Kasım
sayımız çıktı

Değişen devirler ve hanedanların kaybolan mirası

Anadolu beyliklerine dair Osmanlı arşiv kayıtları, ancak 17. yüzyıla kadar geri gidebiliyor. Beylikler döneminden kalan miras yapılardan tarihî eser niteliğini koruyanlar ve vakıflar koruma altına alınmıştı.

Ermenek kazasının Balgasun köyünde bulunan Karamanoğlu Mehmed Bey türbe ve zaviye vakfına ait belge, 1713.

Osmanlı Devleti bir uç beyliğinden impara­torluğa giden süreçte yayılma alanı olarak, kökle­rinin bulunduğu Anadolu’yu değil, Bizans ve ötesini hedef­lemişti. 15. yüzyılın ikinci ya­rısında Rumeli’deki sınırları Tuna nehrine dayandığında, Anadolu’da daha Fırat’ın öte­sine geçilmemişti. Anadolu’da varolan beyliklerin tam ola­rak itaat altına alınamaması­nın sakıncaları da ortadaydı ve bunun acı tecrübesi Yıldı­rım Bayezid ile Timur arasın­daki Ankara Savaşı’ndan son­ra Anadolu’da ortaya çıkan “fetret devri” ile yaşanmıştı.

Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarında Anadolu’da siyasi birliği sağlama gayreti içinde civarındaki beyliklerden baş­layarak akrabalık tesisi, pa­ra karşılığı veya sulh yoluyla Batı Anadolu’da siyasi birliği tesis etmişti. Bilhassa Yıldı­rım Bayezid silah kuvvetine de başvurarak özellikle bey­liklerin en dişlisi olan Kara­manoğullarını da itaat altına alıp sınırları Fırat nehrine kadar genişletmişti. Ne var ki Timur istilası her şeyi eskiye döndürmüş, Anadolu beylik­leri yeniden kurulmuştu.

Anadolu’da beyliklere son verilmesi ve siyasi hakimiye­tin sağlanması, ancak Yavuz Sultan Selim’in, Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlup etmesi ve Memlûk Devleti’ne son ver­mesi ile 16. yüzyıl başlarında tamamlanabildi.

Kütahya’daki Germiyanoğlu
Yakup Çelebi vakfına ait gelir-gider muhasebe defteri, 1655.

Her biri bir zamanlar ken­di beyliklerinin başında hü­küm süren hanedanlar, Os­manlı hakimiyetine girdikten sonra da bazı istisnalar dı­şında kendi bölgelerinde yine nüfuzlu ve seçkin aileler ola­rak varlıklarını devam ettir­mişlerdi. Bulundukları bölge­lerde mütesellim (devlet adı­na vergi toplayan kimse) gibi vazifeler alan, ayanlık yapan hanedan mensuplarına dair arşiv kayıtlarına geçmiş bil­giler bulunmaktadır. Mesela 1739’da Maraşayanından Dul­kadiroğlu Turan Ahmed’in halka yaptığı baskıdan dolayı cezalandırılması, Saruhano­ğullarından Hızır Paşa tara­fından 1766 yılında Demirci kasabasında bir zaviye yaptı­rılması, 1782 yılında Daniş­mendli aşireti beyinin bin atlı ile Osmanlı ordusuna katıl­ması, 1791’de Kütahya eşra­fının kendilerine mütesellim (devlet adına vergi toplayan kimse) olarak Germiyanoğul­larından Süleyman Ağa’nın tayin edilmesini talep etme­leri, 1865 yılında Çobanoğlu hanedanından gelen kişilere maaş bağlanması gibi belge­lerde beylikler dönemi hane­danlarına dair bilgiler bulun­maktadır.

Osmanlı Arşivi’ndeki bel­geler takip edildiğinde gö­rülmektedir ki. 17. yüzyıldan itibaren Germiyanoğlu, Ka­ramanoğlu, Aydınoğlu, Saru­hanoğlu, Ramazanoğlu, Eşre­foğlu, Hamidoğlu, Menteşoğ­lu, Çandaroğlu, Çobanoğlu, Dulkadiroğlu, Danişmend­li, Mengücekli gibi beylik­ler dönemine ait medreseler, camiler, mescitler, imaretler, tekkeler, zaviyeler, türbeler, kütüphaneler, çeşmeler ko­runmuş, tamire ihtiyaç du­yulan binalar tamir edilmiş, beylikler döneminde oluştu­rulmuş vakıfların aynen mu­hafaza edilmesine ve vakıfna­mede belirtilen şartlar üze­rinden bu vakıfların hayatını devam ettirmesine ve kimse­nin müdahalede bulunmama­sına dikkat gösterilmiştir.

