Aralık
sayımız çıktı

Almanlar akıl etti Türkler akın etti

İhap Hulusi’nin çizdiği 7 Gün dergisi kapağı, Ocak 1935.

O güne kadar Bursalıların nemli havadan kurtulmak için yazın gittiği bir yer olan Uludağ’ın kış sporları merkezi haline gelmesi fik­ri, spor teşkilatlarını kurup geliştir­mek için Türkiye’de bulunan ve 1930’da Uludağ ile ilgili rapor hazırlayan Alman spor adamlarıdır. 1933’ün Nisan ayında İstanbul’dan yola çıkıp bir hafta konak­layan 30 kişi ise kayak yapmak için Ulu­dağ’a ilk giden kafiledir (üstteki fotoğ­rafta kayanlar). Bu olayla birlikte kaya­ğın popülerliği bir anda artar. Türkiye’de pek bilinmeyen kayağın merak uyandır­ması üzerine çalışmalar hızlanır.

Sadece yazın hizmet veren otel kışın da hizmete başlar. Bur­sa’dan Uludağ’a şo­se yol yapılır ve yeni tesisler açılır. CHP de bir kayak evi kurar. Kayak sporunu tanıt­mak amacıyla 1934 ve 1935 yıllarında çok sayıda gazeteci ve ünlü isim kayak yapmaya davet edilir. O tarihten son­ra Uludağ kayakla birlikte anılmaya başlar. Kayak hiçbir zaman yaygın bir spor olamasa da Uludağ Türkiye’nin en önemli kış sporları merkezi olmayı sürdürüyor.

Uludağ’da kayma imkanı olmayanlar için İstanbul’da bir fotoğraf stüdyosunun 1960’larda sunduğu kayakçı fotoğrafı çektirme hizmeti (solda). Daha sonra Halkevi’ne devredilecek olan CHP Dağ Sporları Evi.

TALİH KUŞU

Sen misin dava açan

Galata Köprüsü’ndeki Servet Gişesi’nin sahibi Bay Eskinazi, 10 Şubat 1930’da iş­yerine geldiğinde hayretler içinde kalır. Dük­kânının iki yanına iki piyango gişesi daha kondurulmuştur (aşağıda). Bay Eskinazi kapı yan tarafta kaldığı için dükkânına pencere­den girmek zorunda kalır. Durum kısa sürede anlaşılır. Bay Eskinazi’nin gişenin yerini kira­ladığı ve anlaşmazlığa düşüp davalık olduğu belediye, piyango gişesi açmak isteyen Esnaf Bankası’na başka yer yokmuş gibi Servet Gi­şesi’nin iki yanını göstermiştir.

Gazeteler vatandaşın hukuku çiğneniyor derken, Esnaf Bankası açıklamasında “Köp­rü’de piyango satmak Eskinazi Efendi’nin in­hisarında (tekelinde) değildir. Kapı meselesi­ne gelince, Eskinazi Efendi kapılarını yandan değil pekâlâ cepheden yapabilir. Eğer hukuk ayaklar altına alınmışsa ayaklar altına alan kapısını cepheden yapmayan Eskinazi Efen­didir” demektedir. Ancak tepkiler üzerine ye­ni gişeler kaldırılır. Servet Gişesi aynı yıl 25 Kasım gecesi şüpheli bir şekilde yanacaktır.

KIRAAT

Her işi yaptı, gizli ajanlık hariç!

Türkiye’de anti-komünist histerinin egemen olduğu Soğuk Savaş yıllarında sosyalist ülkeleri kötüleyen ve tamamen kurgu olmasına rağmen gerçeklere dayanıyormuş gibi pazarlanan ucuz sağcı propaganda kitapları epey yaygındı. Sadık Tiryakioğlu’nun yazdığı, 1976 basımı Bir Türk Ajanının Rusya Hatıraları adlı kitap da bunlardan biri.

Kendini “Ortaokulda bir öğ­retmenim beni haksız yere komünist olmakla suçladığı günden beri antikomünistim” diye tanıtmasından enteresan bir kişi ol­duğunu anladığımız yazar, iddiasına göre 1951’de 25 yaşında bir ajanken Sovyetler Birliği’ne sızmakla görev­lendirilmiş ve yaşadıklarını 216 say­falık kitabında anlatmış.

