Sözleri ünlü şair ve yazar Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan İstiklal Marşı, millî marş olarak kabul edidiği Mart 1921 tarihinden itibaren tartışmalara yol açtı. Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde yazılan şiir, cumhuriyetten hemen sonra “yeni döneme uygun olmadığı” gerekçesiyle eleştirildi. Ancak esas tartışmalar, bugüne kadar uzanan beste üzerine olacaktı. Arşiv belgeleri ışığında, İstiklal Marşı’nın güfte ve beste macerası.
İstiklal Harbi’nin en buhranlı dönemlerinde, Yunan Ordusu’nun Eskişehir-Afyon hattına ilerlediği bir sırada Türk Ordusu’na ve millete umut, güven, cesaret ve inanç aşılayan; içinde bulunulan ortamın ve şartların ruhunu, heyecanını sonuna kadar hissettiren İstiklal Marşı’nın kabulünün üzerinden tam 100 yıl geçti. Bu 100 yıllık zamanda İstiklal Marşı’nın gerek güftesi gerek bestesi üzerinde günümüze kadar süren değiştirilme düşünceleri, eleştiriler, itirazlar, tartışmalar süregelmiştir.
İstiklâl Marşı üzerindeki asırlık tartışmaları inceleyen bu yazı, arşiv belgeleri ve gazete haberlerine dayanmaktadır. İncelediğimiz belge ve gazetelerde İstiklal Marşı üzerindeki tartışmaların bazen güfteye, bazen besteye yönelik bazen de her ikisini hedef alan tartışmalar olduğu görülmektedir.
İstiklal Marşı’nın kabulü
1920’de bir İstiklal Marşı hazırlanması için ordudan gelen talep üzerine, Maarif Vekaleti (Eğitim Bakanlığı) bu işi üstlenerek öncelikle güfte için bir yarışma açmaya karar verdi. Maarif Vekili olan Dr. Rıza Nur’un onayıyla 25 Ekim 1920’de gazetelere ilan verilerek güfte yarışması için takvim başlatıldı. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çıkan ilana göre, ilgilenenler 23 Aralık 1920 tarihine kadar güfte yarışmasına başvurabilecekti.
Güftelerin teslim süresi bittiğinde, Maarif Vekâleti’nde 724 şiir toplanmıştı. Ancak bu sırada yeni Maarif Vekili olan Hamdullah Subhi Bey bu şiirlerin hiçbirini yeterli görmüyor; İstiklâl Marşı’nın Mehmet Akif tarafından yazılmasını arzu ediyordu. Ne var ki Mehmet Akif, ödüllü bir yarışma ile şiir yazmaya yanaşmıyordu. Nihayetinde Balıkesir Mebusu Hasan Basri (Çantay) ile birlikte ödül işinin bir hayır kurumuna bağışlanarak halledilebileği söylenerek şair ikna edildi ve Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı yazdı. Akif, “Kahraman Ordumuza” ithafıyla şiiri ilk defa 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad’da, 21 Şubat’ta da Kastamonu’da çıkan Açık Söz gazetesinde yayımladı.
1 Mart 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında açılan Büyük Millet Meclisi oturumunda, Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey’in İstiklal Marşı için seçilen şiirlerden birinin okunması teklifi kabul edilerek, Maarif Vekili Hamdullah Subhi’den bir şiir okuması istendi. Hamdullah Subhi, marş yarışmasına katılan çok sayıda şiirden 6’sının seçildiğini, ancak şahsen Mehmet Akif’in bir şiir yazmasını istediğinden, ona da bir şiir yazdırıldığını söyledi. Diğer 6 şiirle birlikte toplam 7 şiiri Meclis’in seçimine arzedeceğini söyledikten sonra, reyinin Mehmet Akif’in şiirine olduğunu belirtti; kararı Meclis’in vereceğini söyleyerek Akif’in şiirini alkışlar arasında okudu.
12 Mart 1921’de Meclis’te İstiklal Marşı’nın kabulü ile alakalı görüşmeler epey tartışmalı geçer. Maarif Vekâleti’nce seçilen 7 şiirden birinin kabul edilmesi gerekir. Bu seçimin, işin uzmanlarından oluşacak bir komisyon kurularak mı yapılacağı, yoksa Meclis kurulunda mı belirleneceği üzerine tartışmalar yaşanır. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi ve daha birkaç mebus marş güftesinin bir komisyon kurularak seçilmesini teklif eder. Hamdullah Subhi ise şiiri Meclis’in seçmesini önerir. Sonunda Hasan Basri’nin (Çantay) “Bütün Meclis’in ve halkın takdirlerini kazanan Mehmet Akif Bey’in şiirinin tercihan kabul edilmesi teklifi” Meclis’te oylanır ve şiir büyük çoğunluğun oyuyla İstiklâl Marşı olarak kabul edilir.
