Tarih 9 Aralık 1917’ydi. Bundan tam 100 yıl önce İngiliz ordusu tarafından alınan Kudüs, 401 yıllık Osmanlı yönetiminden, 730 yıllık İslâm hakimiyetinden çıkmış oluyordu. Üç büyük din tarafından kutsal sayılan bu tarihî şehir Osmanlı kuvvetleri tarafından savaşmadan terkedilmiş, hiçbir komutan bunun sorumluluğunu üstlenmemişti. Yakın tarihimizin hüzünlü sayfalarındaki acı gerçekler…
İngiliz Kumandanlığına,
Her milletçe mukaddes olan Kudüs-i Şerif’te iki günden beri bazı emakine (mekanlara) obüsler düşmektedir. Hükümet-i Osmaniyece emakin-i diniyeyi (dini mekanları) tahripten vikâyeten (kaçınarak) asker kasabadan çekilmiş ve Kamame ve Mescid-i Aksa gibi emakin-i diniyenin muhafazasına memurlar ikâme edilmiştir. Tarafınızdan da bu yolda muamele edileceği ümidiyle işbu varakayı belediye reisi vekili Hüseynizade Hüseyin Bey ile gönderiyorum efendim. Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet 8-9/12/33 (8/9 Aralık 1917)
Kudüs şehri, Selahaddin Eyyübi tarafından Haçlılardan geri alınışının 730, Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti’ne katılmasının 401. yılında 9 Aralık 1917’de, tam 100 yıl önce İngiliz ordusunca işgal edildi. 9 Aralık 1917’de şehrin ilerisindeki cephe hattının savunulamaz hale gelmesi üzerine “üç dince kutsal sayılan bu şehrin tahrip olmasına meydan vermemek için” Osmanlı ordu komutanlığınca tahliye edilmesi, tartışmalı bir durumu da günümüze kadar getirmiştir.
Kudüs Almanların etkisiyle mi savaşmadan terkedilmişti? Kudüs’ün tahliyesi emrini kim vermişti? Kudüs tahliye edilmeyip savunulabilir miydi?
Bütün bu sorulara bir cevap bulabilmek için Filistin Cephesi’nde 1914 yılı Aralık ayından 1917 yılı Aralık ayına kadar tam üç yılda neler olmuştu, kısaca hatırlamakta fayda vardır.
Kanal Harekâtı’ndan Gazze’ye
Osmanlı ordusunun Sina-Filistin cephesinde oynayacağı rol daha Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na girmeden önce Eylül 1914’te Enver Paşa ile Almanlar arasında yazılmıştı. Filistin cephesinde ilk hareket Ocak 1915’te başladı. Süveyş Kanalı’nı tehdit ederek Mısır’da çok sayıda İngiliz askeri tutmak için yapılan 1. Kanal Harekâtı başarısız olduğu gibi, İngilizleri de uyandırmıştı. Kasım 1915’te Çanakkale cephesini teftiş için gelen İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener, Mısır garnizonunu da teftiş etmişti. Kitchener, Kanal’ı da gezmiş, Mısır’daki İngiliz ordusunun Kanal’ın batı kıyılarında yaptığı tahkimatı eleştirerek, Mısır garnizonu komutanı General Maxwell’e “Siz mi Kanal’ı koruyorsunuz, Kanal mı sizi?” diyerek savunma hattının Kanal’ın doğu kıyısında hazırlanmasını emretmişti. Nitekim Ağustos 1916’da girişilen 2. Kanal Seferi’nde Osmanlı ordusu Kanal’ın sularını bile göremeden Romani’de mağlup olarak geri çekilecekti.
Filistin cephesindeki birlikler Cemal Paşa’nın komutanı olduğu 4. Ordu’ya bağlı olmakla birlikte Alman subayı von Kress, 1917 Kasım ayına kadar bu cephedeki Osmanlı ordusunun stratejisine yön veren isim olarak görev yaptı.
Kanal seferlerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Sina-Filistin cephesinde taktik üstünlük artık İngilizlerin eline geçmişti.. 1917’ye kadar İngiliz ordusunun Sina cephesinde stratejisi savunmaya dayalı olup, Türk ordusu ile Kanal arasında Tih Çölü’nü bulunduracak şekilde hedef belirlemişti. Bu doğrultuda Gazze-Birüssebi hattını ele geçirmek için 26-27 Mart ve 17-20 Nisan tarihleri arasında iki kez taarruz etti. Her iki muharebede de silah, mühimmat ve asker sayısı bakımından iki kat üstün durumdaki İngiliz ordusu Gazze’yi fedakarca savunan Türk birlikleri karşısında mağlup oldu.
