Kasım
sayımız çıktı

Beşikten mezara ‘yandaşlık’

Eşrafın mal-mülk sahibi olması bize mahsus değildir. İngilizcedeki “gentry” sözcüğü soyu-sopu belli bir aileye işaret etse de, ailenin mal-mülk sahibi olması önşarttır. Çincedeki “shi” sözcüğünde yetişmiş kişi vurgusu olsa da, toprak sahibi olmayan söz sahibi de olamazdı. 16. yüzyılda yaşanmış bir hadise, Çinli Zhang’ın akrabasının cenazesini mal-mülk sahibi birinin “yanına” defnetmesiyle başlar.

Özenle müşterilerin beğenisine hazırlan­mış “yeni akım” bir restoran sahibi dert yanıyor: “Rezervasyon yapanlar ne Mi­chelin sertifikalı şefimizin kim olduğunu ne de mönüde neler bulunduğunu soruyor. Tek öğren­mek istedikleri ‘kimler geliyor?’ Sonra da, önem­sedikleri kişinin masasına yakın bir masanın re­zerve edilmesini istiyorlar”.

Magazin basınından bildikleri şan-şöhret sa­hibi kişilere yakın oturmak istemeleri “komşuda pişer bize de düşer” görüşüyle mi ilgili tabii bile­meyiz. Ancak benzer bir şekilde günümüzde mevki ve ik­tidar sahiplerine yanaşanlar için “yandaş” terimi kullanı­lıyor. TDK sözlüğü “yandaş”ı “birinden yana olan veya bir düşünceye, bir isteğe katılan, onu destekleyen kimse, yanlı, taraflı, taraftar” şeklinde tanımlıyor. Ancak bu tanımlama “yandaş” olan kişinin özlemleri, beklentileri ve kazanım­larını içermemektedir. Evvelce bir de “yanaşma” sözcüğü vardı; o da bir çiftçinin yanında çalışan işçi için kullanı­lıyordu. Buradan da, işçinin çiftçiye yanaşarak ileride bir çiftçi olma beklentisi içinde olduğu çıkarsamasında bulu­nabiliriz. Bütün bu durumlarda bir beklentinin, bir kazanı­mın sözkonusu olduğu gözlemlenmektedir.

Hocasına yanaşarak ondan feyz almak isteyen, talep eden kişiye eskiden talebe (talepte bulunan) denilirdi. Bun­da da bir “yanaşma” durumu vardır ama, buradaki fiziki ve maddi bir şekilde ifade edilemez. Eskiden asistanlardan “hocalarının çantasını taşıyan kişiler” olarak sözedilmesi bu özenli, beklentili ilişkileri mücessem, elle tutulur, somut bir şekilde değerlendirmek isteği ile ilgiliydi herhalde. Bu durumda özendiğimiz şan-şöhret sahibi kişilerden elimize, bilgi dışında pek bir şey geçmeyeceğinin farkındayızdır.

Öte yandan mevki, iktidar, mal-mülk sahibi kişiler daha farklı bir kategoridedir. Onlarla ilişkiden beklentilerimiz somuttur. Hâl böyle olunca, “tarihte mal-mülk sahibi kişi­ler kimlerdi?” diye sorunca, aklımıza ilk gelen “eşraf” olur. Eşraf tabii şerefliler demektir ama, malsız, mülksüz, nüfuz­suz bir eşrafın “kendisine faydası olmadığı için”, ondan pek bir beklentimiz olmaz.

Eşrafın mal-mülk sahibi olması sadece bize mahsus değildir. İngilizcede kullanılan “gentry” söz­cüğü soyu-sopu belli bir aileye işaret ederse de, as­lında o ailenin mülk sahibi olması önşarttır. İngiliz­cedeki “gentry”, Çin’de “shi”dir. “Shi” sözcüğü Kon­füçyanist felsefe ve klasikler çerçevesinde yetişmiş kişi anlamına gelirse de, gene devreye toprak sahibi olmak girer; yani “shi” topraksız olursa, sadece oku­muş-yazmış, kendini yetiştirmiş kişi anlamına gelir.

Böyle kendini yetiştirmeye çalışan ve eşrafa öze­nen ancak mal-mülk sahibi olmayan Zhang adlı birinin 15. yüzyıl sonlarında yaşadıkları, özentinin nerelere kadar gide­bileceğinin güzel bir örneğidir. Zhang ölen bir yakınını, eş­raftan olmasa da mal-mülk sahibi birinin mezarına gömer. Anlaşılan, bugün artık Türkçeye de girmiş olan “feng şui” açısından pozitif enerji saçan bir yerdeki mezardan kendi ai­lesi için de yararlanmak istemiştir. Zhang’ın yaşadığı güney Çin’de, “uygun” bir mezar yeri için kıyasıya bir rekabet var­dır. Zira bu türlü mezarlar “feng şui” üstadları tarafından o bölgenin havası, suyu ve evren içindeki enerji durumu araş­tırılarak seçilmektedir. Böyle bir mekanın ölenin ahfadına her türlü yararlar ve iyi şans sağlayacağına inanılır. Netice­de, akrabasını “bahtlı mezar yandaşı” yaparak ailesine güve­nilir bir gelecek sağlamak isteyen Zhang, toprak sahibi Wang tarafından dava edilir. Normalde bu türlü davalar yerel ola­rak halledilirken, iki tarafın da rüşvet vermesi ve birbirin­den yüksek mercilerin “kayırması” sonucu iş büyür. Mesele 1499’da yılında Ming imparatorunun huzuruna kadar gelir (T. Brook 2010, s. 157-159). Sonuçta toprak sahibinin haklı olduğu kararı çıkar. Kısacası her ne kadar mezarda “yandaş” arama duygusu elle tutulamayan soyut bir kavramsa da, dava somut bir mülkiyet hakkı ile sonuçlanır.

Görülüyor ki, ailenin soyunun önemli olduğu İngilte­re’de “gentry”, şeref meselesinin ön planda tutulduğu biz­de “eşraf” ve okumuş olma ve bilgeliğin ağır bastığı Çin’de “shi” olarak ifade edilen kültürel farklılıklar, esasında aynı gerçeğin farklı coğrafyalardaki yansımalarıdır.