1920 Temmuz’u İstiklal Harbi sürecinde kritik gelişmelere sahne oldu. Yunan ordusunun Bursa’yı ele geçirmesi ve Denizli’de Demirci Mehmet Efe vakası Büyük Millet Meclisi’nde ciddi tartışmalara yol açtı. Mustafa Kemal’in “Batı Cephesi’nin yarılmasının onulmaz bir durum yaratmadığı ve asıl bundan sonrasının önemli olduğunu” söylemesi de Meclis’i teskin etmedi ama düzenli orduya geçiş noktasında önemli bir ivme sağladı.
Millî Mücadele döneminin ilk aşamalarına damgasını vuran gelişme yerel direniş örgütlerinin oluşmasıdır. Bir yanda bunların işgalcilere karşı oluşturdukları ve “Kuvâ-yı Milliyye” genel adlandırmasıyla anılan silahlı güçler, diğer yanda da İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin paramiliter etkinlikleriyle bilinen üyelerinin kurduğu bazı çeteler; İstanbul Hükümeti’nin tepkisizliği üzerine ortaya çıkmış ve Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra bile hem Yunan ordusuna hem de Ankara aleyhtarı isyanlara karşı savaşmayı sürdürmüşlerdir.
Ancak bu silahlı güçlerin yararı olduğu kadar zararı da olabiliyordu. Çoğu zaman başlarına buyruk hareket etmeleri, kanun kural tanımadan iş görmeleri ve bazı gereksinimlerini karşılamak adına sivil halka pek iyi davranmamaları, Anadolu’daki hareketlenmeyi kanundışı ilân etmiş olan İstanbul Hükümeti’nin ekmeğine yağ sürüyordu. Ayrıca bu oluşumlar, hem Anadolu halkı önünde İstanbul’a karşı hâlâ bir meşruluk mücadelesi veren hem de uluslararası düzlemde saygınlık kazanması gereken Ankara’daki yönetimin de başını ağrıtıyordu. Bu yüzden BMM açılır açılmaz bu grupların yavaş yavaş tasfiye edilip yerlerini düzenli bir ordunun alması yönünde çabalara girişilmişti.
Fakat bu konuda Ankara’da tam bir görüş birliği yoktu. Birçok milletvekili, 1. Dünya Savaşı’ndaki deneyimler nedeniyle silahlı kuvvetlere, özellikle de subaylara karşı olumsuz bir tutumdaydı. Öte yandan, başta “Çerkes” Ethem Bey’in Kuvve-i Seyyâre’sinin gösterdiği başarılar gelmek üzere, milis güçlerinin Maraş, Antep, Adana ve Tarsus yörelerinde Fransızlara karşı elde ettikleri kısmî başarılar, Aydın’ın kısa süreliğine de olsa Yunan ordusundan geri alınması gibi harekâtlar bu milletvekillerini tatmin ediyordu. Son olarak da Yunan ordusunun Balıkesir üzerinden ilerleyişini sürdürüp Bursa’yı ele geçirmesi (8 Temmuz 1920), düzenli ordunun sert eleştirilere hedef olması sonucunu doğurmuştu. Tümüyle “gerilla savaşı” yapılmasını önerenler bile oldu. İşte tam bu sırada tarihimize “Denizli Vakası” adıyla geçen olay meydana geldi. Bu olay, bütün sevimsizliğine karşın, BMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya hem Kuvâ-yı Milliyye ve çeteleri daha bir zaptürapt altına alma hem de BMM’nin düzenli orduya güven duymasını sağlama olanağı tanıyacaktı.
Yunan ordusu Bursa üzerine yürürken bir koldan Uşak, bir koldan da Denizli’ye doğru ilerlemişti. Denizli bölgesinde ciddi bir savunmayı mümkün kılacak askerî güç yoktu. Yalnızca Demirci Mehmet Efe’nin zeybekleri ve az sayıda jandarma, Yunan ordusunun Büyük Menderes’i kolayca geçmesine engel olmak üzere nehrin güneyinde mevzilenmişlerdi. Bu koşullarda Denizli halkının ve oraya sığınmış olan Nazillilerin daha içeri doğru kaçmaları, ilk ağızda da Eğridir’e gitmeleri kararlaştırıldı. Bu sığınmacılarla birlikte birçok yerli Rum da Yunan ordusunun göstermesi beklenen şiddete engel olmak amacıyla rehine alınıp Eğridir’e doğru tehcir edilecekti.
Yolculuğun düzenli bir biçimde gerçekleşmesi için Demirci Mehmet Efe, en güvendiği adamlarından Sökeli Ali Efe’yi 40 kadar zeybekle Denizli’ye gönderdi. 6 Temmuz’da Denizli’ye gelen Ali Efe’nin görevi, yola çıkacakları salimen trene bindirip cepheye dönmekti. Ancak işler karıştı. Hürriyet ve İtilâf Fırkası yanlılarından birkaç kişinin elebaşılığını yaptığı ve kendilerine “Hicret Etmeyenlerin Hukukunu Müdafaa Heyeti” adını veren bir grup, bir yandan Yunan ordusunun Denizli’ye girmek üzere olduğuna ilişkin asılsız bir şayia çıkarırken, diğer yandan da Ali Efe’nin zeybeklerinin Türk ve Rum halka tecavüzlerde bulunduklarına dair gene asılsız bir dedikodu yaydılar. Daha sonra bu grubun harekete geçirdiği silahlı bir kalabalık, 8 Temmuz günü silahlarını bırakmayı kabul etmiş olan Ali Efe’yi ve bazı zeybekleri öldürdü. Zeybeklerin bir bölümü tutuklanmış, bazıları can havliyle kaçıp sağa sola saklanmış, ikisi ise Demirci Mehmet Efe’nin yanına varıp olanları kendisine bildirmişti.