2. Gazze yenilgisinden sonra Filistin cephesindeki ordu komutanı olan General Murray görevden alınmış, Haziran ayında General Edmund Allenby tayin edilmişti. Batı cephesinde Almanlara karşı parlak muharebeler veren bu komutanın Filistin’e tayini İngilizlerin buraya verdikleri önemi göstermekteydi. İngiliz hükümetinin Allenby’e verdiği yeni hedef, 1917 yılı sonuna kadar Türklerin Kudüs kuzeyine atılarak, kutsal şehrin ele geçirilmesiydi. Allenby, bütün yaz aylarını Gazze-Birüssebi hattına yapacağı kati taarruzun hazırlığını yapmakla geçirdi.
Türk tarafına gelince… Gazze’de kazanılan iki zafer ileriye dönük planlamalar açısından son derece yanlış kararlar alınmasına, hatalı tercihler yapılmasına sebep olmuştu. Her ayrıntıyı hesap ederek hazırlık yapan Allenby’nin aksine, Filistin cephesindeki Türk ordusu birlik komutanlarının ısrarlı taleplerine rağmen takviye edilmiyor, yetersiz beslenen ve istirahat yüzü görmeyen askerlerin durumunda düzelme yapılamıyordu. Tam aksine, Mart 1917’de Irak’ta cephesinde kaybedilen Bağdat şehrinin geri alınması gibi bir fikre kilitlenen Enver Paşa, Almanya’dan bu iş için gelecek silah, mühimmat ve asker yardımıyla şehri geri almak istiyordu. Bunun için kurulan Yıldırım Ordular Grubu komutanlığına da 1914-16 yılları arasında Almanya Genelkurmay Başkanlığını yapmış General Falkenhayn getirilmişti.
Bir acayip heyet
Kudüs Belediye Başkanı Hüseyin Selim El-Hüseyni, 9 Aralık 1917’de başında bulunduğu grupla beyaz bayrak taşıyarak şehrin teslim edildiğini bildiriyordu. Yafa yolundan batıya doğru bu şekilde ilerleyen “heyet”, İngiliz 19. Tabura mensup 60. Londra Tümeni devriye görevi yapan iki çavuşa ellerindeki teslim mektubunu vermek isteyince bu fotoğraf çekildi.
Enver Paşa’nın, Filistin cephesine taarruz için İngilizlerin olağanüstü hazırlık yaptığı bir zamanda Bağdat’ın geri alınması için neredeyse eldeki bütün kuvvetleri seferber etmesi anlaşılır gibi değildi. Oysa 1917 yazında Osmanlı ordularının mücadele ettiği cephelerden Doğu cephesinde Ruslar, ülkedeki devrim ve karışıklıklar dolayısıyla çözülmeye başlamış ve buradaki tehlike fiilen sona ermişti. Irak cephesinde 1916’da elde edilen Kutülamare Zaferi çok çabuk harcanmış, İngiliz ordusu bir sene geçmeden Kutülamare’yi aldığı gibi hemen ardından da Bağdat’ı işgal etmişti. Bu cephede Bağdat’ı ele geçirmekle İngilizler hedeflerine ulaştığından, yeni bir hareket beklenemezdi.
Geriye İngilizlerin henüz hedeflerine ulaşmadıkları Filistin cephesi kalmıştı. İngiliz hükümetinin bölgeye şöhretli bir komutanı tayin etmesi ve cepheyi yeni bir taarruz için sürekli takviye etmesi, Osmanlı başkumandanlığınca maalesef layıkıyla değerlendirilemedi. Enver Paşa’nın Filistin’deki tehdidi fark edip Yıldırım Ordular Grubu’nu bu cepheye yönlendirişi, 1917 Eylül ayını bulmuştu. Ancak oldukça geç kalınmış, 31 Ekim 1917’de Filistin’in kapısı sayılan Gazze-Birüssebi hattına yönelik İngiliz taarruzu başladığında Türk ordusu hazırlıksız yakalanmıştı.
Gazze-Birüssebi hattına yapılan İngiliz taarruzunun ilk hedefi Birüssebi idi. 31 Ekim günü baskına uğrayan Birüssebi, aynı gün İngilizlerin eline geçti. İngiliz ordusunun ikinci hedefi Gazze idi. Allenby, iki kez mağlup oldukları Gazze’ye karşı çok daha büyük kuvvetlerle taarruz etti. Gazze’yi savunan Türk birlikleri üç kat üstün İngiliz ordusuna beş gün direndikten sonra 8 Kasım’da mevzilerini tahliye edip geri çekilmek zorunda kaldı.
Gazze-Birüssebi hattında uğranılan mağlubiyet yalnızca Gazze’nin kaybına değil, aynı zamanda muharebede ağır zayiata uğrayan, düşman süvarileri ve uçaklarının saldırıları altında sürekli geri çekilerek dağılan orduların savaş kudretini kaybetmesine ve bunun neticesi olarak da Filistin’in kaybına sebep olmuştu.
