Aralık
sayımız çıktı

Aklını yitiren ve eşir düşenlerin trajedisi

On binlerce esir depresyondan şizofreniye birçok ruhsal bozuklukla evine döndü. Dönemin tıp anlayışı, psikiyatrik problemleri olan savaş gazilerinin “zaten hasta” oldukları varsayımını kabul ediyordu. Esirlikten bahsetmek bile ayıptı. Bir dönemin ruhsal anatomisi…

Bir Osmanlı askeri Çanakkale’de çarpışırken etrafında gördüğü ölümlerle, açıktaki cesetlerle sarsılır, sinirleri altüst olur, sonrasında rüyasında bir din büyüğünü görür. Bu zat kendisine muharebenin silah ve cephane yapanlar yüzünden uzadığını söyler. Bunun üzerine asker, tüfekçi ustasını kasatura ile boğazlar. Derhal İstanbul’a gönderilerek akıl hastanesine kapatılan asker, dönemin nöropsikyatrlarına göre “cibilliyetsiz dejenere” nin bir alt kategorisi olan “saf mistisizm”den muzdariptir!

Benzeri çarpıcı örneklerle 1. Dünya Savaşı ve sonrasını bir başka yönüyle ele alan Yücel Yanıkdağ’ın Millete Deva Olmak, Osmanlı Savaş Esirleri, Tıp ve Milliyetçilik (1914- 1939) adlı çalışması hem savaş sırasında ve sonrasında Osmanlı esirlerinin günlük yaşamlarını inceliyor, hem
de anılardan ve belgelerden hareketle, askerlerin ülkenin geleceğine yönelik düşüncelerini araştırıyor. Dönemin tıbbına uygun olarak askerlerin, esirlerin nasıl değerlendirildiklerini de inceleyen yazar, kendi deyişiyle bir “biyo-politika”nın izini sürüyor.

İlk bakışta birbirinden farklı görünen konuları etkileyici şekilde harmanlayarak okura sunan kitapta, Osmanlı hekimlerinin de Avrupalı meslektaşları gibi savaşın bizatihi kendisinin ruhsal bozukluklara yol açtığını değil, zaten varolan potansiyel durumları açığa çıkarttığını savunduklarını okuyoruz. Psikolojik açıdan sorunlu görünenler ya yobaz ya da mütemârızdı (yalandan hasta). Yanıkdağ, yukarıdaki örnekte olduğu gibi bizde de savaş nevrozuna yol açan durumların görmezlikten gelindiğini belirtiyor.

150 bin Osmanlı esiri 1. Dünya Savaşı sırasında asker-sivil yaklaşık 150 bin Osmanlı esir düştü. Çanakkale’de esir düşen ilk askerlerden biri, Galeka gemisinin güvertesinde.

Savaş sonrasında ülkemizde modern psikiyatri ve nörolojinin kurucusu kabul edilen Dr. Mazhar Osman, savaş esirleri, savaş nevrotikleri, mütemârız kadınlar ve başka gruplar hakkında zalimane ve sert görüşleriyle karşımıza çıkıyor. Öğrencisi yine ünlü nöropsikiyatristlerden Dr. Fahrettin Kerim’e göre, anne olmayı istemeyen, dışarıda çalışmak isteyen kadınlar hiç evlenmemeliydi. Kıt olan sağlıklı erkek kaynağını “meyvasız” evliliklerle harcamaya gerek yoktu ve “zeka kudretinin geri olduğu” öğrencilere eğitim vermek israftı! Yazar, meclisten geçen sosyal hijyen kanunlarının (evlilik kanunları, içki yasağı ve intihar haberlerine sansür vs. ) bu anlamda nasıl biçimlendirildiğini analiz ediyor.

Dejenere çocukların dünyaya gelmesine yol açacağı gerekçesiyle, hastanın bilgisi ve onayı olmadan yapılan kısırlaştırma işlemleri de, dönemin bakış açısını yansıtan uygulamalardan. Ülke nüfusunun üçte birinden fazlasının dejenere olabileceği ve bu sorunu tıbbi yollarla halletmek gerektiği teorisi, savaşın bitiminden sonra uzun süre revaçta kalıyor. Yanıkdağ’ın en önemli saptamalarından biri de, Türkiye Cumhuriyeti’nde negatif öjeninin uygulandığını iddia etmesi (s. 287).

Kitapta, esir düşen Osmanlı askerlerine dair de çarpıcı saptamalar var. İngilizlerin Mısır esir kamplarında yaygın olarak görülen pallegra ve körlüğe yol açan trahom salgını üzerine, hastalıkları değerlendirirken ırkçı, oryantalist yaklaşımları, eserin en önemli bölümlerinden birini oluşturuyor. O dönemde nedeni bilinmeyen, B3 vitamini (Niasin) eksikliğine bağlı pallegra, cillte lezyonlar, ishal, demans ve sonunda ölümle sonuçlanan bir hastalıktı. İngiliz doktorlar, esirlerin esir düşmeden önce bu hastalığa yakalandıklarını iddia edeceklerdi. Yanıkdağ, İngiliz sağlık görevlilerinin kasıtlı olmamakla birlikte, kalori açısından yeterli ancak B3 vitamini açısından yetersiz “Avrupalı olmayan esir diyeti”nin Pallegra’ya yol açtığını kabullenmediklerinin altını çiziyor.

Şam’da esir edilen Osmanlı askerleri, yerel halkın arasında (yanda).

Yazar ayrıca esir kamplarında çıkan gazeteleri incelemiş. Artık kaybedecek bir şeyi olmayan bundan dolayı da (öz)eleştiri konusunda daha serbest subayların, durumun nasıl düzeleceğine dair önerilerde bulunan yüzlerce makalesini araştırmış. 1. Dünya Savaşı’nda esir düşmek, hakkında hiç konuşulmayan, bahsedilmesi istenmeyen bir durumdu. Binlerce esir depresyondan şizofreniye birçok ruhsal bozuklukla yurda döndü. Osmanlı hekimleri esaret yaşamının ruhen yıkıcı olabileceğini ancak Cihan Harbi bittikten sonra kabule yanaşmışlardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay İngiliz esir kamplarında kalmışlardı. Bu konuda hiç konuşmamayı, yazmamayı tercih ettiler.

Yücel Yanıkdağ’ın kitabı, savaşın 100. yılında bugüne kadar dile getirilmemiş sorunları çok çarpıcı örneklerle sunan orijinal bir eser.