Kasım
sayımız çıktı

Anadolu direnişine Bolşevik yardımı

3. (Komünist) Enternasyonal’in sömürge ülkelerinin bağımsızlık savaşlarını destekleme kararı doğrultusunda ilk Rus altınları, bundan tam 100 yıl önce, 8 Eylül 1920’de Erzurum’a geldi. Gelen 6 sandıktaki 400 kilo külçe altının yarısı Erzurum’da alıkondu, diğer yarısı ise Ankara’ya gönderildi. Yaklaşık iki hafta sonra ise, Tuapse’den kalkan motorlarla Trabzon’a 1-1.5 milyon altın ruble geldi.

Bilindiği gibi Büyük Millet Meclisi (BMM) hükümetinin ilk diplomatik girişimi, Mustafa Kemal Paşa’nın 26 Nisan 1920’de Moskova’daki Bolşevik hükümetine yazdığı mektuptur. Bu belgede Mustafa Kemal Paşa, Sovyet yönetiminden maddi yardım talep etmişti.

O sıralarda Anadolu, çepeçevre İtilâf Devletleri veya bunlarla araları iyi olan Güney Kafkasya devletleri tarafından sarılmış durumdaydı. Karadeniz ise İtilâf Devletleri donanmasının denetimindeydi. Bu nedenlerle Güney Kafkasya’nın Bolşeviklerin denetimine geçmesi, ancak karadan gelebilecek olan yardım için mutlaka gerekliydi. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa, mektubunda Ermenistan ve Gürcistan’ın Bolşevikleştirilmesi konusunda işbirliği önermeyi de ihmal etmemişti.

Bolşevikler de kendi açılarından Ankara Hükümeti’yle işbirliği fikrini olumlu buluyorlardı. Türkiye’ye yapılacak yardım, Rusya Müslümanlarını Bolşeviklerin yanına çekecek, sömürge dünyasında da kendilerine büyük sempati kazandıracaktı. Bu fikirden hareketle 3. (Komünist) Enternasyonal’in Temmuz-Ağustos 1920’de Moskova’da toplanan ikinci kongresi de, sömürge ülkelerinin bağımsızlık savaşlarını destekleme kararı aldı. 

Böylece emperyalist devletlerin zayıflayacağını, bunun da dünya sosyalist devriminin gerçekleşmesini kolaylaştıracağı düşünülüyordu. 

Anadolu direnişine Bolşevik yardımı
 Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği 31 Mart 1922 sabahı, Mustafa Kemal Paşa Afyonkarahisar’da Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti heyetiyle birlikte.

Ancak, Türkiye’nin Ermenistan ve Gürcistan’la sınırı üzerinde pazarlıkların sürmesi ve Kızıl Ordu’nun Ermenistan’a hakim olmasının gecikmesi, Bolşevik yardımlarının Anadolu’ya gelmesini de geciktirdi. Sonuç olarak ilk Rus altınları Erzurum’a 8 Eylül 1920’de geldi. Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, İstiklâl Harbimiz adlı anılarında bunların nasıl teslim alındığını, gelen 6 sandıktaki 400 kilo külçe altının yarısının Erzurum’da alıkonduğunu, diğer yarısının ise Ankara’ya gönderildiğini kısaca anlatmıştır.

Bu hadiseden yaklaşık iki hafta sonra ise, Tuapse’den kalkan motorlarla Trabzon’a kimi kaynaklara göre 1 milyon, kimilerine göre ise 1.5 milyon altın ruble gelmiştir. Aynı günlerde Tuapse’den gene motorlar ve küçük vapurlarla silah ve cephane de taşınmış; bunlar da Trabzon’a, ayrıca Samsun ve İnebolu’ya götürülmüştü. O günlerde Bolşevik yöneticileriyle anlaşmayı sağlamış olarak Moskova’dan dönen Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey, Vatan Hizmetinde başlıklı anılarında Moskova-Rostov-Tuapse yoluyla Türkiye’ye sevkedilecek olan savaş malzemesini şöyle anlatır:

“Gelirken bizim trenle 1 milyon altın ruble ve bir vagon mavzer fişeği geldi. Mavzer fişeği ve mitralyöz yüklü 8 vagon da Moskova’da istasyonda hazırdı. Rostov’a gelince oradan da 3’er bin fişekle 6 bin İngiliz tüfeği, 100 mitralyöz ve yedi buçukluk 8 İngiliz topu derdest-i sevk olduğunu bildirdiler”.