Kudüs etrafında muharebeler
Gazze’nin kaybedilmesiyle ricat eden 8. Ordu birlikleri iki tümenden oluşan İngiliz-Anzac süvarilerinin sıkı takibinden kendilerini kurtaramadı. Filistin’in batısında deniz ile dağların başladığı arazi üzerinde kuzeye doğru gerileyen 8. Ordu, 16 Kasım’da Yafa’yı de terk ederek bu şehrin hemen kuzeyindeki Avca nehrine kadar çekildi ve burada bir savunma hattı kurmaya muvaffak oldu.
8. Ordu’nun 70 km.’lik bir geri çekilişi üzerine Filistin’in dağlık kesimiyle Lut Gölü arasında bulunan 7. Ordu birlikleri sağ yanlarının açıkta kalması üzerine mecburen ricat ederek Kudüs’ün güneyine kadar çekildiler.
Yıldırım Ordular Grubu’nu oluşturan iki ordu, birbirinden kopuk bir şekilde ikiye ayrılmıştı. Bu durum İngiliz ordusu komutanı Allenby’nin tam da istediği şeydi. Allenby, Yafa kuzeyine çekilen 8. Ordu’yu yeterli bir kuvvet ayırarak izole ettikten sonra doğuya dönmüş ve Kudüs’ü savunan 7. Ordu üzerine yürümüştü.
Gazze-Birüssebi hattının yarılmasından sonra Kudüs önüne kadar gerileyen Osmanlı kuvvetlerinin başında, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı olarak General Falkenhayn bulunuyordu. Falkenhayn, karargahının bulunduğu Halep’ten Kudüs’e ancak Birüssebi cephesi yarılıp Gazze düşmek üzereyken gelmişti.
Kudüs’ün ne şekilde savunulacağına dair karar, 14 Kasım 1917’de cepheye gelen Başkomutan Vekili Enver Paşa ile yapılan görüşmelerden sonra alındı. Falkenhayn Kudüs’ü hariçten savunarak, bir kale muharebesine girmek istemiyordu. Kudüs’teki mevziler mümkün olduğu kadar uzun süre savunulacak, ancak bir kuşatma tehdidi ile karşılaşıldığında tahliye edilecekti. Enver Paşa bu toplantıda Falkenhayn’a olan güvenini yineledikten sonra bu savunma kurgusuna onay vermişti.
Kutsal şehre saygı İngiltere’nin Mısır Seferi Kumandanı General Allenby, bir “fatih” edasıyla at üstünde değil, yaya olarak girmiş ve kutsal şehre saygısını bu şekilde göstermişti.
İngiliz ordusu Kudüs’ü ele geçirmek üzere 20 Kasım’da harekete geçmişti. Kudüs’ün düştüğü 8 Aralık 1917’ye kadar, şehrin 6-7 km. etrafındaki mevziler olumsuz şartlara rağmen Türk birliklerince fedakarca mücadele edilerek 18 gün boyunca savunulacaktı. 1-7 Aralık günlerinde saldırı hazırlıklarını tamamlayan Allenby, 7/8 Aralık gecesi Kudüs’ün batı ve güneyindeki Türk mevzilerine taarruz etti.
Yağmurlu ve sisli bir hava, İngiliz birliklerinin Türk mevzilerince fark edilmeden yaklaşmasına imkan verdi. 8 Aralık sabahı saat 5’te başlayan İngiliz taarruzu tam bir baskın etkisi yaratarak Türk siperlerine yöneldi. Savunma görevini zaten gönülsüz olarak kabul etmiş olan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Kudüs’ü tahliye etmek için müsaade istedi. Bu talep Falkenhayn’da şok etkisi yaptı. O, Kudüs mevzilerinin dayanabileceğini düşünüyor; hiç olmazsa takviye kuvvet olarak gelmekte olan 1. Tümen ve Almanların Yıldırım Ordular Grubu için gönderdikleri Alman Asya Kolu’nun cepheye ulaşacağı 13 Aralık gününe kadar cephenin tutulmasını istiyordu.
Ne var ki 20. Kolordu dayanabilecek durumda değildi. Büyük bir yığınak ve hazırlık devresinden sonra başlayan taarruzda İngiliz ordusunun üç tümeninden oluşan (15-20 bin asker) kuvvetine 20. Kolordu 3.800 tüfekten oluşan bir kuvvetle 14 km.’lik bir cephede direnmeye çalışıyordu. Buna rağmen 12 saat boyunca direnebilmiş olması bile büyük başarıydı.
Hüseyni ve grubundan şehrin teslim mektubunu General Shea ve beraberindeki İngiliz temsilciler.
8 Aralık akşamı 7. Ordu Komutanı Fevzi Paşa, mevzilerini savunamaz hale gelen 20. Kolordu birliklerine geri çekilme emri verdi. Birlikler 8/9 Aralık gecesi sabaha kadar Kudüs’ü tahliye ederek şehrin kuzey ve doğusundaki yeni savunma hattına çekildi.
