Defter-i Hakani gibi kurumlara protesto çektiği haberi vardır. İki kardeşin ayrı ayrı mülklerin peşine düşmek için görev taksimi yaptıklarını düşünmek daha doğru olabilir. 

Sarayın kütüphanesi 2. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda oluşturduğu kütüphanenin kitap ve fotoğraf albümleri günümüzde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin “Nadir Eserler” bölümünü oluşturuyor. 

Ahmed Nuri Efendi’nin peşine düştüğü müze malzemesinin büyük bölümü, aslında değişik tarihlerde Topkapı Sarayı’ndan Yıldız’a getirilen ve 2. Abdülhamid’in saltanatı süresince çeşitli devletlerden hediye edilen tarihî eşyadır. Müze Müdürü Halil Bey başkanlığındaki komisyon tarafından sayımı yapılan eşyaların ait oldukları yerlere dağıtıldıkları doğrudur. Yüzlerce yıllık bir tarihin tanıklığını yerinde sürdürmek üzere Topkapı Sarayı Hazine Kethüdalığının talebiyle, alındıkları yerlere iade edilmişlerdir. 

Yıldız Sarayı Kütüphanesi ise Yıldız Sarayı’na giren disiplinsiz Hareket Ordusu efradının zarar vermek istediği ama kütüphaneci Kalkandelenli Sabri Efendi’nin cesaretiyle en ufak bir hasara uğramadan kurtulduğu bir yerdir. Yıldız’da II. Abdülhamid’in satın aldığı kitaplarla birlikte başta Topkapı Sarayı Kütüphanesi olmak üzere İstanbul’un çok çeşitli kütüphanelerinden (ki bunların tamamı vakıf kütüphaneleridir) toplanarak oluşturulmuştur. 31 Mart sonrası kurulan komisyonların tespitleriyle Yıldız Kütüphanesi’ne ait olmayan kitaplar asli yerlerine iade edilmiştir. Yıldız’da kalanlar ise cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün emriyle İstanbul Üniversitesi’ne devredilmiştir. Günümüzde İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ndeki eserlerin büyük çoğunluğu Yıldız’dan getirilen o kitaplar ve albümlerdir. 

Ahmed Nuri Efendi’nin talep ettiği mücevherlerin çok uzun ve meşakkatli bir macerası macerası vardır. Bir kısmı Abdülhamid’in maruz kaldığı tehditlerin ardından razı olmasıyla ordunun silah ve mühimmat eksikliklerini gidermek amacıyla bağışlanıp Avrupa’da satılmıştır. Bir kısmı da Abdülhamid’in yanından ayırmadığı “su çantası” (bkz. #tarih Kasım 2015, sayı: 18) ile Selanik’e oradan Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiş, ölümünde satılan mücevherlerin bedeli mirasçılarına hisselerine göre dağıtılmıştır. 

Selim Efendi ile biraderi Ahmed Nuri Efendi’nin eşzamanlı olarak babalarına ait olduğu iddiasıyla peşine düştükleri malların Türk milletine ait olduğu, o zamanlarda da tescillenmişti. Anadolu’nun işgale uğradığı ve istiklal mücadelesine başladığı bir tarihte Sadaret’e çekilen bu protesto belgesi üzerine hiçbir işlem yapılmamıştır. Meşrutiyetle birlikte Maliye hazinesine devredilen emlakin padişahın mirasçılarına ait olduğuna dair Vahideddin zamanında alınan kararın da, Sèvres ile kaybedilen toprakları bir şekilde elde tutabilmek için gerçekleştirilen bir operasyondan öte anlamı yoktur. 

Son Halife Abdülmecid Efendi, hanedanın sürgünü esnasında kendisini Sirkeci’ye götürmekle görevli İstanbul Valisi Haydar Bey’e, “Mukaddes Emanetleri” de yanında götürme isteğini bildirmişti. Haydar Bey’in verdiği cevap Osmanlı geleneğinin bir devamıdır: “Efendi Hazretleri, saraylar ve camilerde olduğu gibi emânât-ı mübâreke denilen çeşitli eşyalar da hanedanınıza, şahsınıza ait değil, doğrudan doğruya Türk milletine aittir. Bunlar sizlere değil, tarihin millete vedialarıdır (emanetleridir)”. 