İstiklâl Marşı güftesinin belirlenmesinin hemen ardından bestesinin seçilmesi için açılan yarışmanın ilanı 17 Mart 1921’de gazetelerde çıkar. İlanla birlikte “Teberru” başlığı altında verilen haberde ise Meclis’te kabul edilen İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Bey’in marş için konan 500 liralık ödülü, fakir kadın ve çocuklara iş öğreterek sefaletlerine son vermek emeliyle kurulan Darülmesai isimli kurum menfaatine bağışladığı duyurulur.
İstiklal Marşı’nın değiştirilme girişimi
19 Mayıs 1924’te çıkarılan kararnamede, beste yarışmasına katılan eserlerden üçünün seçilerek bunlar arasından en münasip olanın kabul edilmesi için açılacak yarışmayı Maarif Vekâleti’nin takip edeceği bildirilir (BCA, 30-18-1-1-9-26-12). Ancak bu yarışma da 1 sene boyunca gerçekleşemez.
1925’in Haziran ayında İstiklal Marşı konusunda yurtdışından gelen iki talep olur. Biri Tahran Büyükelçiliği’nden gelen millî marş güfte ve notası talebidir. Diğeri ise devletlerin millî marşlarının koleksiyonunu yapan Çekoslavakya Cumhuriyeti’nin Brno-Zdenice şehri üniversitesinden Profesör Bohumil Podhorny tarafından Hariciye Nezareti vasıtasıyla Millî Marş’ın güftesi ile notasının talep edilmesidir (BCA, 180-9-6-39-6).
Hariciye Nezareti bu iki talebi de Maarif Vekaleti’ne havale ederek marş notasının gönderilmesini ister. Maarif Vekaletince verilen cevapta ise marşın henüz bestelenmemiş olduğu ve talepte bulunanlara bu yolda cevap verilmesi yazılır.
Bununla birlikte Maarif Vekâleti bürokratları, toplanan Maarif Vekaleti Müdürler Encümeni’nde Millî Marş hakkındaki belirsizlikleri halletmeye çalışır. 29 Haziran 1925’teki bu toplantıda:
“1- Evvelce güftesi Mehmed Akif tarafından tanzim olunan İstiklâl Marşı sadece tarihimize intikal edecek bir marş mahiyetinde olduğundan, ayrıca bir “Millî Marş” tertibine ihtiyaç vardır.
2- Birinci maddede gösterilen lüzuma mebni bir “Millî Marş” ile bir de “Cumhuriyet Marşı” tesbiti için lazım gelen teşebbüsata hemen başlanmalıdır.
3- Bu marşların güfte ve bestesinin vücuda getirilmesi için mükâfat vaad edilmek suretiyle bir müsabaka açılması ve tarz-ı tanziminin bir heyet tarafından kararlaştırılması münasiptir”.
kararlarını alarak gereğinin yerine getirilmesi işi Maarif Vekâleti Hars (Kültür) Müdürlüğü’ne verir (BCA, 180-9- 6-39-6).
Böylelikle iş daha da karışacak, “İstiklal Marşı” ve “Millî Marş” kavramları üzerinden bitmek bilmeyen tartışmalar yaşanacaktır.
Kültür Müdürü Hamid Zübeyr (Koşay), 5 Kasım 1925’te Bakanlığa gönderdiği yazıda, Maarif Vekâleti Müdürler Encümeni’nin Akif Bey tarafından yazılan “İstiklal Marşı”nın Millî Mücadele’nin kudsî bir hatırası olarak korunmakla beraber, ayrı bir “Milli Marş” ve “Cumhuriyet Marşı”na lüzum görüldüğünü belirtir. Şayet Millî Marş Akif’in şiiri olmayacaksa, besteden önce güftenin yazılması için bir yarışma açılmasını önerir!
Millî Marş’ın değiştirilmesini öngören Kültür Müdürü Hamid Zübeyr’in Maarif Vekaleti’ne gönderdiği bu yazının altında, Maarif Vekili Hamdullah Subhi’nin imzası yoktu. Hastalığı dolayısıyla görevinin başında olamayan Hamdullah Subhi’nin yerine, aynı kabinede Dahiliye Vekili olan Mehmed Cemil (Uybadın) vekalet etmektedir. Mehmed Cemil Bey, Hamid Zübeyr’in yazısının altına kendi elyazısıyla şu notu düşer: “Müsabaka açılarak yeni bir Milli Marş güftesi intihabı (seçilmesi) ve müsabaka masrafının Hars (Kültür) tahsisatından verilmesi muvafıktır” (BCA, 180-9-6-39-6).
Bu şekilde İstiklal Marşı güftesinin değiştirilmesine yönelik karar alınmış olur. 10 Kasım 1925’te yarışma açılması için hazırlanan ilan metni, Kültür Müdürü Hamid Zübeyr (Koşay) ve Maarif Vekâleti Vekili Mehmed Cemil (Uybadın) imzalarıyla gazetelere ve şairlere gönderilir. 13 Kasım 1925’te gazetelerde ilan yayımlanır. Bu ilanda yeni bir marş yarışmasına neden gerek duyulduğuna, bunda aranacak hususiyetlere temas edildikten sonra Akif’in İstiklâl Marşı’nın “kudsî bir hâtıra” olarak saklanacağı ifade edilir.