Ordunun çekilmesi üzerine Kudüs’te bulunan memurlar ve resmî görevliler de Kudüs’ü boşalttı. Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey, şehri terketmeden önce Belediye Başkanı Hüseyin Selim El-Hüseyni’ye İngiliz komutanlığına iletilmek üzere bir mektup bıraktı. İngiliz komutanlığına hitaben yazılan mektupta, “Kudüs’ün tahrip edilmesinin önüne geçmek için ordunun geri çekildiği, şehirdeki kutsal mekanların korunması” talep ediliyordu.
9 Aralık 1917 sabahı son er ve son memurunun şehri terketmesiyle Kudüs’teki 401 yıllık Osmanlı yönetimi sona eriyordu.
Teslim edilen şehir
9 Aralık 1917 sabahı saat 8.30’da, Kudüs’ün batısından çıkan bir heyet, İngiliz cephe hattına doğru yürüyordu. Bu acayip grup, elinde uzun bir sopaya takılmış beyaz bayrak tutan bir öncünün arkasında, birkaç sivil ile birkaç üniformalı polisten oluşan 10 kişilik bir heyetti. Heyetin içindekilerden birisi Kudüs’ün Arap asıllı Belediye Başkanı Hüseyin Selim El-Hüseyni idi. Yanında polis müdürü Hacı Abdülkadir de vardı.
Belediye Başkanı Hüseyin Selim Bey, önceki gece şehir Osmanlı askeri ve memurları tarafından tahliye edilmeden önce Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey tarafından İngiliz Ordu Kumandanlığı’na hitaben yazılan teslim mektubunu taşımaktaydı. Belediye başkanı da şehrin anahtarını takdim edecekti.
”General Allenby To Enter The Holy City Today”
The Daily Mirror gazetesi 11 Aralık 1917 tarihli sayısında, Kudüs’ün İngilizler tarafından ele geçirildiği haberiyle çıkmıştı.
Bu ilginç topluluk Yafa yolu boyunca batıya doğru ilerleyerek İngiliz cephe hattına yaklaştı. Hüseyin Selim Bey, kendisine tevdi edilen bu alışılmadık görevin şaşkınlığı içinde karşısına çıkan ilk İngiliz üniformalı kişiye mektubu vermek istedi. Ancak bunlar kahvaltı için su arayan 60. Londra Tümeni’ne bağlı 20. Londra taburunun iki aşçısıydı. Aşçılar mektubu almayı reddettiler ve daha ileriye yürüyerek aynı tümenin 19. taburuna mensup devriye görevi yapan iki çavuşa rastladılar. Çavuşlar meseleyi anladıktan sonra teslim mektubunu almaya çekindiler ama bu tarihî anı fotoğrafladılar ve teslim heyetini gerideki iki topçu binbaşının yanına götürdüler. Binbaşılar da mektubu almak istemedi, heyeti daha gerideki komutanlarına yönlendirdiler. En sonunda Topçu Yarbay Bayley, onları kabul ederek sohbet etti. Bu sırada 60. Tümen Komutanı Tuğgeneral Shea, bağlı bulunduğu Kolordu Komutanı Korgeneral Chetwode’a danıştı ve onun onayı ile saat 11’de Allenby adına teslim mektubunu kabul etti. Şehrin anahtarını alan 60. Londra Tümeni’ne bağlı 180. Tugay Komutanı Tuğgeneral Watson, belediye başkanı ile birlikte yanında 10 silahlı asker olduğu halde Kudüs’e ilk giren İngiliz subayı oldu.
General Allenby Kudüs’te
11 Aralık 1917 Salı günü Kudüs’ün kuzeyinde muharebelerin devam ettiği tepelerden top sesleri duyulurken, General Allenby, Yafa Kapısı’ndan (Bâbü’l-Halil) ihtişamlı bir törenle şehre girdi.
Allenby, saygısını göstermek adına kutsal şehre yaya girmişti. Hemen yanında ülkelerini temsil eden birer Fransız ve İtalyan subay vardı. Yafa Kapısı’nda Allenby’yi İskoçya, İrlanda, Galler, Avustralya, Hint, Yeni Zelanda, Fransa ve İtalya askerlerinden oluşan karma bir muhafız kıtası karşılamıştı. Böylece Allenby, müttefik ülkeleri onore ediyordu.
Allenby Kudüs’te Davut Kulesi’nin önünde şehir halkına hitaben hazırlanan beyannameyi İngilizce, Fransızca, Arapça, İbranice, Yunanca, Rusça ve İtalyanca olmak üzere tam yedi dilde okuttu. Beyanname Türkçe ve Almanca okutulmamıştı. Allenby özet olarak “Kudüs’te sıkıyönetim ilan edildiğini, herkesin telaş ve korkuya kapılmadan işine devam etmesini, üç büyük dince kutsal sayılan şehirdeki kutsal mekanların, dinî yapıların koruma altında olduğunu” bildirmişti.
