En önemli niteliği, sesinin gücü, yaydığı enerji, derinliği ve tınısının güzelliğiydi. Teknik olarak çok üst perdelere ulaşabilmesinden, sesindeki vibrato özelliğinin opera şarkıcılarına has bir düzeyde gerçekleşmesinden sözediyor müzik uzmanları. Gerçekten de 70 yaşında en güzel sesine ulaşmıştı Johhny Hallyday. Sesinin bir tanrı vergisi olduğu kesindi ama, hep çok sıkı çalıştı. 74 yaşında, ölmeden bir ay önce, ilerleyen kanserin verdiği ağrılara rağmen Fransa turnesine devam etmişti.
FATMA TÜLİN
Her zamanki gibi uykuyu bir türlü bulamayarak sabaha karşı 3’e doğru televizyonu açtığımda bir son dakika haberi geçiyordu altyazıdan: “Johnny Hallyday az önce öldü. Eşi, Başkan Macron’u aradı ve durumu bildirdi”.
Ertesi gün, haber başlıkları büyük harflerle şöyleydi: “Fransa Johnny Hallyday için ağlıyor”. Bir başka başlık Emmanuel Macron’dandı: “Bir Fransız kahramanını kaybettik”. Tüm kanallarda konu aynıydı, şarkıcının ölümü, hayatı, hastalığı…
Meclis başkanı toplantıyı Johnny’nin ölümünden duyulan acıyı dile getirerek açtı, üyeler ayağa kalkarak uzun uzun alkışladılar sanatçıyı. Fransa’nın dörtbir yanından cenazeye katılmak için hazırlanan 700 motosikletli, Etoile Meydanı’nda başlayacak tören için yerlerini ayırtma kavgası içindeydi; Sadece Harley Davidson’ların alaya katılma izni büyük öfke yarattı…
Doğrusu olayın etrafında kopan bu fırtınayı, Johnny Hallyday’in sesini ve tarzını 90’lardan beri çok beğendiğim halde yine de biraz abartılı bulmaktan alamadım kendimi. Toplumsal isteriye dönüşen duygu coşkunlukları beni irkiltir; tepkilerim devreye girer hemen… Ne var ki sokağa çıktığımda, gerçekten de cafe’lerde, markette, alışverişte, yaşı başında, düzgün tipli insanların hıçkırıklarla ağladığını gördüm. Heryerde Johhny’nin şarkıları çalınıyor, caddeye yayın yapılıyordu.
Ağlamak çok da zor olmayabilir böyle durumlarda… Herkesin bir derdi vardır; kimi kaybettiği bir yakınına ağlar, kimi hastadır, kimi yalnızdır, bir diğerine yaşamak zor geliyordur… Bazıları ise geçen hayata, kaybettikleri gençliklerine ağlar. Özellikle müziğin etkisiyle de sular seller gibi akar gözyaşları… Ölüp giden şarkıcı, iç boşaltmak için biraz da bahane olur; sonra bir-iki gün içinde hayatını hayranlık üstüne kurmuş fanatikler dışındaki “normal” severleri tarafından unutulur gider. Fanatikler bambaşka bir cinstir; kendilerini seçtikleri ve hayranlık duydukları kişi sanacak, tüm hayatlarını ona göre düzenleyecek ölçüde kaçıktırlar. Bir başka Fransız pop starı Pascal Obispo’nun “Si j’existe, c’est pour etre fan” adlı şarkısı bu durumdan sözeder: “Yaşama nedenim, birinin hayranı olmak içindir”.
Bütün bunlar bir yana, Johnny Hallyday gerçekten de geniş bir kitle ve yaş yelpazesi içinde benimsenmiş ve sevilen biriydi. Toplumun Fransız kültürüne yakın olan hemen her katmanı ölümünden üzüntü duydu. Bunda müziğinin olduğu kadar, yumuşak, kibar, çekingen kişiliğinin de etkisi vardı kuşkusuz. 1959’dan beri eşlik ediyordu hayata şarkılarıyla. “Kırk beş yıldır sesiyle yaşantımın içindeydi” dedi bir hayranı. De Gaulle Fransa’sına rock müziğini tanıtmıştı. Cezayir savaşı sürmekteydi. Tutucu, sıkı kurallarla çevrelenmiş gençlik “ye-ye” diye bağırıp ortalığı parçalıyordu; şaşkın ve çaresiz kalmıştı ebeveynler. Konserlerde koltuklar, sıralar kırılıp atılıyor, her seferinde olay çıkıyor, polis müdahale etmek zorunda kalıyordu.
