İletişim dediğimiz büyük ağlara “takılan” insan türü, bunun özellikle “network” denilen sık ve çokgözlü elektronik türünün kölesi olarak yaşıyor; daha doğrusu yaşatılıyor. Mobil telefon tuşlarından el yüzgeçlerine aktarılan az biraz oksijenle hayatı tıktıklıyoruz. Derin bir yalnızlık içindeyiz ama, hem etrafımızda hem en uzak coğrafyalarda olan-bitenleri anında öğreniyoruz. Öğrenmekle de kalmıyoruz; sanki cehennemde değilmişiz gibi serin-şakrak-bilgiç yorumlar yapıp, sonra da diğer lanetlilerin bundan hoşlanmasını (layk) bekliyoruz.
Hâl böyle olunca nereden gelip nereye gittiğimizin de pek bir anlamı-etkisi kalmıyor. Başta “değerler” olmak üzere ahlak dediğimiz kodlar-kurallar; “tarih” dediğimiz devamlılık ve miraslar da ancak yeri daha doğrusu işimize geldiğinde “kullanılan” bir toplama dönüşüyor. İşimize gelmeyen gelişmeleri ise “görmüyoruz”; hele dünya görüşümüze, inancımıza, tuttuğumuz takıma veya partiye uymuyorsa, bunları hepten “yok hükmünde” sayıyoruz.
Temmuz ayında ülkemizde ve dünyadaki “sıcak gündem”, yaşanan anormal sıcaklarla birlikte akıl sağlığımızı neredeyse hepten ortadan kaldırdı. Bir camide namaz kılan bir kardeşimiz, ibadet esnasında cemaatte bulunan bir kişinin kısa pantolonlu olmasına tepki gösterip imamı uyardı. Devamında, imamın “sen kendi ibadetine bak” tutumuna sinirlenen bu şahıs; namazdan sonra evine gidip okunu/yayını kuşandı ve imamı hedefleyerek okunu fırlattı! Kolundan yaralanan imam kardeşimiz hastaneye, fail ise hapishaneye gitti. Bu fantastik hadise, değme kurgularda hatta bilgisayar oyunlarında bile görülmemiş eylem, hayatımızın artık nasıl “bambaşka” bir seyir izlediğini gösteriyor; ve evet, biz de bunu izliyoruz.
Kasım ayında yapılacak Amerikan başkanlık seçimleri, sadece ABD’nin değil dünyanın kaderi için de şüphesiz kritik bir dönüm noktası. 3 ay kala Donald Trump’a suikast düzenlenmesi, Joe Biden’ın istifası ve yerine Kamala Harris’in adaylığı; dünyadaki dengesizlikleri/bilinemezlikleri arttırdı. Suikastların arkası-önü, kurşunun kulak memesinden kan içmesi, anketlerin söyledikleri derken; 1-2 hafta önce dünyamızda/ülkemizde yaşanan diğer önemli gelişmeler önemsizleşti, TT’den ve dolayısıyla hafızamızdan çıktı-gitti bile.
“Tarihin tekerinin geriye dönmeyeceği” yolundaki önerme, şüphesiz bilime ve arşivlere dayanıyor. Karşı çıkmak anlamsız. Ancak “anlam”ın kalmadığı, ok ve yayların kuşanıldığı, cep telefonunun da arkeolojik buluntu sayılacağı bir gelecek, artık herhalde sadece bir bilimkurgu senaryosu değil.
“Bunları bir kenara bırakalım da, şu dergiye bir bakalım; biraz aklı selim bulalım” demeniz için hazırladık bu sayımızı.