Böylece Kudüs, Birüssebi Muharebesi’yle başlayıp kesintisiz 40 gün süren çarpışmalar neticesinde, 730 yıl sonra Müslümanlar’ın elinden çıkmış oldu.
Kudüs’e 9 Aralık 1917 günü ilk giren İngiliz subayı 60. Tümen 180. Tugay Komutanı General Watson ve Kudüs Belediye Başkanı Hüseyin Selim el-Hüseyni.
Tahliye emrini kim verdi?
8 Aralık gecesi İngiliz taarruzunun şiddetlenmesi üzerine Osmanlı ordusunun şehri tahliye etmesinin sorumlusu olarak, başta Falkenhayn olmak üzere cephedeki Alman komutanlar gösterilir. Bu iddiaya göre Almanlar, orduyu geri çekerek bu kutsal şehrin zarar görmesinin önüne geçmek istemişlerdi.
Genelkurmay resmî tarihi ve Kudüs’ü bizzat savunan birliklere komuta etmiş subayların hatırat ve günlüklerine bakıldığında, birbirinden farklı anlatımlara rastlanmaktadır. Bu bakımdan Kudüs’ün tahliye edilmesi konusu tartışmaya açık bir hale gelmiştir.
14 Kasım’da Kudüs’te yapılan toplantıda Enver Paşa ve Falkenhayn, Kudüs’ün hariçten savunulması görüşündeydi ve kutsal şehirde bir kale muharebesi yapılmasından kaçınılmasına karar verilmişti. Bu karara göre, şehrin haricindeki mevziler tutulamaz hale gelince, Kudüs’ün tahliyesine onay verilmiş olunuyordu.
Kudüs şehri coğrafi ve doğal yapısı bakımından aslında savunmaya uygun bir konumdaydı. Fakat Kudüs’ün saldırıya açık batı ve güney yönlerindeki tepeler hattı, önceden sağlam bir şekilde tahkim edilmemişti. Mevcut savunma hattı yetersiz olup, 14 km.’lik cephe hattı yalınkat siperlerden oluşmaktaydı ve bu hattı savunan 20. Kolordu sadece 4 bin tüfekten oluşan zayıf mevcuduyla bu görevi başarabilecek güçte değildi; sürekli muharebelerle bitkin düşen, yeterince beslenemeyen, soğuğa karşı korunamayan askerlerden oluşmaktaydı.
Kudüs’ün batısındaki tepeleri savunan 26. Tümen Komutanı Albay Fahrettin Bey’in (Altay) hatıratı askerlerin bu acıklı halini anlatır:
“Aralık ayının 7. günü akşamı şiddetli bir soğuk çıktı. İnsanı iliklerine kadar ıslatan kar gibi bir yağmur yağmaya başladı. Askerlerin çoğu yazlık elbise içinde ayakkabı ve çamaşırları perişan, kaputları, portatif çadırları eksik olarak acıklı halde siperlerde düşmanı bekliyorlardı. Kolordu daha önce bu eksikliklerin menzilce ikmal edileceğini bildirdi fakat hiçbir şey gelmedi. Askerimizin bu perişan hali içimi sızlattı ve ‘bir şey bulunamıyorsa ibadethanelerdeki halı ve kilimlerin bir kısmının siperdeki askere örtü olarak gönderilmesini’ rica ettim, o da olmadı. İşte böyle her bakımdan zayıf bir durumda iken soğuklarla beraber geceleri bastıran sis durumu daha kötü bir hale soktu. Türk askerleri bütün bu kötü ve dayanılması mümkün olmayan kahredici şartlara rağmen vatani görevlerini yapmaktan, canlarını vermekten çekinmeden, olanca güçleri ile bütün gece ve bütün gün savaşıp durdular”.
Falkenhayn, muhtemelen cephedeki askerin halini iyi bilmediğinden Kudüs’ün şiddetle müdafaa edilmesini istiyordu. 8 Aralık günü İngiliz taarruzuna karşı koyamayan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın birliklerini geri çekmek istemesi, Falkenhayn’ın karargahında şok etkisi yaratmıştı. O, yolda olan takviye kuvvetler yetişinceye kadar cephenin tutulmasını istiyordu. Bu münasebetle Ali Fuat Paşa’nın bağlı bulunduğu Fevzi Paşa’yı (Çakmak) telefonla arayarak:
– “Ali Fuat Paşa cesaretini yitirmiş, kendisine cesaret veremez misiniz? Kudüs’ü muhafaza edemez misiniz?” diye sorar.