Toplumun bu yeni başkaldırı dalgasını kabul etmesi zordu. Johnny İngiltere’de bir konserde o zamanlar henüz tanınmayan Jimi Hendrix’le tanışmış, onu ortak bir turneye davet etmişti. Elvis Presley idolüydü. Ve 60 yıllık meslek hayatı boyunca da hep bir rock hayranı olarak kaldı: “Varyete söylemeyi hiç sevmedim, mecbur kaldım. Beni sadece rock şarkıları söylemek ilgilendiriyor. Adımın bir pop şarkıcısı olarak anılmasından nefret ediyorum”. Bu sözlerini vasiyetiyle de doğruladı. Yıllardır birlikte çalıştığı müzisyenlerinin kilisede tüm tören boyunca rock konseri vermesini istemişti. Beyaz tabutun içinde Madeleine’den çıkarken çılgın bir rock müziği eşliğinde etrafta biriken onbinlerce insan deliler gibi tepinip bağırıyor, el çırparak dansediyordu neşe içinde. Bir cenaze töreni için bu sıradışı görüntü gerçekten de etkileyiciydi. Genel geçer kurallara ölümüyle de başkaldırmıştı Johnny.
Asıl adı Philip Smet
Asıl adı Philip Smet olan Johnny’nin en rock yanı, kendine gençken seçtiği bu saçma ve Amerikan özentisi ad ve kıyafetleriydi bence. Oysa bunlarla çelişen biçimde hüzünlü ve ciddiydi yüz ifadesi. Anne ve babanın terkettiği bir çocuk olmaktan kurtulamadığını her fırsatta dile getiriyordu. En önemli niteliği, sesinin gücü, yaydığı enerji, derinliği ve tınısının güzelliği oldu; bir yaştan sonra özellikle yoğunlaşan bir biçimde… Teknik olarak çok üst perdelere ulaşabilmesinden, sesindeki vibrato özelliğinin opera şarkıcılarına has bir düzeyde gerçekleşmesinden sözediyor müzik uzmanları. Sonuçta bir şarkıcı sadece söyleme biçiminden ibaret değildir, hacimli ve güzel bir sestir esas olan. Her zamanki alçakgönüllülüğü ve sahiciliğiyle bir röportajında “Tuhaf değil mi, şaşıyorum, genel olarak şarkıcıların sesi yaşlandıkça kaybolduğu halde benimki gitgide güç kazanıyor” demişti. Gerçekten de 70 yaşında en güzel sesine ulaşmıştı Johhny Hallyday. Sesinin bir tanrı vergisi olduğu kesindi ama, yıllar içinde çok sıkı çalıştığı da bilinen bir gerçek. “Hiç dinlenmedi, hep çalıştı” dedi yakından tanıyan bir meslektaşı. 14 yaşından beri sahnedeydi. 1000’i aşkın konser vermişti. 74 yaşında, ölmeden bir ay önce, ilerleyen kanserin verdiği ağrılara rağmen Fransa turnesine devam etmişti. Şarkılarından birinde “Yaşamayı unuttum” diyordu. Başka bir konuşmasında ise “Çalışmadan yaşamayı düşünemiyorum, sıkıntıdan ölürdüm” demişti.
Uzun süren meslek hayatı boyunca birkaç jenerasyonun duygularına eşlik etmiş, altı Fransız devlet başkanıyla az çok yakınlığı olmuştu. Bir ifadeyle 5. Cumhuriyet’in tarihi olarak adlandırılıyordu. Fransa’da 68 olayları yaşanırken, 89 yılında Berlin duvarı yıkıldığında, aynı yıl Pekin’de Tian’anmen meydanında genç bir adam tankın önüne dikildiğinde, Johnny şarkı söylemeye devam ediyordu.