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgelere dayanmaktadır. Bunlara ilave olarak aynı konuda olup bir bütünün parçası iken, her nasılsa Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunan Maarif Vekaleti’ne ait bazı belgeler de vardır. Bunlar arasında Cumhuriyet Arşivi’nde varolan yukarıda bahsi geçen belgelerle aynı biçimde ve formatta müsvedde evrak mevcuttur. Bu evraktaki bilgiler, İstiklal Marşı hakkında Maarif Vekaleti Hars Dairesi’nde görüşülen konuya aittir ve gazetelere verilen ilanın muhtevasının daha kapsamlı halini içerir. Yeni bir marş güftesi hazırlanmasına, Akif’in şiirinde Türk kelimesinin geçmemesi, “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” gibi eleştirilen sözlerin olması ve uzunluğu gerekçe gösterilmektedir. Akif’in İstiklal Marşı tamamen kaldırılıp bir kenara atılmayacak, mücadele günlerinin hatırası olarak merasimlerde, mekteplerde söylenecektir. Yeni marşın muhtevası ve güftenin ne uzunlukta olacağı da kararlaştırılır. Yeni devlet marşı Cumhuriyet’ten anlaşılan manayı, Türk milletini saadete ulaştıranlara şükranı ifade eden, aynı zamanda ümit saçan bir marş olmalıdır. Ayrıca marş, ayakta dinleyecekleri yormayacak şekilde sekiz-on satırı geçmemelidir (Bekir Şahin, Millî Mücadele ve İstiklâl Marşı, İstiklâl Marşı’nı Değiştirme Girişimleri ve Belgeleri (1925), TYB Vakfı Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi Yayınları, 2011 s. 66-68).
İlan edilen yarışmaya müracaatların olduğu bilinmektedir. Ancak devam eden süreçte İstiklal Marşı’nın bestesi ve güftesinin değiştirilmesine dair bir yarışma gerçekleştiğine dair arşivlerde belgeye rastlanamamıştır. Maarif Vekaleti’nce resmen girişilen İstiklal Marşı’nın hem güfte hem de bestesinin değiştirilmesine yönelik resmî teşebbüs, anlaşılan üst makamlarca rağbet görmemiş ve sönüp gitmiştir.
Yeni tartışmalar
1930’lu yıllarda İstiklal Marşı konusunda gazetelere yansıyan tartışmalar zaman zaman alevlenir. Bu tartışmaların bir kısmı yeni bir marş talebine yönelikken daha çok bunun genel kabulü ve ezbere bilinmediğinden hareketle millî marşın öğretilmesine yönelik şikayet ve taleplerdir.
Milliyet gazetesi 1931 Aralık ayında İstiklal Marşı’na dair tartışmaları sayfalarına taşır. 15 Aralık’ta “Niçin bir millî marşımız yok?” başlığı ile çıkan haberde Konservatuvar Müdürü Yusuf Ziya Bey’in görüşüne müracaat edilmiştir. Yusuf Ziya Bey, “İstiklâl Marşı’nı ezbere bilen kaç kişi vardır? Herhalde bilenlerin sayısı inanılmayacak kadar azdır. Niçin böyle oluyor? Çünkü ne sözleri ne de melodisi halka uygun gelmiyor. Yapılacak millî marşta benim fikrimce ne fazla edebiyat ne de fazla musiki aramalı. Hatta bilakis bu marşı yapacak zatın musikiden pek az anlayan bir zat olması tercih edilmelidir. Yeter ki yapılacak marş bizim olsun. Üç-beş kişi biraraya geldiği zaman bunu bir halk şarkısı gibi bir ağızdan söyleyebilsin” demektedir.
17 Aralık’taki nüshada ise musikişinas Muhiddin Sadık (Sadak), millî marş güftesini yazacak olan kişinin musiki ve Türkçe lisanının uygunluğunu çok iyi bilen birisi olması gerektiğini söyler: “Mevcut İstiklal Marşı bir kere marş olarak yazılmamıştır. ‘Korkma’ diye başlıyor. Biz korkan bir nesle değil İstiklal Harbi’ni yapan kahraman bir nesle hitap eden güfte istiyoruz. Güftenin müzikle söyleneceği düşünülerek cümlelerin kısa olmasına itina edilmesi gerekir. Fikrimce mısralar 6-7 heceyi geçmemelidir. Beste yapılırken de sesler arasındaki aralıklar birbirinden uzak olmamalıdır”.
Musikişinas Rauf Yekta ise 21 Aralık’ta yine Milliyet gazetesine verdiği beyanatta, “İstiklal Marşı güftesinin milletimizin bugünkü ilkelerine aykırı sözler olduğunu” ifade eder. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısrasının olduğu bir marşın, medeniyet yolunu tutan Türk milletinin millî marşı olarak uzun müddet kalamayacağını ifade eder. Ona göre “yapılacak millî marş basit olmalı, fakat bu basitlik içinde kuvvetli bir sanat eseri gizli olduğu derhal anlaşılmalıdır”.