Fevzi Paşa:
– “Mevzilerini terkeden askerler düşman tarafından takip edilerek Kudüs’ün kenarına kadar gelmiştir. Elimde ihtiyatım yoktur. Durumun muhafaza edilmeye çalışılması tehlikeli olacaktır. Bu geceden faydalanarak malzeme ve kıtalar geriye alınmazsa, ağır toplar ve cephaneler kurtarılamayacak ve 20. Kolordu büsbütün perişan olacaktır. Ali Fuat Paşa makine başında çekilme emri bekliyor. Emri imzalayarak iki saate kadar ben de geride bulunan El-Bire’ye gideceğim” cevabını verir.
Genelkurmay resmî tarihinden aldığımız bu diyalogdan anlaşılan, Falkenhayn’ın Fevzi Paşa ve Ali Fuat Paşa’nın görüş birliğine varmaları üzerine tahliyeye kerhen razı olduğudur.
Kudüs ve civarını savunan 7. Ordu Komutanı Fevzi Paşa, olayların tam göbeğinde olmasına rağmen, tutmuş olduğu günlüğünde Kudüs’ün tahliyesini son derece sıradan birkaç cümle ile geçiştirir:
“8/9 Aralık’ta El-Bire’ye (Kudüs’ün kuzeyinde) geldim. Düşman saat 03’ten itibaren Beyt-i İksa, Ayn Kerim ve Beytüllahm cephesine iki piyade ve bir süvari tümeniyle taarruz ederek, Beytüllahm cephesindeki taarruz def edildi ise de Ayn Kerim ve Beyt-i İksa (Kudüs’ün batısındaki tepeler) düşman tarafından zaptedilerek, kuvvetli topçu kullanarak bütün birinci hattımızı işgal ve kıtaatımızı El-Burç, Lifta, Kudüs’ün batı ve güneyine çekilmeye mecbur etti. El-Burç’taki düşman taarruzları piyade muharebesiyle ve diğer cephelerde topçu ve piyade ateşiyle durdurulduysa da (20. Kolordu Kumandanı) Ali Fuat Paşa’nın müdafaa imkanı görmemesi üzerine Kudüs’ün tahliyesine karar verdim”.
Yafa Geçidi
İngiliz muhafızlar Yafa Kapısı önünde, 9 Aralık 1917. Allenby, sıkıyönetim bildirisinde şehir sakinlerinin “meşru işlerine sekteye uğrama korkusu olmadan” devam etmesini ve “bütün kutsal yapıların, abidelerin, geleneksel yerleşim alanlarının, vakıfların, kutsal emanetlerin ve geleneksel ibadet mekânlarının, üç dinden hangisi olursa olsun, var olan örf, adet, kişilerin inançlarına uygun olarak yerlerinde tutulacağını ve korunacağını” bildirmişti.
Kudüs’ü doğrudan doğruya savunmakla görevli iki tümenden oluşan 20. Kolordu’ya komuta eden Albay Ali Fuat Bey, kolordusunun kuvvetinin yetersizliğini bildiğinden bu görevi kabul etmek istememişti. Balkan Savaşı’nda Yanya’da tümen komutanlığı yapmış ve muhasara edilen kalede Yunan ordusuna esir düşmüş olduğundan, Kudüs’te aynı akıbete uğramaktan çekinerek kendisine başka bir vazife verilmesini istemişti. Buna rağmen Falkenhayn, ona itimat ettiğini söylemiş ve kendisini generalliğe terfi ettirerek ikna etmişti.
Ali Fuat Bey, Kudüs’ün tahliyesi konusunda odak noktasında olan bir komutan olarak hatıralarında bundan fazla söz etmez, aksine Kudüs savunmasından dolayı Cemal ve Falkenhayn Paşalar tarafından tebrik edildiğini söyler:
“Filistin’de iki buçuk ay devam eden kanlı muharebelerden sonra Kudüs’ü vermek zorunda kalmış, fakat Nablus’un güneyinde yapılan düşman taarruzunu durdurmuştuk… Kudüs’ü 20. Kolordu kumandanı sıfatıyla ben müdafaa etmiştim. Bundan bir tefahür (gurur duyma) vesilesi çıkaracak değilim. Eğer bir muvaffakiyet payımız varsa bunu benimle beraber dövüşen kahraman ve fedakar silah arkadaşlarıma borçluyum”.
31 Ekim 1917’de Birüssebi mevzilerinde İngiliz taarruzuna uğrayarak esir olmaktan kılpayı kurtulan 3. Kolordu Komutanı Albay İsmet Bey (İnönü), bu muharebelerde Kudüs’ün kuzeyindeki mevzileri tutmaktaydı. Hatıratında Kudüs’ün tahliyesine dair fazla bir şey yoktur:
“Biz 3. Kolordu ile Kudüs’ün kuzeyinde El-Bire-Ramallah mıntıkasında bulunuyorduk. İngilizler Yafa’dan sonra Kudüs’te 20. Kolordu’ya doğrudan doğruya taarruz ettikleri gibi Ramallah’ta 3. Kolordu’ya da aynı zamanda taarruz etmişlerdi. Cephe kumandanı mukaddes şehir içinde muharebeyi arzu etmediğinden Kudüs, Aralık ayının ilk haftasında tahliye edildi. Kudüs’ün kaybolması tabiatıyla umumi bir teessür yaratmıştı”.