Beylikler döneminden ka­lan miras yapılardan tarihî eser niteliği olan yapılar ko­ruma altına alınmıştı. Mesela Karamanoğlu İmareti’nin ka­pısında bulunan ceviz kanatlar ve mihrabın muhafaza edilmek üzere Müze-i Hümayun’a nakli emredilmiş, bunun gibi Anado­lu’da beylikler ve Selçuklular döneminden kalan tarihi eser­lerden teşhire değer olanların Müze’ye gönderilmesi vilayet­lere bildirilmişti.

Karaman Kalesi ve Nefise Hatun Medresesi Karaman Nefise Hatun Medresesi (solda), Karaman Kalesi ve devşirme olarak kullanılan Karamanoğulları yapılarına ait mimari parçalar.

HANEDANA DUA

Mengücekli hamaldan 700 yıllık El Fâtiha

Her yeni yönetim kendi şakşakçılarıyla gelir ve gider. Anadolu’da “Büyük büyük babanız sultanmış, öyleyse size saygı gösterelim” yaklaşımı hiç olmamıştır.  

Artuklu, Saltuklu, Danişmendli, Aydınoğul­ları, İzmiroğulları, Eşrefoğulları, Denizli Beyleri, Tekebeyleri, Hamidoğulları, Dulkadirli, Ramazanoğulları, Akkoyunlu, Karakoyunlu soyları acaba ne oldu? Toplum içindeki saygınlıkları ne zaman ve nasıl sona erdi? Bu soruların yanıtını, sonuncu hanedan Osmanoğullarının torun torun­larının konumlarına bakarak verebiliriz. Kanımca toplum­lar, bir zamanlar kendilerine hükmedenlerin sıradanlaşan soylarını haklı haksız suçlamayı hak görmüşlerdir. “Büyük büyük babanız sultanmış, öyleyse size saygı gösterelim” yaklaşımı hiç olmamıştır.

Şehinşah ve Sitti Melik’in türbesi Mengüceklerin Divriği kolundan Şehinşah’ın ve aynı hanedandan Sitti Melik unvanlı bir kadının yattığı kasaba merkezindeki türbe, 1196.

Her yeni yönetim, kendi şakşakçılarıyla gelmiş ve gitmiş. Ayrıca kısa süren eriyen bir mad­di miras söz konusu. Yıkılıştan sonraki iki üç kuşak, olanı biteni tüketmiş. Halk da bu düşüş ve tükenişleri ilahi bir intikam saymış.

Bir çocukluk anımı anlata­yım. Babam bizi bayram nama­zına götürür, camiden çıkınca mezarlıkları ziyaret ederdik. Bu her kentte köyde geçerli bir ge­lenekti. Büyükler Fatiha okunan her mezarın başında, orada gö­mülü olanı tanıtarak yeni kuşak­lara aile tarihi öğretirlerdi. Her yıl iki kez yinelenen bu bilgilerle aile tarihleri belleklere yerleşir­di. Ben o ziyaretlerde bazen, kısa boylu kambur, sessiz bir adamı Mengücek meliklerinin kümbeti önünde dua ederken görürdüm. Ondan başka orada dua eden de olmazdı. Bu adam çarşı da hamaldı, ama esnafın saygılı davrandığı biriydi. Ağır yükler taşıtılmaz, elinde götürebileceği şeyler evlere gönderilir, yan cebine de bir para bırakılırdı.

Divriği ve Mengücek tarihiyle uğraştığım yıllarda birçok şeyi öğrendiğim gibi bu mazlum masum görünüşlü adamın lakabıyla önünde fatiha okuduğu Mengücek (Sitti Melik) türbesi arasındaki ilintiyi galiba çözdüm. Adam o soydandı. Önünde dua okuduğu türbede kendi atalarının mezarı olmasa neden dua etsin? Babası, dedesi de orada dua etmişlerdi kuş­kusuz. Ama yedi yüzyıl önceki Mengüceklerle soy bağından haberi yoktu. Halk da onu salt “köklü” bir ailenin bireyi bildi­ğinden hamallığına karşın saygı gözetiyorlardı.

Prof. Albert Gabriel de Ana­dolu’da soy sop bilgilerinin uzun zaman korunmayıp unutuldu­ğunu, sonraki kuşakların halk arasında kaybolduğunu yazarak Keykubad’ın soyundan birinin, bundan habersiz çift süren bir rençber olmasına şaşmamak gerektiğini vurgulamıştır.

NECDET SAKAOĞLU