1932-1933 yıllarında yine basında, millî marşın layıkıyla bilinip söylenemediğinden şikayet edilerek okullarda öğretilmesi, radyoda çalınarak herkesin öğrenmesinin sağlanması istenir. Abidin Daver 1 Mayıs 1932’de Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde millî marşın bilinmediğini trajikomik bir örnekle anlatır: “İki Türk birarada İstiklal Marşı’nı söyleyemiyor. Sporcuların Avrupa seyahatlerinde karşılarındaki sporcuların kendi millî marşlarını söylediklerini görüp de mukabele etmek mecburiyetinde kaldıkları zaman ‘Hamsi koydum tavaya’ şarkısını okudukları acı olmakla beraber bir hakikattir. Maarif Vekaleti, resmî İstiklâl Marşı’nın beste ve güftesiyle bütün okullarda öğrencilere öğretilmesini zorunlu tutmalıdır”.
Ancak aynı yazar 1 sene sonra gazetedeki köşesinde; yönünü Batı’ya ve medeniyete çevirmiş Türkiye Cumhuriyeti’nde “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” gibi bazı mısraların lüzum görülürse marştan çıkarılabileceğini, fakat marşı büsbütün değiştirmeye ancak TBMM’nin karar verebileceğini belirttikten sonra “Fikrimce hükümet, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî marşını yaptırmak için şairler ve bestekarlar arasında iki müsabaka açmalıdır ve yeni millî marş yapılıncaya kadar gene İstiklal Marşı çalınmalı ve mekteplerde talebeye öğretilmelidir” der (Cumhuriyet, 18 Mart 1933).
Mustafa Kemal’in tutumu neydi?
Bu tartışmaların yaşandığı ortamda cumhuriyetin 10. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde “10. Yıl Marşı” hazırlanmıştır. 1925’te öngörülen bir “Cumhuriyet Marşı” yapılması talebinin, “10. Yıl Marşı” ile gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Burada akla gelen soru Mustafa Kemal Atatürk’ün İstiklal Marşı’nın değiştirilmesi tartışmalarına nasıl baktığıdır. 1925’te Maarif Vekâleti’nce yeni marş için bulunulan teşebbüs ve açılan yarışmanın Mustafa Kemal’in bilgisi dışında geliştiğini kabul etmek pek mümkün görülmemektedir. Ancak her ne olduysa değişiklik işi gerçekleşmemiş, kapanıp gitmiştir. Atatürk’ün bu konuyla ilgisini hissettiren bir hadise 1936’da yaşanmıştır. Mehmet Akif’in Mısır’dan dönüp hastalığı sebebiyle Nişantaşı Sağlık Yurdu’nda yattığı bir sırada; Atatürk’ün yakınında olan kişilerden aralarında Ruşen Eşref Ünaydın ve Hakkı Tarık Us’un da bulunduğu birkaç kişi şairi ziyarete gider. Sohbet sırasında söz, bir ara İstiklal Marşı’ndan açılır ve misafirlerden biri, durup dururken sanki bir ağız yoklama, niyetini öğrenme kabilinden “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye sorunca; yatağından bitkin bir halde yatan Akif: “Allah bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın!” cevabını verir. (Beşir Ayvazoğlu, İstiklâl Marşı Tarihi ve Manası, s. 8, Tercüman Yayınları).
Necip Fazıl’a millî marş yazdırma
1937’de şair Necip Fazıl Kısakürek’e yeni bir millî marş güftesi yazdırılarak İstiklal Marşı’nın değiştirilmek istendiği, üzerinde çokça konuşulan bir iddiadır. Bu iddianın temelinde, Ulus gazetesinin cumhuriyetin 15. yılı için bir açmış olduğu marş yarışması vardır. 10 Kasım 1937’de Ulus gazetesinde çıkan ilanda, yarışmaya açılan “15. Yıl Marşı” güftesi için 500, beste için 1.000 lira mükaat verileceği duyurulur. Sonraki günlerde ise yayımlanan başka ilanlarla istenilen marşın yapısı ve içeriğine dair şartlar açıklanır; 28 Şubat 1938’e kadar şiirlerin gönderilmesi istenir. İlan edilen marş yarışması, aynı 10. Yıl Marşı gibi cumhuriyetin 15. yılı için düşünülmektedir.
Bu marşın İstiklal Marşı yerine konacak bir millî marş ilanı olduğuna dair gizli bir niyet olup olmadığı bilinmiyor; ancak açık bir işaret yoktur. Ulus gazetesinin açtığı marş yarışmasının bir millî marş için olduğunu Necip Fazıl iki kitabında dile getirerek şu bilgiyi verir:
“Mehmed Akif in ‘İstiklal Marşı beğenilmiyor ve yerine bir ‘Millî Marş’ yazdırılmak isteniyordu. Hatta Ulus gazetesi bu iş için bir de müsabaka açmıştı. Gaye açıktı: Akif’in manzumesindeki İslâmî hava, sonu lâisizmada karar kılan bir rejimin kaynağındaki heyecana, daha doğrusu maksada uygun sayılmıyordu. Yazana o zamanın parasıyla 10 bin lira mükafat verilecek ve şiir Büyük Millet Meclisi’nce kanunla kabul edilecekti”.