Muharebe alanı
Muharebe Kutsal şehre zarar vermemek adına sadece Kudüs’ün dışında gerçekleşmiş fakat yine de Nebi Samuel (İsmail Peygamber) türbe ve camii gibi kutsal mekanlar hasar görmüştü.
İngiliz Cephesi’nden Nebi Samuel muharebe alanı.
Buraya kadar yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; Kudüs, bizzat savunmasında bulunan Türk komutanların talep ve onayı ile tahliye edilmişti. Falkenhayn, Kudüs’ün tahliyesine karşı olmakla birlikte kolordu ve ordu komutanlarının fikirbirliğine varmaları sonucunda durumu kabullenmiştir.
Buna rağmen Kudüs’ün Almanlar tarafından bilerek tahliye edildiği görüşü, bölgedeki Türk komutanlardan Cemal Paşa’nın hatıratında dillendirilir:
“Daha Kudüs düşmemişken orayı savunan kolordu kumandanı Ali Fuat Paşa’dan aldığım özel bilgiye göre General Falkenhayn Kudüs’ün savunulması taraftarı değildi. Görüşüme göre bundan büyük hata ve Osmanlı saltanat hukukuna bundan açık ihanet düşünülemez. Falkenhayn kutsal beldenin mübarek makamlarının top mermileriyle harap olmasına sebep olacağından buna kesinlikle razı olmayacağını bir konuşmasında Ali Fuat Paşa’ya söylemişti. Bundan daha gülünç bir düşünce olamazdı. Kudüs şehri Haçlılar zamanında önce Müslümanlar tarafından Haçlılara karşı sonra Haçlılar tarafından Selahaddin Eyyübi’ye karşı savunulmamış mıydı? Önce caiz olan bir şey bugün neden caiz olamıyordu? Şayet Kudüs’teki mübarek makamların harap olmaması isteniyorsa Hıristiyan olan İngiliz ordusunun bu şehre saldırmaktan ve top ateşi açmaktan kaçınması gerekirdi. Herhalde biz şehir ilerisinde savunma yapacağımızdan şehre düşecek mermiler bize değil İngilizlere ait olacaktı”.
Falkenhayn’la birlikte Filistin cephesine gelen Alman Binbaşı Von Papen’in hatıratı da Cemal Paşa’yı destekleyici mahiyettedir:
“Falkenhayn’a Kudüs’ün düşman bombardımanı ile tahrip olması halinde bu kutsal şehrin yıkımının faturasının Almanlara kesileceği ikazı yaparak tahliye edilmesini teklif ettim. Falkenhayn bunu bir prestij meselesi yaparak reddetmişti. ‘Verdün’ü kaybettim. Başka bir savaşı kaybetmek üzereyim ve siz bana tüm dünyanın gözünü diktiği bir şehri boşaltmamı söylüyorsunuz. Mümkün değil!’ dedi. Ama ben vazgeçmek niyetinde değildim. Kutsal yerlerin mahvedilmesinin yanında prestijin ne önemi olabilirdi? Hemen İstanbul’daki Alman büyükelçisi Kont Bernstorff’a bir telgraf çekerek, Enver Paşa’nın Kudüs’ün tahliyesi konusuna müdahale etmesini rica ettim. Aynı zamanda Alman Genel Karargahın’a da bir telgraf çekerek bu geri çekilmenin nedenlerini ve gerekliliğini açıkladım. Şehri boşaltma emri 7 Aralık’ta verildi ve hemen ertesi günü uygulandı”.
Von Papen ve Cemal Paşa’nın anlatımlarına bakılırsa, Falkenhayn’ın tahliye yanlısı olduğu anlaşılır. Öte yandan Türk resmî tarihine girmiş yukardaki Falkenhayn-Fevzi Paşa diyaloguna bakıldığında ise Türk komutanların aksine Falkenhayn’ın son ana kadar Kudüs’ün savunulmasını, tahliye edilmemesini istediği görülür.
Falkenhayn, Kudüs mevzilerinin en azından bir hafta daha tutulmasını çok arzu ediyordu. Bu zaman zarfında yetişecek olan taze bir tümen ve Almanya’dan gelen “Alman Asya Kolu” ile İngilizler’i durdurabileceğini düşünüyordu. Ancak her şeyin bir tahammül sınırı vardı ve Kudüs’ü savunan kuvvetler artık birkaç yüz kişiye düşmüştü.