1920 EYLÜL KANUNLARI

Devrim meclisinden 2 kritik karar: Seçimler ve kaçaklar

Ankara’daki BMM, 1920 Eylül’ünde iki önemli kanun çıkardı. Bunların ilki, 5 Eylül’de kabul edilen Toplantı Yeter Sayısı Kanunu’ydu. Bilindiği gibi BMM üyesi olan milletvekillerinin bir bölümü, artık çalışamaz hale gelmiş son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın üyeleriydi. İkinci bölüm ise Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısıyla düzenlenmiş seçimlerle Ankara’ya gelmişti. Ancak, çeşitli zorluklar nedeniyle, Meclis’e her iki gruptan da katılmalar çok zaman almıştı. Bu da BMM için büyük bir zorluk yaratıyordu; zira oturumlara başlayabilmek için kaç kişi olmaları gerektiği, bir kanun çıkarmak veya karar almak için en az kaç milletvekilinin oyunun gerektiği meçhuldü.

Bütün bu sorunları ortadan kaldıran yeni kanunun getirdiği bir yenilik daha vardır ki, BMM’nin siyasal anlamda ne tür bir meclis olduğunu belirleyen öğelerden biridir. Bu yenilik, kanunun hemen 1. maddesinde görülür: “Büyük Millet Meclisi, Hilâfet ve Saltanat’ın, vatan ve milletin istihlas ve istiklalinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şerait-i atiyye dairesinde müstemirren inikad eder”. Burada BMM’nin, amacına ulaşana kadar aralıksız toplantı halinde kalacağı söylenmiştir. Bu da amaca ulaşılana kadar seçim olmayacak demektir. Gerçi 5 ay sonra çıkacak olan Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu (20 Ocak 1921) BMM için seçim öngörecek, ama bu seçimin yapılabilmesi için mebusların üçte ikisinin oyuyla amaca ulaşıldığına dair bir karar alınması gerektiği koşulunu koyacaktı. Yani ancak kendi kendisini feshedebilen 1. BMM, konvansiyonel bir meclis hüviyetindeydi. Bu da, daha önce de yazdığımız gibi (bkz. #tarih, sayı 70), karşımızda demokratik bir meclis değil, bir devrim meclisi bulunduğunun kanıtıdır. 

1920’nin Eylül ayında yürürlüğe giren ikinci kanun da literatürde genellikle “İstiklâl Mahkemeleri Kanunu” olarak verilen “Firârîler Hakkında Kanun”dur. BMM’den 11 Eylül’de geçen kanun, adından da anlaşılacağı gibi asker kaçaklarına ilişkindir. 

1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’nda da Türk ordusunun en büyük sorunlarından biri asker kaçaklarıydı. Ulusçuluk ideolojisinin henüz eğitim yoluyla topluma verilememiş olması kaçmayı kolaylaştırdığı gibi kaçakların kırsal toplumda barınabilmelerine de yardımcı oluyordu. Onları askere alınmış ve haber alınamayan çocukları gibi gören köylü, kaçaklara yardım etmeye yatkındı.

Kaçaklar ordu tarafından çok ağır biçimde cezalandırılıyordu. Bu da askerlerin başka bir biçimde yitirilmesi anlamına geliyordu. Savaşacak askere şiddetle gereksinim duyan BMM, sırf bu konuyla ilgilenecek olan İstiklâl Mahkemeleri’ni kuran kanunu çıkardı. Bu kanuna göre asker kaçaklarının yargılanmasına, milletvekillerinden oluşan bu mahkemeler bakmaya başladı. Tabii birçok kez askerden kaçanlar gene idam edildiler. Ancak birçok mahkeme, kaçakları idam cezasına çarptırarak korkutmuş; ama silah ve teçhizatlarıyla birlikte birliklerine dönmeleri halinde kararın gözden geçirileceğini söyleyerek birçoğunu orduya yeniden kazandırabilmişti. İstiklâl Mahkemeleri daha sonra BMM’ye muhalefet, casusluk, bozgunculuk, hatta adi suçlar konularında da çalışmaya başlamış; giderek siyasî mahkemelere dönüşmüştü.

Bu kanun, o sıralarda geçerli olan 1876 Kanun-ı Esâsîsi’nin olağan mahkemeler dışında başka mahkeme kurulamayacağını öngören 89. Maddesi’ne aykırıydı. Ancak asıl önemlisi, milletvekillerini savcı ve yargıç yaparak BMM’nin yargı gücüne de el koyması anlamına geliyordu. Yani BMM’nin hem yasama hem de yürütme organı olma kararı alarak benimsemiş olduğu güçler birliği ilkesi daha da pekişmiş oluyordu. BMM’nin olağanüstü koşullarda kurulmuş olağanüstü bir devrim meclisi olduğunu, bunun göstergelerinden birinin de Firârîler Hakkında Kanun olduğunu söyleyebiliriz.