Azeri bir Sovyet vatandaşının kimliğiyle Sovyetler’e sızan Tiryaki­oğlu’nun ilk gözlemi Sovyet halkının sefalet içinde yaşaması. İş bulana ka­dar bir süre sokakta yaşayıp çöpten yiyecek toplayan adamımız “Bizim çöpler ekmek dolu burada ise kırıntı yok” diyerek enteresan bir refah kar­şılaştırması da yapıyor. Yazar, solcu Türk gençlerinin –niyeyse- onar ki­şilik gruplar halinde Sovyetler Bir­liği’ne götürülmelerini de önermiş. Çünkü gördükleri yokluk manzara­larından yıkıma uğrayan gençler dö­nüşte toprağı öpecek ve birinci sınıf Türk milliyetçileri olacaktır.

Arkasından, kitap boyunca karşı­laştığı bütün kadınlara asılan kendi­si değilmiş gibi Sovyet vatandaşları­nın sapık eğilimlerinden söz ediyor. Okullarda erkek beden eğitimi öğ­retmenlerinin kız öğrencileri “tebrik maksadıyla” sürekli öptüğü gibi bir iddiası var. Peki neden beden öğret­menleri öpüyor da sözgelimi müzik öğretmenleri öpmüyor? Belirsiz… Sapık eğilimlere örnek olarak Rus erkeklerin selamlaşırken birbirini dudaklarından öpmesini de akta­ran ajanımızın başına da son dere­ce talihsiz bir olay geliyor maalesef ve votkayı fazla kaçırdıkları bir gece meyhaneci kılığındaki Ermeni Sov­yet ajanı Agop Azmanyan kendisini dudaklarından öpüveriyor.

Bir süre boyacılık yaptıktan son­ra, hastabakıcı olup üst düzey bir Sovyet ajanının “sinir hastası” kız kardeşine iğne yapması kaderini de­ğiştiriyor. Kadın, adamımızın “iğne yapma usulünü” o kadar beğeniyor ki bir daha başka kimsenin kendisi­ne iğne yapmasını istemiyor. Daha dördüncü iğne gününde sevgili ol­duğu Nataşa’nın abisi adamımızın zekâsından çok etkilenip kendisini önce Sovyet ajanı yapıyor, ardından bütün Sovyet istihbarat birimleri­nin başındaki Stalin’in sağ kolu Be­ria’yla tanıştırıyor!

“Sinir hastası” Nataşa Yazarın anlattıklarına çizimler de eşlik ediyor. En solda baskı altındaki Sovyet halkı resmedilmiş. Ortadaki iki çizimde ajanımız, iğne yaparken sevgili olduğu ve birlikte ortamdan ortama koşturduğu “sinir hastası” Nataşa ile. Üstteki çizim ise yazarın
“Sovyet eğitim sistemi Stalin’e tapma üzerine kurulu” iddiasını açıklamayı amaçlıyor.

Ancak bundan daha şaşırtıcı bir şey var, gerçekte Ermeni olmayan Beria her ne hikmetse Rusça’yı Er­meni aksanıyla konuşuyor.

Kitap iyi hoş ama önemli bir de sorunu var. İnsan, bir ajanın hatı­ralarının anlatıldığı kitapta hiç de­ğilse bir iki ajanlık faaliyeti görmek istiyor ama yazar herhalde böyle bir mecburiyeti olmadığını düşün­müş. Kahramanımız bir askeri tesi­sin fotoğrafını çekse, birine suikast düzenlese, isyan çıkarsa, provokas­yon yapsa, birinden gizli belge alsa… Ama yok.

Beria’yla tanıştıktan sonra “tel­kin kuvvetiyle adam öldüren” KGB ajanlarından filan söz etmeye baş­layınca artık Sovyet devletinin bey­nine girdi ve adam gibi ajanlık ya­pacak diye umutlanıyor insan ama maalesef öyle olmuyor. Kadınlar­la ilişkilerine dair bir dolu palav­ra atan yazarımızın birkaç yalan da ajanlık faaliyetleriyle ilgili söyle­mesinde hiçbir mahsur yok aslında ama buna bile gerek görmemiş. Tek bir yerde “Günlerim çeşitli ajanlık faaliyetleri ile geçiyordu” diyor fa­kat bunların ne olduğunu söylemi­yor. Bütün gün hastanede çalışıyor zaten (“Sovyet Rusya’da insanlar ro­bottur ve köle gibi çalıştırılır”), han­gi ara ajanlık yaptığı belli değil. Ger­çi günahını almamak lazım, belki de gizli görevi Sovyetlere sızıp hasta­bakıcılık yapmaktı, kim bilir?