Kasım
sayımız çıktı

Macellan ile denizcilerin açlık ve iktidarla imtihanı

16. yüzyılın başında, lojistik sorunları aşmanın epey güç olduğu coğrafi keşifler çağında, denizciler aylarca bir limana uğramadan yol alırdı. Portekizli kaşif Macellan ve denizcileri de dünyanın çevresini dolaşan ilk insanlar oldukları yolculukta açlık yüzünden yelken direklerini kemirmek zorunda kalmışlardı. Fernão de Magalhães’in dünyayı değiştiren maceralı hikayesi ve denizaşırı sömürgeciliğin başlangıcı.

Bugün uzak bir ülkede seçtiğiniz bir otelde yer ayırtmak, uçak, tren veya gemi ile kıtaları aşıp o mekana gidip kalmak ne kolay! Bugünkü kadar kolay olmasa da fetihler ve kazanç peşinde yollara düşen tüccarların açtığı yolları kullanarak insanlar da sürekli bir yerlere gidip gelmişler. Uzun seyahat, etraflı bir hazırlık, sizi taşıyacak sağlıklı hayvan veya gemi sahibi olmak, yemini ve kendi yiyeceğini kaç günlük yol gidilecekse ona göre hesaplayarak yola çıkmak demekti. Ancak bu büyük masrafları karşılayabilenler veya yolun sonunda çok kazanç olduğuna birilerini ikna edebilen maceracılar yola revan olurdu.

Günümüz ile kıyaslanamayacak zorluklara rağmen dünyanın tozunu attıran cesur insanlar sayesinde bugün küresel bir köyde yaşıyoruz. Bir zamanlar denizaşırı uzun seyahatlerin yiyecek açısından nasıl planlandığını bilmek, geldiğimiz noktayı anlamak açısından önemli. En olağanüstü seyahatlerden biri de şüphesiz Macellan’ınki. Yani Fernão de Magalhães (1480-1521). Fernando oluşu ise epey sonra. Adam boğaz derdine kazanç sağlarım diye yola çıkıp bilinmezliğe yelken açıyor. 2 yıl sürer diye gidiyor ama çok daha uzun sürüyor. Gemilerin biri batıyor, biri başkaldırıp geri dönüyor. Güney Amerika’nın ucundaki boğazın ucu öbür okyanusa çıkmasa, bugün belki bu cesur adamların adını kimse hatırlamazdı.

Az gitti, uz gitti dünyayı bitirdi Kendisinden önceki Kolomb gibi, Portekizli denizci Ferdinand Macellan da Avrupa’dan batıya yelken açarak Asya’ya ve Moluccas’a ya da Baharat Adaları’na ulaşmayı denedi.

Fernão de Magalhães, bilin­diği gibi dünyanın çevresini ilk dönen ekibin başında yer aldı. Yola çıkış amacı, batıya giderek Endonezya çevresindeki Malu­ku yani Baharat Adaları’na var­mak. Baharatın saygınlık sim­gesi olarak Avrupa soyluları­nın dünyasında çok para ettiği; Osmanlılar’ın Akdeniz’e girişi elinde tuttuğu; bundan dolayı fiyatları çok yükselen bahara­ta giden ticaret yollarının de­netimi için ülkelerin kıyasıya savaştığı 16. yüzyıl başlarından bahsediyoruz.

İspanya ve Portekiz okya­nusa kıyıları olduğu için coğrafi konumlarının avantajı nede­niyle alternatif ticaret yolları bulmak için sürekli çekişiyor. Portekiz bu yarışta arkadan ge­lip 1. Manuel zamanında atağa geçiyor. Kral birçok denizci sey­yahı destekliyor; Brezilya’dan Afrika’nın batı kıyısına, oradan Hindistan’da Goa’ya uzanan bir “Portekiz Rönesansı” yaşatıyor ülkesine. Daha Hollanda, İngil­tere vahşi şekilde atağa geçme­mişken işler yolunda.

Fernão de Magalhães işte böyle bir ortamda henüz 25 ya­şında iken Portekiz kralı adı­na ilk denizaşırı seferine çıktı. Baharat Adaları’na yolculuk yapıp ticari yolların denetimi, vergisini ödemeyen yerli şefle­rin sindirilmesi için çeşitli yer­lerde savaşlara katıldı. Hataları oldu, rüşvet almakla suçlandı, aklandı, hakkı yendi, maaşını alamadı ve sonunda Portekiz kralı hizmet sözleşmesini yeni­lemeyeceğini söyleyince, dene­yimlerini İspanya kralına sun­mak istedi. Baharat Adaları’na “batıya giderek” ulaşabileceği­ne kralı ikna ettiğinde her şe­yiyle hazırdı. Tabii kendi mem­leketinde hain olarak görüldü. İspanyolların eline geçer diye deniz keşifleri ile ilgili en ufak bir belgenin bile yazıya geçiril­mesini yasaklayan Portekiz’in deneyimli bir askerinin rakip devletin hizmetine girmesi ka­bul edilebilir miydi hiç?

