Ortaçağ Avrupası’nda kötü kokunun hastalık yaptığı inancı son derece yaygın. Veba ve kolera salgınlarının Avrupa’yı kırıp geçirdiği onyıllar boyunca tababet aleminin bu hastalıkların sebebi olarak kötü koku ve kötü havayı işaret ettiğini unutmamak gerek. Henüz bakteri ve mikropların bilinmediği bu dönemlerde ‘Miyazma Teorisi’ olarak adlan- dırılan bu yaklaşım nedeniyle ismini havadan alan hastalık bile var: bizim “sıtma” diye isimlendirdiğimiz “malaria”, “mal” (kötü) ve “aria” (hava) kelimelerinin birlikteliğinden oluşuyor.
Bin türlü kokulu malzemeyle ölümden kaçıldığı, evlerde pencerelere aromatik bitkilerin yerleştirildiği, yerlere çiçek ve ot kurularının serpildiği ve bu yolla sağlıklı kalınmaya çalışıldığı günlerde mecburen hastalıklı alanlara giren doktorların durumunu ise hiç sormayın. Bir yandan hastalık kapma endişesi, diğer yandan “yıkanırsak gözenek- lerimiz açılır ve hastalık nüfuz eder” korkusuyla yıkanmayan insanlar! Doktorların bu nedenle özel giysileri var. Giysi, uzun bir deri pelerin ve çizmeye eşlik eden maskeden oluşuyor. Maskenin göz yerlerinde yuvarlak camlar mevcut ve burun kısmı gaga şeklinde. Gaganın uzantısındaki boşluğa ise hoş koktuğuna kanaat getirilen baharat, misk, amber, civet gibi muhtelif kokulu malzeme konuluyor.
Ortaçağ Avrupası’nda etnik köken, sınıfsal mensubiyet, cinsiyet, meslek gibi pek çok ötekileştirmede vücut kokusunun bir etiket olarak kullanılmasının da sayısız örneği mevcut. Meslek ve cinsiyet ayrımını beraber etiketleyen bir kokulu örnek: Erken ortaçağın başlarında fahişelerin çürümüş olduklarına inanılıyor ve bu çürümüşlük hali iki sebebe dayandırılıyor. İlk sebep, kadının çok sayıda ilişkiye girmesi ve bu yüzden bozulan yaşam sıvıları. İkinci sebep ise erdemsizlik ve günahkarlık. Özetle, en alt sosyal sınıfla mensup bu iffetsiz(!) kadınlardan yükselen kötü kokunun gerçek nedeninin ruhlarıyla birlikte bedenlerinin de çürümesi olduğu düşünülüyor. İspanyolca ve Fransızca gibi bazı Batı dillerinde fahişe anlamına gelen “puta” ve “putain” kelimeleri latince “put” kökünden gelen ve “çürük kokmak” anlamını taşıyan “putris”ten türüyor. Aynı kök, İngilizce’de “kokuşmuş”, “kötü, iğrenç kokan” anlamında kullanılan “putrid” kelimesinin de ebeliğini yapıyor.
‘Gagalı’ doktorlar
Ortaçağ’da veba salgınlarında doktorlar vücutlarını örten giysilerinin üzerine koruyucu bitkilerle doldurdukları bir başlık takarak ‘miyazma’ya karşı önlem alıyordu. Paul Fürst, 1656.
POMANDER: SAĞLIĞIN KOKUSU
Hastalıksavar minik toplar
Çaresizlik içinde havanın ve kokunun yaydığına inanılan ölümcül hastalıklardan sakınmaya çalışanların ise tek sığınağı var: hoş, dolayısıyla sağlıklı kokular. Parası olanlar doğudan ithal baharat ve diğer kokulu malzemenin yerleştirildiği “pomander” adı verilen küçük toplar taşıyorlar bu dönemlerde. Pomander, aslında “pomme d’ambre”ın (amber elması) yanlış söylenişinin doğru bilinir hale gelmiş hali, eskilerin deyimiyle ‘galat-ı meşhur’u. İçine muhtelif kokulu malzemenin yerleştirildiği bu topların üzerindeki deliklerden içindeki malzemenin kokusu havaya süzülüyor
ve inanışa göre hastalıklara karşı önlem oluyor. Gümüş veya porselen toplara ve içine konulacak ithal mazemeye parası yetmeyenler ise mecburen başka önlemler peşinde koşuyorlar.
Nispeten ucuz, ancak gene de herkesin bütçesinin pek elveremediği bir diğer yöntem, portakalın kabuğuna karanfiller saplayıp kurutarak bir nevi doğal pomander yapmaya çalışmak. Rivayete göre “fakir adamın pomanderi” denilen bu daha ekonomik yöntemin mucidi ise Tudor kardinali Thomas Wolsey.