İpek Yolu’nun doğudan başlaması da, “Çin Seddi’nin Türklere karşı yapılmış olması” gibi bir mittir. 13. yüzyıl ortasından itibaren 250 yıl ayakta kalmış Altın Orda devletine kuzey yollarından gelen ve uzun zaman bu bölgenin asıl ahalisini oluşturmuş olan gruplar pek vurgulanmaz. Bunlar bizim “aşiret devleti” diye beğenmediğimiz (!) yapılardır. Orduya dayanan “Göktürk modeli” ile değil de boylara dayanan “Uygur modeli” ile Altın Orda’yı yaşatanlar, Çinggis Han evladı arasında en uzun ömürlü siyasi yapıyı kurmuşlardır.
Eskiden kalma kültürel ögeler sözkonusu olunca, bizde hep Horasan erenlerinden sözedilir. Anadolu’ya Asya kültürü böylece doğudan gelir. Karadeniz’i kayıkla aşanlar olsa bile bunlar kuzeyden gelmiş sayılmaz! İstanbul’un ahşap mimarisinin ne kadar da Volga boyu mimarisine benzediğini de algılamayız (üstelik onlar çok daha süslü bir ahşap işçiliği sergiler).
Benzer bir şekilde Volga boyu ve genel olarak Rusya yerleşimlerinin İstanbul’un halicine (Kağıthane deresi ve Marmara) benzediğini hiç hesaba katmayız. Aslında belki de İstanbul’un kuzey yönü ile ilişkilerini Ortodoks Kilisesi çerçevesinde düşünebiliriz; ancak İslâmiyet’in Anadolu’da yayılmasından sonrasında -Batı kültürü öncesinde- etkiler Doğu’dan gelmiştir; hatta Arap dünyası bile Horasan erenlerinin yerini alamaz. Öte yandan kuzeyde İslâmiyet’i Karhanlılardan önce kabul etmiş olan Volga Bulgarlarının adı bile geçmez. Bütün bunlar bizim gerçekler ve varsayımlar arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmemizi sağlar. Bu türden örnekler hiç de az değildir; üstelik bu tür yaklaşımlar sadece bize ait değildir.
Örneğin Horasan’ın uzantısı gibi gördüğümüz İpek Yolu da genellikle Çin’den başlatılır. Aslında yollar Çin’den başlamaz ama 19. yüzyıldan beri gezginler, coğrafyacılar, tarihçiler böyle alışmışlardır. Japonlar ise yolu Japonya’dan başlatır. Görüldüğü gibi İpek Yolu’nun doğudan başlaması da, Çin Seddi’nin Türklere karşı yapılmış olması gibi bir mittir.
İpek yollarına “uygarlıklararası yollar” diyen David Christian’ın bahsettiği göçebeler ve köylüler arasındaki kuzey-güney yolları, Eski ve Ortaçağ’da çok yaygın değildi. Bu yollar 16. yüzyıl sonrasında Moskova’nın bir çekim noktası olarak ortaya çıkması ile gittikçe yaygınlaşmış, Sibirya’dan elde edilen kürkler ile Baltık Denizi’ne kadar uzanmıştır. Batı-doğu yönündeki şimdiki Trans-Sibirya demiryolu ise tarihteki yolların daha kuzeyinden, hepsi de nehir kavşağı olan yerleşimlerden geçerek Baykal gölü güneyine, oradan da Moğolistan’a varır. Bu güzergahın yaygın olarak kullanılması, ancak 16. yüzyılda Rusya’nın Sibirya’yı kendi topraklarına katmasından sonra artmıştır.
Bütün bunların yanında pek sözü edilmeyen, ancak Avrasya’yı doğu-batı yönünde kateden, daha çok göçebelerin kullanmış olduğu göç yolları da vardır. Tarihsel anlamda bunlar yerleşik alanlarda bulunmadıkları ve tarihçiler tarafından kaydedilmemiş oldukları için pek ilgi görmezler. Aslında 4. – 9. yüzyıllar arasındaki “Kavimler Göçü”nü gerçekleştirenler de bu yollardan yararlanmışlardır. Yollara doğudan bakarsak, Yenisey boyu ve kollarını takiben bugünkü Tuva Cumhuriyeti başkenti Kızıl’dan kuzeybatıya, bugünkü Minusinsk (Minusa ve Yenisey kavşağı) üzerinden daha da batıya, Urallara doğru uzanan güzergahları görürüz. 12. yüzyılda ise Kubilay Han’ın hassa alayı kumandanının Ölberli Kıpçaklarından olan ataları, bugünkü İç Moğolistan’dan hareketle Uralların güneyindeki Saksin üzerinden daha da batıya gitmişler ve bugünkü Ukrayna’yı yurt edinerek o bölgenin İslâm kaynaklarında buranın “Deşt-i Kıpçak” adını almasına vesile olmuşlardı. 13. yüzyılda ise Çinggis Han hâkimiyetini tanımayan kabileler de bu yollardan batıya kaçmışlardı. Nehir yollarını ve araziyi iyi bilen bu boylar, daha önce çeşitli yönlerden ulaşan Kıpçaklar ve diğerleri ile beraber, daha sonra da Cöçi Han ordusu ile gelenlerle birleşerek Altın Orda halkını oluşturmuşlardır. Altın Orda’da ve onları izleyen hanlıklarda varlıklarını sürdürmüş Kongrat, Uygur, Böyrek, Karluk, Kıpçak, Mangıtların yanında; bugünkü Başkurdistan’da Halyot, Katay, Barın, Kanglı gibi gruplar da Ortaasya ve Kafkaslar yoluyla değil hep bu kuzey yollarından batıya gelmişlerdir.
Biz yerleşik tarihçiler olarak Altın Orda devletine idareci sınıf ve yayıldığı topraklar açısından baktığımız için, kuzey yollarından gelenleri ve uzun zaman bu bölgenin asıl ahalisini oluşturmuş olan grupları görmüyoruz. Bunlar bizim “aşiret devleti” diye beğenmediğimiz (!) yapılardır. Bu bölgede orduya dayanan “Göktürk modeli” ile değil de, boylara dayanan “Uygur modeli” ile Altın Orda’yı 250 yıl yaşatanlar, Çinggis Han evladı arasında en uzun ömürlü siyasi yapıyı kurmuşlardır. Bizde ve dışarıdaki genel kanaat, göçebelerin kurduğu “aşiret devletleri”nin derme-çatma ve geçici oldukları yönündedir. Böyle değildir.