Bu cinayetlere çok içerleyen Demirci Mehmet Efe, suçluları cezalandırmak için hemen Denizli’ye gitti. Kısa sürede suçluların büyük bir kısmı ele geçirildi ve kelimenin tam anlamıyla boğazlandı (9 Temmuz). İntikam dürtüsüyle hareket eden Mehmet Efe, hem hukuku hiçe sayıp kimseyi mahkemeye sevketmemişti hem de Yunan ordusu karşısında cepheyi savunmasız bırakmıştı.
60 kadar insanın ölümüyle sonuçlanan bu olay, Bursa’nın da düşmesiyle birlikte BMM’de büyük bir infial yarattı. 12-13 Temmuz 1920 tarihlerinde BMM’de yapılan görüşmelerde Dâhiliyye ve Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Vekâletleri ağır eleştirilere hedef olmuş, gensoru önergesi verilmiş, hattâ Trabzon Mebûsu Ali Şükrü Bey, Meclis soruşturması istemişti. Sonuç olarak Câmî (Baykut) Bey Dâhiliye Vekâleti’nden istifa etmiş, vekiller heyetine güvenoyu verilmiş, meclis soruşturması isteği de reddedilmiştir. Bursa’nın düşmesinden sorumlu tutulan 20. Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami (Günsav) ve Yarbay Âşir (Atlı) Beyler’in görevlerine BMM’nin isteği üzerine ve Heyet-i Vekîle kararıyla 14 Temmuz 1920’de son verilmiş, Demirci Mehmet Efe karşısındaki edilginliği ve Denizli’deki cinayetleri önleyememesi nedeniyle 57. Tümen Komutanı Albay Şefik (Aker) Bey de 17 Temmuz’da görevden alınmıştır.
Söz konusu subayların görevlerinden alınmasına gidilen günlerde BMM’de ordunun ülkeyi kurtarabilecek gücünün olup olmadığına ilişkin de hararetli tartışmalar yaşandı. Mustafa Kemal Paşa, eleştirilere 12 Temmuz günü cevap verdi ama Meclis’i teskin edemedi. Tam iki hafta sonra, bu kez 26 Temmuz tarihli gizli bir celsede, Batı Cephesi’nin yarılmasının onulmaz bir durum yaratmadığını, dünyada yarılmayacak cephe olmadığını ve asıl bundan sonra ne yapılacağının önemli olduğunu söyleyerek ordunun gayet sağlam ve iyi durumda olduğunu tekrar etti. Ayrıca, bu iki tarih arasında Mustafa Kemal Paşa, Batı ve Güney Cepheleri’ni incelemek üzere uzun bir teftiş gezisine çıkacağını ve ordunun ne durumda olduğunun Meclis tarafından iyi anlaşılabilmesi için 10 milletvekilinden oluşan bir grubun kendisine katılmasını arzu ettiğini bildirmiş; bunun üzerine BMM’de 17 Temmuz günü yapılan kura çekimiyle kendisine refakat edecek 10 kişi seçilmiştir. Grup, 11 gün sürecek olan cephe yolculuğuna 27 Temmuz akşamı başladı.
Bu yolculuk çok şeyi değiştirecekti. Nitekim yolculuğun daha ilk günlerinde Mustafa Kemal Paşa, vilayetlere ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerine birer tamim göndererek cemiyet şubelerinin artık bulundukları yerin yönetim sorumlusuna (vali, mutasarrıf ve kaymakam) bağlı olacaklarını; kendi yönetimlerinde silahlı kuvvet bulunduramayacaklarını; kendi maddi imkanlarıyla silahlı güç oluşturmaları halinde de bunu mutlaka yöredeki askerî yetkilinin denetiminde yapmalarını; söz konusu gücü o askerî yetkenin tayin edeceği kıtaların emrine vermelerini bildirdi (28-30 Temmuz).
Ankara’ya döndükten sonra BMM’nin 9 Ağustos tarihli birleşiminin 3. oturumunda Mustafa Kemal Paşa’yla teftiş gezisine çıkan milletvekilleri dinlendi. İlk konuşan Konya Mebusu Refik (Koraltan) Bey, özellikle Bilecik halkının düzenli ordu istediğini anlattı. Daha sonra söz alan Antalya Mebusu Rasih (Kaplan) Efendi ise genel olarak bütün memleketin düzenli ordu istediğini, ülkenin ancak böyle bir orduyla kurtarılabileceğine halkın inanmış olduğunu söyledi. Daha aylar sürecek olsa da, Kuvâ-yı Milliyye’nin sahneden çekilip yerini düzenli orduya bırakma süreci başlamıştı.