Necip Fazıl kendisine yapılan teklifi başta kabul etmediğini ancak Falih Rıfkı kendisinin yazması için çok ısrar edince şartlı kabul ettiğini yazar: “Akif’in ruhuna ve eserine hürmetim var. Fakat içinde hiçbir has isim geçmemek ve kendi anlayışıma göre yazmak şartıyla, milletimden aldığım heyecanı böyle bir marş içinde billûrlaştırmak isterim. Razı mısınız? Öyleyse durdurun müsabakayı. ‘Pek güzel’ demişler ve müsabakayı durdurmuşlardı”. (Babıali s. 239-240, O ve Ben s. 181-182).
Ulus gazetesinin ilanlarında hep 15. Yıl Marşı olarak açıklanan bu marş yarışması, acaba Necip Fazıl’ın dediği gibi Meclis tarafından kabul olunacak bir millî marşa mı dönüşecekti? Bunu bilemiyoruz; ama 31 Mart 1939 tarihli Haber gazetesinin Yedigün dergisinin son sayısından yaptığı alıntıda, Necip Fazıl Kısakürek ve marş konusunda farklı bir bilgi verilmektedir. Buna göre, marş yarışması vesilesiyle Necip Fazıl’dan bir güfte istenmiş, Necip Fazıl bu talebi ancak bir yarışmaya dahil olmadan şartlı olarak yazabileceğini söylemişti. Şartları şunlardı: “Eğer benim sanat değerim üzerinde bir fikriniz varsa benden 15. Yıl Marşı değil, Millî Türk Marşı’nı istersiniz; ben de yazarım. Milletimin bu mevzuu bence her mevzudan daha aziz ve heyecan vericidir. Şu kadar ki bu şiirde, millet mevzularını hakîr kılan ‘özel isim’ ve göze girme unsurları bulunmayacaktır”.
Bu haberden marşın 15. Yıl Marşı olacağı, ancak Necip Fazıl’ın “millî marş olursa yazarım” şartını ileri sürdüğü ve bu şartının kabul edildiği anlaşılıyor. Ulus gazetesinin millî marş yarışması açmaya hakkı ve yetkisi var mıydı? Hükümetin bu durumdan haberi var mıydı, bilemiyoruz. Necip Fazıl’ın marş güftesi, Atatürk’ün o sıralarda hastalanması yüzünden sürekli ertelenerek gündeme gelmedi. Bir süre elde tutulan şiir, yeni cumhurbaşkanı ve Türkiye’de değişen dengeler sebebiyle marş meselesi unutulup gidince, “Büyük Doğu Marşı” olarak Necip Fazıl’ın eserinde yerini aldı.
40’lı yıllar…
1940’lı yıllarda İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in şahsına ve yazdığı şiire yönelik bazı itirazlar ve ithamlar tekrar tartışmalara yolaçar. Akif’in bir “din şairi” olduğu; İstiklal Marşı’nın bazı sözlerinin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerine uygun olmadığı; yönünü Batı’ya çevirmiş bir Türkiye’nin millî marşında “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” gibi sözlerin uygun olmadığı vb. iddialar tekrar öne sürülür. Bunlar arasında öne çıkanlardan biri olan Orhan Seyfi Orhon şöyle der: “Falih Rıfkı Atay, İstiklal Marşı’nın bugünkü hayat akışına uymadığını yazıyordu. Ben de bu fikirdeyim. İstiklal Marşı’nı -şairine karşı beslediğimiz şükran duygusuna hiçbir değişiklik getirmeden- bir sancağa sarıp Türk ve İslâm Müzesi’ne koymalı. Orada millî hatıralarımızın ebediliği içinde dinlensin. Millî Marş, Türk milletinin yarına doğru genişleyen adımlarla yürüyüşüdür. Bu marşın ne sesinde ne sözünde mistik bir ruhun ve bir şark melankolisinin ağlayışı bulunmamalı” (Ulus gazetesi, 8 Ocak 1946).
1960 darbesinin ardından, İstiklal Marşı’nın değiştirilmesi bir defa daha tartışma konusu olur. İstiklal Marşı’nın kabulünün 40. yılında değiştirilmek istendiğine dair çıkan haberlere karşı; bu marşın İstiklal Harbi’nin ve Millî Mücadele’nin heyecanını ve hatırasını yansıttığı, bunun yerine konacak bir marşın bestesi ve güftesiyle bir şaheser de olsa bu ruhu taşımayacağı ileri sürülür (Cevat Fehmi Başkut, Cumhuriyet, 26 Kasım 1961). Bununla birlikte güftesinin değiştirilemeyeceği ancak bestenin prozodi hataları yüzünden bazı düzeltmelerle ıslah edilmesi gerektiği de yazılır (Kadri Timurtaş, Son Havadis, 30 Kasım 1961).
