Kasım
sayımız çıktı

Atalarının mirasını önce Osmanlılar, sonra DP iktidarı harcadı

Son dönemde sıklıkla empoze edilen bir algı var: “Muhteşem Osmanlı mirası erken cumhuriyet devrinde yokedildi”. Osmanlı yöneticileri kendi atalarının mirasını korumayı önemsemedi. Cumhuriyetin ilk dönemini suçlamak ayıp. Suriçi’ndeki yıkımları gerçekleştirenler, 1950 sonrası iktidarlarıdır.

Osmanlı döneminin maddi manevi mirası, âhir zaman torunlarınca yıkılıyor, yeniden şekillendiriliyor. Hal böyleyken, Türkiye’de son yıllarda kamuoyuna empoze edilmeye çalışılan şu: Osmanlılar arkalarında büyük bir tarih ve kültür mirası bıraktı, biz bunları erken cumhuriyet devrinde berbat ettik, yıktık, sattık, yedik, bitirdik!

NECDET SAKAOĞLU “Osmanlı yöneticileri, atalarının bıraktıkları eserlere bırakın sahip çıkmayı, onları çoğu kez yerle bir ettiler.”

İlkin 1930’lu, 40’lı yıllara gelmeden çok öncelere, Osmanlı dönemindeki mirasa, bunlarla ilgili anlayış ve uygulamaları hatırlamamız gerekiyor.

Osmanlı yöneticileri, atalarının bıraktıkları eserlere bırakın sahip çıkmayı, onları çoğu kez yerle bir ettiler. Örnekler saymakla bitmez.

I.Ahmet’in Beşiktaş’ta yaptırdığı Çinili Köşk, bir bahçe içinde harikulâdeydi. Üçüncü kuşak torunu III. Ahmet yıktırıp yenisini yaptırdı. Daha yakın bir kıyım: Dolmabahçe Sarayı’nın yerinde III. Selim’in yaptırdığı bir Beşiktaş Sarayı bulunuyordu. Abdülmecit “bu benim babamın sarayıdır” demedi, silme yıktırdı yerine Dolmabahçe’yi yaptırdı.

Ortaköy’de eski Neşedabat Sarayı vardı. Lale Devri’nden kalma eski Çırağan Sarayı’nın yerine III. Mustafa’nın kızı Hatice Sultan, Melling’e Neşedabat’ı yaptırmıştı. Abdülmecit de Neşedabat’ı yıktırdı. Kardeşi Abdülaziz aynı yere ikinci Çırağan Sarayı’nı yaptırdı, o da 1910’da yandı.

Osmanlı saraylarının ilk örneği Bursa’daydı. Bugün bir taşını bile bulamayız. Aynı şekilde Manisa, Amasya, Edirne saltanat sarayları ne oldu? Temelleri bile yoktur.

Zeyrek’teki büyük paşa sarayı nerede? Sadrazamlara tahsis edilen bu sarayın yerinde bugün yeller esiyor. Rami Sarayı da yok. Eski Istavroz Sarayı, Üsküdar’da, Harem’in üzerindeydi. Yok. Yine kendileri yıktırdılar.

Demokrat Parti’nin 1956’da başlattığı imar hamlesi sırasında iş makinaları Kemeraltı Caddesi’ini genişletiyor. Şehrin hafızasını silen yıkımlar mekân sürekliliğini bozacak, kentsel dokuyu değiştirecektir.

Gelelim Edirne Sarayı’na. Bugün Selimiye Camii’nin olduğu yerde kışlık saray vardı. Sinan yıktı, yerine cami yapıldı. IV. Mehmet’in yaptırdığı yeni Edirne Sarayı’nın bize bir kulesi ve harabeleri kaldı.

Ya Topkapı Sarayı? Sultan Abdülaziz, tarihî sarayın dış köşklerinin harap görüntülerinden rahatsızdı. Bunları yıktırmayı yeğledi. Sinan Paşa Kasrı’nı da, Gülhane Bahçesi’ndeki Gülhane Kasrı’nı da Abdülaziz ortadan kaldırdı.