Şehzade Ahmed Nuri Efendi’nin protestosu

Hukûkumuzun te’mîni, ziyânımızın tazmîni…

Beyoğlu Birinci Kâtib-i Adlliği cânib-i âlîsine 

Efendim 

BOA.A.VRK 801/42 

Müvekkilimiz Şehzâde Devletlü Necâbetlü Ahmed Nuri Efendi hazretlerinin peder ve mûrisleri cennet-mekân hakan-ı merhûm Abdülhamid Han-ı sânî hazretlerinin hal‘i üzerine Yıldız Saray-ı Hümâyûnu’nda husûsî müze dairesinde mevcûd bulunmuş olan on iki bin üç yüz parça muhtelif zî-kıymet eşyâ-yı nefîse, antika, mücevherât ve sâ’ire iki komisyon ma‘rifetiyle sebt-i defter edilmiş idi. Komisyonun birisi Harem-i Hümâyûn’da icrâ-yı vazîfe eylediği gibi diğeri müze dairesinde in‘ikâd eylemiş ve Müze Müdîri Halil Bey ile Maarif Nâzırı Seyyid Bey delâletiyle terekemize aid olan işbu emvâl ve eşyâ hilâf-ı salâhiyet olarak Müzehâne’ye, Evkaf Müzesi’ne ve mahal-i saireye nakledilmiş idi. Kezâ kıymetdâr bir kütüphâne muhteviyâtıyla hilâf-ı kânun olarak gasb ve Maarif Nezareti’ne naklettirilmiş idi. Bu kere gasb edilmiş olan hukûkumuzun te’mîni ve zarar ve ziyânımızın tazmîni ve mevcûd olan tereke emvâlinin bize aynen redd u iadesi hakkında hükûmetçe meyl ve arzu izhâr edilmekde ise de evvel emirde Yıldız Saray-ı Hümâyûnu’nda ahz u gasb edilmiş olan eşyâ ve mücevherât ve kütüb-i sâ’irenin mufassal müfredât defterinin musaddak olarak tarafımıza i‘tâ ve teslimini Maarif ve Evkaf nezâretlerinden taleb eyler ve cereyân eden vekâyi‘ ve tereke hakkında vuku‘ bulan ta‘arruzdan dolayı protesto etmekle beraber bi’l-cümle hukûkumuzun mahfûz bulunduğu ve makâm-ı âidine mürâca‘atla ihkâk-ı hak edeceğimizi ma‘lûmları olmak üzere işbu ihtârnâmemizin usûlen makâm-ı Sadâret-i Uzmâ’ya ve Maliye Nezâret-i Celîlesi’ne ve Maarif Nezâret-i Celîlesi’ne ve Müze Müdîriyeti’ne ve Evkaf Nezâret-i Celîlesi’ne ve makâm-ı Meşîhat-i Ulyâ’ya tebliğini ve aslının hıfzıyla nüsha-i musaddakasının tarafımıza i‘tâsını rica ederiz. 

Devletlü Necâbetlü Ahmed Efendi Hazretleri nâmına vekilleri Hâmid Bey ve Leon Şakrana’ya 

26 Haziran 1335 [Pul üzerindeki tarih] [26 Haziran 1919] 

13271 

İşbu ihtârnâme hıfz edilen nüsha-i asliyesine mutabık olmağla ber-mûceb-i taleb makâm-ı sâmî-i hazret-i Sadâret-penâhîye arz u takdîm ve tebliğ olunur. 

Fî 28 Haziran sene 133[5] 

Mühür 

[Beyoğlu Birinci Kâtib-i Adli Reşid Zühdi] 

Ahmed Nuri Efendi kimdir?

Anadolu’ya geçecekti Vahideddin engelledi

Sultan 2. Abdülhamid’in üçüncü oğlu Ahmed Nuri 1878’de Yıldız Sarayı’nda dünyaya geldi. Ağabeyi Abdülkadir Efendi’den 27 gün küçüktür. Yetenekli bir ressamdı; cam üzerine renkli resimler yapardı; ayrıca babası gibi mobilya yapımına meraklıydı. Bir Cuma selamlığında, kundağa sarılmış bir bebeği bomba zannettiği, babasını korumak için atından atladığı, bu sırada bel fıtığı olduğu ve ömrü boyunca bel ağrısı çektiği söylenir. 1919’da Anadolu’ya geçmek istemiş ama Sultan Vahideddin izin vermemiştir. 1924’te, hanedanın sürgününde 46 yaşındaydı. Miralay rütbesine sahipti. Eşi Fahriye Zişan Hanım’la birlikte önce Lausanne’a gitti, oradan Nice’e yerleşti. Fransa’da yokluk içinde yaşadı, kapı kapı dolaşıp seyyar satıcılık yaparak geçimini sağlamaya çalıştı. Eşini 1940’ta kaybetti. 1944’te sefalet içinde öldü.