Bestenin serüveni
Büyük Millet Meclisi’nde Mehmet Akif’in yazdığı şiirin İstiklal Marşı olarak kabulünden 5 gün sonra, 17 Mart 1921’de marşın bestesinin seçilmesi için bir yarışma düzenlendiği gazetelerde ilan olunur. Maarif Vekâleti’nin verdiği ilanda, Mehmet Akif tarafından yazılan ve BMM’nce kabul olunan İstiklal Marşı’nın bestesinin yarışmaya konduğu; notaların 1921 Mayıs sonuna kadar gönderilmesi gerektiği; kabul edilecek beste için 500 lira ödül verileceği yazılıdır.
1921 Temmuz’unda Ankara’da 55 beste toplanır. Bunlar arasından birinin seçimi gerekmektedir. 22 Ekim 1921’de Maarif Vekili Hamdullah Subhi, BMM Riyaseti’ne gönderdiği bir yazıda; Mehmet Akif Bey’in güftesinin bestelenmesi için açılan yarışmanın sona erdiğini; memleketin en maruf musiki üstadları tarafından tertip olunan bestelerin toplandığını; besteler arasından en uygun olanın seçilmesi için İstanbul’da oluşturulacak bir kurula havalesinin uygun görüldüğünü; bu konuda Meclis’in onayını talep ettiğini belirtir. Bestelerin İstanbul’da oluşturulacak bir kurula havale edilmesi talebi kabul edilmez; ancak Ankara’da böyle bir kurulun bulunmaması yüzünden seçim işi bir süre ertelenir. Zira beste yarışması esnasında İstiklal Harbi’nin en kritik günleri yaşanmaktadır. Yunan Ordusu Sakarya’ya kadar ilerlemiştir ve Ankara’nın tahliyesi düşünülmektedir. İstiklal Harbi’nin kırılma noktası olan Sakarya Muharebeleri sırasında, doğal olarak kimsenin beste yarışmasını düşünecek hâli yoktur.
Farklı 5 yorum
Bu arada, ertelenen yarışmadan dolayı oluşan boşlukta, bestekarların bulundukları muhite göre her yerde farklı marşlar okunur. İstanbul’un Avrupa yakasında Mehmet Zati Bey’in (Arca) bestesi okunurken, Anadolu yakasında Ali Rifat Bey’in (Çağatay), Edirne’de Ahmet Yekta’nın (Madran), İzmir ve Eskişehir’de İsmail Zühtü’nün, Ankara’da Osman Zeki Bey’in (Üngör) besteleri okunmaktadır.
En nihayet marş bestesinin seçimi 12 Şubat 1923’te İstanbul’da kurulan bir komisyona havale edildi. Komisyon 19 Temmuz 1923’te yarışmaya katılan 55 beste arasından Ali Rifat Bey’in bestesini İstiklal Marşı için uygun bularak Ankara’ya tavsiye eder. Komisyon aynı zamanda Rauf Yekta, Zati (Arca), Kazım (Uz) ve Dr. Suphi (Ezgi) Bey’in bestelerini de dikkate sunar.
Ali Rifat Bey’in bestesi Mehmet Akif’in güftesi gibi Meclis kararıyla kabul edilmiş değildir, tavsiye niteliğindedir; bu yüzden pek çok itirazlar ve tartışmalar olmaya başlar. Bestenin millî duyguları coşturacak enerjik bir yapıda olmadığından şikayet edilirken; beste seçimi yapılırken Ali Rifat’ın kardeşi Samih Rifat Bey’in milletvekili ve Maarif Vekaleti’nde söz sahibi biri olarak ağabeyi Ali Rifat’ın bestesinin seçiminde etkili olduğu dile getirilir. Yarışmaya katılan bestekârlardan biri olan Zati (Arca), Ali Rifat Bey’in bestesi hakkındaki itirazını Maarif Vekâleti’ne yazdığı bir dilekçeyle resmîleştirir. Birinci seçilen Ali Rifat Bey’in bestesi üzerinde gelişen bu dedikodular ve itirazlar, bestenin resmî millî marş statüsü kazanmasına engel olmuş olmalıdır.
Beste için bir yarışma açılmasına rağmen, bir bestenin resmen millî marş olarak ilan edilmemiş olması mühim bir sorundu. Bu sorunu halletmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu, daha önce yapılan yarışmayı ve seçilen eseri yok sayarak sil baştan yeni bir beste seçimi için karar aldı. 19 Mayıs 1924’teki Bakanlar Kurulu kararnamesiyle bir beste yarışması açılmasına karar verildi. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Başbakan İsmet İnönü ve diğer Bakanların imzasının olduğu bu kararnamede şöyle deniyordu:
“Devletçe kabul olunacak resmî marşın Türk bestekarlarınca yapılması şiddetle arzu edilmekte ise de şimdiye kadar bu hususta yapılan tecrübelerle bestekarlarımız arasında ebedi bir hayata ve genel bir kabule mazhar olacak kuvvet ve kudrete sahip bir eserin ortaya konmasının imkansızlığı anlaşılmış ve marşın Avrupalı ve Türk bestekarların katılacağı bir yarışmaya konarak, toplanacak eserlerin Paris, Viyana ve Napoli konservatuvarlarında incelenerek, seçilecek üç eserin Ankara’da uzmanlarına dinletilerek millî ruha en uygun olanın kabul edileceği ve birinciye para ödülü ile Maarif Madalyası verilmesine karar verilmiştir”.