Cenazede üç Fransız başkanı en ön sırada yeraldı. Sarkozy, Hollande ve Macron. Aralarındaki husumete rağmen el sıkışıp yanyana oturdular. Emmanuel Macron bir veda konuşması yaptı; kilisenin içinde değil, dışında, önünde… Laiklik kuralları böyle gerektiriyordu. Bu da önemli bir ayrıntıydı. Politik olarak angaje bir şarkıcı değildi, ömrü boyunca sadece müzik düşündü, ama Amnesty International’in isteği üzerine, Güney Amerika’da hapiste yatan bir politik suçlu için ‘Diego’yu söylemişti gürüldeyen, isyanlı, iç titreten bir sesle… Bence en etkileyici şarkısıdır bu.
Johnny Hallyday’in sesindeki yaşam enerjisini, öfkeyi önemli buldum hep. Oysa gençlik yıllarımda sesinden hiç hoşlanmazdım; o dönemlerini tanıdığımı söyleyemem bile. 85 yılından sonraki şarkılarından, “L’Envie d’Avoir Envie” (İstemeyi İstemek), “Vivre pour le Meilleure’ (Daha İyisi İçin Yaşamak), “Toi, ma Gueule” (Nesi Var Suratımın, Beğenemedin mi?) gibi şarkılardaki ses yoğunluğu ve özlülük, insanın düşük ve cansız hissettiği bir gününde doping etkisi yapabilir. “Allumer le Feu” (Ateşi Yakmak) adlı şarkı ölüyü diriltecek niteliktedir! Ama elbette bu sadece bir ses hacmi meselesi değil; tuhaf bir karizma, tınının güzelliğiyle birleşen bir durum. Bu arada başka sanatçıların bazı şarkılarını da kendilerinden daha iyi söylemiştir kanımca; Jacques Brel ve Edith Piaf örneklerinde olduğu gibi.
Bir Fransız kahramanıydı
Fransa başkanı Emmanuel Macron, Hallyday’i “Bir Fransız kahramanını kaybettik” cümlesiyle uğurladı.
Aktörlük de yaptı
Mösyö Johnny’nin oyunculuk yeteneğini ilk olarak Jean-Luc Godard keşfetmiş ve ona bir filminde rol vermişti. Bunu diğerleri, 20’yi aşkın film takip etti sonra. Bir şarkıcının iyi bir oyuncu olması, şarkılarını inandırıcı bir biçimde söylemesi açısından önemli sayılır. Maria Callas’ın başarısında, sesi kadar oyunculuk yeteneğinin rol oynadığı söylenir… Bir Fransız romanı kahramanı mıydı Johnny? Bazıları böyle düşünüyor. 90’larda sahneye Beethoven’in 7. Senfonisi’yle çıkmış, Eyfel’in dibinde verdiği konseri resmi rakamlara göre en az 700 bin kişi izlemişti. Yükseklik korkusuna rağmen sahneye helikopterden inmiş, Stade de France’daki bir başka konserinde 70 bin izleyicinin arasından geçerek sahneye çıkarken ezilme tehlikesiyle karşılaşmıştı. Sonradan bazı kişiler tarafından 24 saat boyunca bütün kanallarda sadece ondan sözedilmesi eleştirilse de, herkes halkın isteğinin bu doğrultuda olduğunda birleşiyor. Cenazeyi de televizyondaki altı saatlik naklen yayında 15 milyon kişi izlemiş.
Johnny, Antiller’deki Saint Barthélemy adasına gömüldü. Vasiyeti bu yöndeymiş. Derken akşam haberlerinde, hayranlarının sekiz saatlik bir uçak yolculuğunu ve 2500 euroluk bilet parasını göze alarak mezarını ziyarete gitmeye hazırlandıkları duyuruldu. Ada halkı paniğe kapılmaya başlamış… Hayranlık gerçekten de zor meslek, ama insanın hayranlarının olması da bence çok kolay sayılmaz.
Tek teselli, artık herşeyin ve herkesin çok çabuk unutulduğu gerçeği; Johhny Hallyday için de bu unutuluş sürecinin yarın, en geç öbürgün başlayacağı neredeyse kesin.