Cumhuriyete intikal eden Osmanlı yapıları İstanbul’da da taşralarda da vakıfları bakmadığı için haraptı. Kimi camiler, medreseler yıkılmıştı ama, vakıftan cihet (aylık) alan imam ve müezzinleri, müderrisleri vardı. Medreselerin bir tac kapısı ya da hücresi mevcuttu. Bunlar arasında işgal edilip dükkan, işyeri yapılanlar vardı. Cumhuriyet yönetimi bunların hepsini kurtarmaya çalıştı. Bu gerçekleri görmemek bühtandır.

Prost’un projesi uyarınca Unkapanı’ndan Yenikapı’ya uzanan Atatürk Bulvarı açılırken Bizans ve Osmanlı mimarisinin önemli örnekleri yıktırılmıştı.

Mesele payitahtla da sınırlı değil. Osmanlı dönemi vali vezirleri, Sivas, Konya Kayseri, Niğde’de nice Osmanlı yapısını “fonksiyonu kalmadı” gerekçesiyle yıktırdılar. Bu şehirlerdeki tarihi dış surlar Osmanlı döneminde taşra yöneticileri tarafından yokedildi. Taşlarını yeni binalarda kullanıp II. Abdülhamit’e fotoğraflarını gönderdiler. Sivas hükümet konağında, Timur’un kuşattığı Sivas surlarının taşları görülür.

Cumhuriyet yönetimi yakıp yıkmak bir yana, Osmanlı yüzyıllarında harap olan eserleri korumaya çalışmıştır. Keşke 1950’den sonra gelenler, aynı saygı ve korumacılığı gösterebilselerdi. Bunun en somut örneği suriçi İstanbul’dur. Erken cumhuriyet döneminde suriçi bir bakıma konservasyona alınmıştı. Atatürk ve İnönü hükümetleri dokunmadı. Kaçak yapılarla dolu meydanlar temizlenmeye çalışıldı ve tarihî yarımadaya dokunulmadı. 1950’lere gelince işler değişti. Osmanlı mirası, bu dönemdeki kadar acımasızca yokedilmemiştir.

Aksaray meydanı, Vatan Caddesi operasyonları sırasında yüzlerce ve yüzlerce Osmanlı yapısı yıkıldı. Tekkelerin izi kalmadı; Vatan Caddesi’nde bugünkü Emniyet binasının bulunduğu yerdeki (Etmeydanı) Yeniçeri Ocağı’nın son izleri de silindi. Acemoğlu Hamamı restorasyonu diye başlandı, otel oldu. Yine Saraçhane’de bugünkü belediye binası yapılırken yıkılan cami ve mescitleri bilenimiz var mı?

DP’nin “imar silindiri”1957’de Eminönü Meydanı’ndan da geçti.

Bir zamanlar Anadolu yakasında veya Galata, Beyoğlu, Kağıthane, Beşiktaş ve ötesinde oturanlar “İstanbul’a gidiyorum” derken, suriçini kastederlerdi. İstanbul, Suriçi’nin adıydı. Şimdi aynı bölgeye, yani Dersaadet’e Fatih deniyor.

50’lerden itibaren camiler soyulmaya başlandı. Eski eserler, rahleler, levhalar, teberrük halıları, yazma kitaplar hep çalındı. O kıymetli halıları “caminin halılarını yeniliyoruz” diyerek çaldılar.

Yetmedi. Sıra mezar taşlarına geldi. Karacaahmet Mezarlığı’nda yaklaşık 500 bin eski mezar taşı vardı. Bugünse eski yazı kitabeli en çok 15 bin taş vardır. Tarihî taşlar, mezarlık etrafına duvarlar örülürken taş olarak kullanıldı. Kıymetli taşların bir kısmı Avrupa’ya kaçırıldı. 60’lardan sonra Karacaahmet içinden ana yollar geçirildi. Ecdad dediğimiz insanların üzerinden geçiyoruz bugün.

Anadolu’da da kayıp büyüktür. 60’lara kadar genel olarak Osmanlı dokusu bozulmamıştı. Sonrası felakettir.

“Osmanlı eserini yıkayım”, bir cumhuriyet mantığı değildi. Bugün geldiğimiz nokta ise, hem hazin hem gülünç. Muradiye’de 18. yüzyıl yapısı bir ahşap ev, Fatih’in doğduğu ev diye gösteriliyor!

(Necdet Sakaoğlu ile yapılan röportajdan derlenmiştir.)