Bakanlar Kurulu’nca açılması istenen bu yarışma hiçbir zaman gerçekleşmedi. Millî Marş bestesi üzerindeki belirsizlik 1930’a kadar devam etti. Bu süre içinde yine farklı yerlerde farklı marşlar okunmaya devam etti. Esasında millî marş bestesi hakkında Ankara’nın ve dolayısıyla Mustafa Kemal’in tercihi de baştan beri Zeki Bey’in eserinden yanaydı. 1923 başında Ankara’da verilen zafer balosunda Mustafa Kemal salona girerken çalınan bu beste çok beğenilerek Ankara’da çalınmaya devam edilmişti. Hattâ belirsizlik ve tartışmaların sürdüğü sırada, Tahran elçiliğince marş notası talep olunduğunda Hariciye Nezareti 5 Aralık 1925’te Tahran’a göndermek üzere 10 adet marş notasını Maarif Vekaleti’nden talep etmişti. Bu talep üzerine 6 Aralık 1925’te hiçbir resmiyeti olmamasına rağmen Maarif Vekaleti’nce Zeki Bey’in bestesinden 10 nüsha hazırlanarak gönderilmişti (BCA, 180-9-6-39-6).
Marşın bestesine dair belirsizlik 1930’da nihayet çözüldü. Zaten 1923’ten beri Ankara’da kabul görmüş, gayriresmî olarak çalınıp okunmakta olan, hatta yurtdışına da millî marş notası olarak gönderilen Cumhurbaşkanlığı Musiki Heyeti şefi olan Osman Zeki Bey’in (Üngör) bestesi, yarışma ile olmasa da bir emirle resmî olarak millî marş bestesi kabul edilerek yayıldı.
Zeki Üngör ve prozodi ve tempo
İstiklal Marşı’nın güftesi gibi bestesi üzerinde de eleştiriler ve tartışmalar eksik olmamıştır. Hatta beste üzerindeki eleştiriler daha yaygındır. Marştaki eleştiriler genel olarak iki hususa yöneliktir; prozodi (sesle müziğin uyumu) hataları ve cenaze marşına benzetilen ağır temposu.
Marşın bestekarı Zeki Bey, prozodi sorununu kabul etmekle birlikte ağır tempolu eleştirisine katılmaz. 2 Aralık 1953’te Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan röportajda kendisine marşın cenaze marşını andırdığı iddiası sorulunca şu cevabı verir: “Marşın bestesini İstiklal Harbi’nde İzmir’e giren Türk süvarilerinden aldığım ilhamla yazdım; dolayısıyla marşı bestelerken kulaklarında İzmir’e koşan Türk atlarının dörtnal sesi vardı. Bugünkü ağır tempo orkestra şeflerinin hata ve cehaletindendir”.
Plaklarda çalınan marşın ağır temposunu da şöyle izah eder: “Sahibinin Sesi müessesesi, orkestrayla marşı çalmamızı istedi. Gittik. Orada marşı çaldığımız zaman, teknisyenler bunun pek süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler; bu sebeple mümkünse plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi. ‘Marşı biraz ağır çalalım. Böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır. Olur biter’ dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat sonradan böyle bir fikir vermekle hata ettiğimi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi? Nitekim bu yüzden İstiklâl Marşı plaklar vasıtasıyla ağır bir marş gibi dünyaya yayıldı”.
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nde Zeki Bey’e ait 15 Haziran 1921 tarihli bir mektup bulunmaktadır. Bu mektupta Zeki Bey, Maarif Vekaleti’nin bestelenmek üzere kendisine gönderdiği İstiklal Marşı güftesini aldığını ve talep edildiği üzere bir beste yaparak takdim ettiğini söylemektedir. Mektubunda, -bugün de eleştiri konusu olan- prozodi sorununa değinen Zeki Bey, güftenin aruz vezninde olmasından dolayı marşı bestelemenin zorluğundan bahsederek, hecelerin musiki ölçülerine göre yazılmadığını, bu yüzden güftenin ahenk ve ifadesini bozduğunu anlatır (Bekir Şahin, a.g.e, s. 82). Bu mektuptan, Zeki Bey’in 9 Eylül 1922’de İzmir’e Türk süvarilerinin girmesinden duyduğu heyecanın verdiği ilhamla yazdığı şimdiki marştan başka, Maarif Vekaleti’nin talebi üzerine daha önce bir marş besteleyip gönderdiği anlaşılmaktadır.