Peki ordu komutanı olarak Falkenhayn cephedeki vaziyeti bilmiyor muydu? Falkenhayn bu hususu Kudüs düştükten sonra başkomutanlığa gönderdiği raporda belirtmek ihtiyacı hissetmiş. Falkenhayn bu raporda, “Aralık ayının 7’sine kadar düşmanın Kudüs’e taarruza hazırlandığına dair hiçbir belirtiye rastlanmadığını, 7 Aralık günü cephenin durumunu sorduğu 7. Ordu ve 20. Kolordu kumandanlarının durumu emin gördüklerini bildirdiklerini” söyleyerek düşmanın vaziyeti hakkında doğru bilgi sahibi olmayan cephe kumandanlarını itham eder.
Kudüs 8/9 Aralık gecesi tahliye edildi. Resmî tarihe yansıyan çekilme emrini veren 7. Ordu Komutanı Fevzi Paşa, 9 maddelik emrin 3. Maddesinde, “Kutsal bir şehri düşman tahriplerinden korumak amacıyla Kudüs’ün boşaltılmasına karar verilmiştir” demekteydi.
Kudüs şehitleri
Muharebe alanlarından Tell El-Ful’da şehit düşen Türk askerleri. 8 Aralık gecesi İngiliz taarruzunun şiddetlenmesi üzerine Osmanlı ordusu şehri sonuna kadar savunmayıp tahliye etmişti.
Bu ifade biraz da artık savunma kudretini yitirmiş, düşmana direnme gücü kalmamış bir ordunun geri çekilirken sığındığı bir gerekçe olarak görülebilir. Dolayısıyla “Kudüs Almanlar tarafından tahrip olmasın diye bilerek tahliye edildi” sözünün çok da gerçekçi olmadığı, tahliye işinin Filistin cephesinde yapılan hataların birikimi sonucunda direnme gücü kalmayan Türk ordu ve kolordu komutanlarının ortak aldıkları bir karar olduğunu söylemek mümkündür.
Filistin’in ve dolayısıyla Kudüs’ün kaybı, 1916 ve 1917 yıllarında yapılan hataların, alınan yanlış kararların neticesidir. Bunun başsorumlusu da hiç şüphesiz Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’dır.
1916 yılında yaklaşan İngiliz tehdidini görmezden gelip en seçme birlikleri -Almanların gönülsüz davranmalarına rağmen- Avrupa cephesine göndermesi, Enver Paşa’nın en büyük hatasıydı. 1916 başında Çanakkale cephesinin kapanması üzerine buradan boşa çıkan kuvvetleri, Avrupa cepheleri yerine Irak ve Filistin cephesine gönderseydi, Bağdat’ın kaybı ve Gazze-Birüssebi savunmasının kırılması büyük ihtimalle mümkün olmayacaktı. Avrupa cephelerine gönderilen 110 bin asker (en eğitimli, en iyi donanımlı askerler), bu iki cephenin ayakta kalmasını sağlayacaktı.
Enver Paşa’nın Filistin’deki tehdidi fark edip Yıldırım Ordular Grubu’nu bu cepheye yönlendirişi, 1917 Eylül ayını bulmuştu. Ne yazık ki Yıldırım Ordular Grubu’nun hangi cephede kullanılacağına dair yaz ayları boyunca süren tartışmalar Filistin cephesinde acilen alınması gereken tedbirlerin gecikmesine sebep oldu. Kesin olarak söylenebilir ki, 2. Gazze Muharebesi’nden 3. Gazze Muharebesi’ne kadar geçen altı ayın dört ayı boşa geçirilmiş, yitirilen zaman Filistin’in kaybedilmesine sebep olmuştur.
Bu hususta son sözü dönemin harp tarihçisi Yarbay Mehmet Nihat Bey’e bırakalım:
“Enver Paşa, Nisan 1917’den itibaren Eylül ayı sonuna kadar tam altı ay elinin altındaki esas kuvveti yönelteceği hedefte tereddüt etti. Memleketin Irak ve Filistin istikametlerinin iki kuvvetli İngiliz ordusunun tehdidi altında olmasına rağmen Avrupa cephelerine gönderdiği birlikleri geri getirmekte çok geç kalmış, Romanya’daki 6. Kolordu’yu orada bırakmış ve asıl tehdidin geldiği Filistin cephesi bu sebepten dolayı 3. Gazze-Birüssebi Muharebesi’ne çok olumsuz şartlarda yakalanmıştır. Eğer vaktinde ve zamanında kesin bir karar verilip bu karar azimli bir şekilde uygulansaydı, hiç şüphesiz ki 1917 senesi, Filistin’de Allenby’nin felaketine değilse bile önemli başarısızlıklarına şahit olacak ve harbin vaziyeti muhtemelen başka bir istikamet alacaktı”.