Gerek güftesiyle gerek bestesiyle değiştirilme teşebbüslerine, tartışmalara konu olan İstiklal Marşı, en sonunda 1982 Anayasası ile değiştirilemeyecek maddeler kapsamına dahil edilir. Buna rağmen güftesi üzerinde değilse de bestesinin değiştirilmesi veya en azından yeniden düzenlenerek okunmasındaki zorlukların halledilmesi, daha ritimli bir marş haline getirilmesine yönelik görüşler ortaya atılmaktadır.
2013’te Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talebi üzerine Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası -yukarıda sebebini bestekarının açıklamış olduğu-marşın ağır tempolu havasını düzeltmek için hızlı tempolu bir kayıt yapmış ve bu, resmî kurumlara dağıtılmıştı. Halen tüm resmî programlarda çalınan bu kaydın marşa ritim kazandırdığı aşikar; ancak bestenin güfteye uygun olmadığı konusunda devletin en üst makamlarından gelen eleştiriler bugün de sürüyor.
Bir milleti birarada tutan mukaddeslerinden olan bayrak gibi, millî marşın da tartışılmaz bir şekilde kabul edilmesi ve ortak değer olarak sımsıkı sahiplenilmesi gerekir. Kabulünün üzerinden geçen 100 yıl sonra, İstiklal Marşı’nın güftesinin artık tartışılmadığı, ancak bestenin ses aralıklarının uzak oluşundan kaynaklanan okuma zorlukları ve prozodi sorunundan (güfte ile bestenin uyumsuzluğu) kaynaklanan kelimelerdeki hece bölünmelerinin yarattığı anlaşılmazlık sebebiyle her cenahtan eleştiriye uğradığı açık. Cevabını arayan soru şudur: Mevcut marşın prozodi sorununun düzeltilmesine yönelik bir düzenleme mi yapılmalı, yoksa tamamen farklı yeni bir beste mi yapılmalıdır?
25 EKİM 1920
İstiklal Marşı için şiir yarışması ilanı
“Türk Şairlerinin Nazar-ı Dikkatine
Maarif Vekâleti’nden:
Milletimizin, dâhili ve hârici istiklâli uğrunda girişmiş olduğu mücadelatı ifade ve terennüm için bir İstiklâl Marşı müsabakaya vaz’ edilmiştir. Hür ve meşgul (işgal edilmiş) memleketlerimizdeki bütün erbâb-ı kalemi hizmete davet ederiz. İthaf olunacak âsâr (eserler) içinden biri iki ay sonra yani 23 Kânunuevvel 336 (23 Aralık 1920)’de Maarif Vekâleti nezdinde bir heyet-i edibe tarafından intihâb olunacaktır (seçilecektir). İntihâb olunacak eserin yalnız güftesi için beşyüz lira mükâfat vardır. Yine lâ-akal (en az) beşyüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca müsabaka açılacaktır.
Bütün müracaatlar Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâleti’ne yapılacaktır”.
Hakimiyet-i Millliye gazetesi
10 KASIM 1925
İstiklal Marşı için güfte yarışması ilanı
“Maarif Vekaleti
Hars (Kültür) Dairesi
Bilumum Şair ve Gazetelere
Milli Marş Güftesinin Tesbiti İçin Müsabaka
İcra Vekilleri Heyet-i Celilesinin (Bakanlar Kurulu’nun) 19/5/340 tarihli karar-ı alisi mucibince müebbed bir hayata ve umumi bir kabule mazhar olacak Milli Marş bestesinin umumi bir müsabaka neticesinde tayini takarrür etmiş ise de evvelen Milli Marş güftesinin müsabaka usulüyle tesbiti zarureti hasıl olmuştur. Milli Marş güftesinin vakarlı, ümid saçıcı, ruhu yükseltici olması şarttır. Açık bir Türkçe ile veciz surette Türklüğün varlığını büyük mazisini ve daha büyük istikbalini ifade etmelidir. Güftenin muhtasar (kısa) olması da bir meziyet teşkil eder. Müsabakayı kazanan esere Hars masrafından beşyüz lira mükâfat-ı nakdiye ile bir Maarif Madalyası, ikinciye yüz lira mükâfat ile takdirname verilecektir.
Kaleme alınacak eserlerin 1342 Kânunusani (1926 Ocak ayı) nihayetine kadar Maarif Vekâleti’ne gönderilmesi lâzımdır. Milli Marş’ın güfte ve bestesi Meclis-i Âli’nin tasdikine iktirân ettikten sonra resmiyet kesb edecektir (kazanacaktır).
Akif Beyefendi’nin İstiklâl Marşı unvanlı eseri büyük mücadelemizin kudsî bir hatırası olarak saklanacak ve Milli Marş yanında İstilâl Marşı unvanını haiz olarak merasimde söylenecektir.
10 Teşrinisani 341 (10 Kasım 1925)
Hamid Zübeyr (Koşay) Maarif Vekâleti Vekili Mehmed Cemil (Uybadın)”
BCA, 180-9-6-39-6