İspanya’da da genç ve heye­canlı Carlos başa geçmişti. Kra­lın çevresi, Portekizli eski bir saray mensubu olduğu için Fer­não’ya hiç güvenmedi. Ona eski gemiler verdiler, topladığı mü­rettebatı dağıttılar. Deneyimli İspanyol denizciler bir Portekiz­li’nin emrinde çalışmak isteme­diler. Toplama bir ekiple, ipsiz sapsız İspanyollar’la yola çık­mak zorunda kaldı.

Gemici mönüsü Dünyanın çevresini dönerken 270 kişilik mürettebatın mönüsünde kurutulmuş balık, kuru fasulye, sarımsak, peksimet, pirinç gibi yiyecekler vardı (Annibale Carracci, 1580-1590).

Bütün bu süre zarfında sü­rekli kendini kabul ettirme ça­bası içinde olduğunu izleriz. Çok hırslı, atak, ancak her şeyi en ba­şından iyi planlayan ve dışarı­dan sakin, her şeye hâkim görü­nen bir kişilik sergiler. Seyahat sırasında bu kişiliği de değişime uğrayacaktır. Henüz 41’indey­ken, o yaşa kadar atlattığı badi­relere kıyasla trajikomik dene­cek ölümünü Hollywood yapım­cıları bile inanılır bir son olarak kabul etmezdi herhalde. Kendi­sine yardım etmeyi teklif eden şefe Avrupalı kibri ile “sen kö­şede dur, biz hallederiz” diyerek çıktığı karada şef Lapulapu’nun adamları tarafından öldürülme­si ironik değil de nedir?

Yolculuğunu ölmeden bitir­meyi başarsaydı, bulduğu yeni baharat yolunun 10 yıllık tekeli ve seyahat sonunda elde kalan kârın beşte biri ile aradığı say­gınlığa kavuşmuş olur muydu acaba? Ne yazık ki öyle olma­dı. Onun yerine eve dönen tek geminin Basklı kaptanı Elcano, Primus circumdedisti me (çev­remde ilk dolanan) yazan bir arma ile onurlandırıldı. Getir­dikleri 381 çuval karanfil, ba­tan gemilerin ve tüm seyahatin masrafını karşılamış, üstüne kâr bile bırakmıştı.

Bu öykünün daha da trajik bir sonu var: Bu macera her şeye rağmen kimilerine para kazan­dırmıştı ama, elde kalan erzakın büyük bölümüyle İspanya’ya kaçan geminin kaptanı ve Elca­no’nun Macellan’ı kötüleyen ak­tarımları neticesinde uzun süre unutulmuştu. Meteliksiz kalan İspanya Kralı 1. Carlos’un Baha­rat Adaları’nın ticaret haklarını 1529’da Saragossa Antlaşması ile Portekizlilere bırakmış olma­sı da ironiktir. Tüm bunlara rağ­men Macellan adı, binbir zah­met ve ümitle geçtiği Boğaz’da, bir de Samanyolu’nda gözlenen Macellan Bulutları’nda yaşıyor.

Biz bütün bunları, başından beri onun yanında olup her ola­yın, gidilen her yerin, yenilen her yemeğin ayrıntısını not tut­muş olan Vicenzalı İtalyan An­tonio Pigafetta’nın tuttuğu gün­lüklerden öğreniyoruz. 20 Eylül 1519’da Sevilla’dan 5 gemi ile yo­la çıkan 270 kişiden yalnız 18’i 1522 Eylül’ünde evlerine döne­bildi. Pigafetta da bunlardan bi­riydi. Orijinal günlükler bugün kayıp olsa da üç Fransızca ve bir İtalyanca tercümesi kütüphane­lerde bulunmuş. Paha biçilmez bilgiler içeriyor bu günlükler.

Harita üzerinde dünya turu rotası Battista Agnese haritasında Macellan’ın rotası (üstte). Macellan’ın kendi adını taşıyacak olan boğazı keşfedişinin alegorik bir tasviri, Johannes Stradanus, 1592 (altta).

Peki, gemiler iki yıl sürme­si beklenen bu olağanüstü zorlu yolculuğa nasıl hazırlanmışlar­dı? Öncelikle, uzun sürecek bir yolculuk için gereken yiyeceğin hepsi başta gemilere yüklenmez, yolda durdukları limanlarda ta­ze su, et ve meyve sebze ikmali yapacakları şekilde hesaplanır­dı. Dünyanın çevresini döner­ken iki yıl süre ile 270 kişiyi bes­lemek için Macellan’ın hesapla­dığı bastimiento şöyledir: 1.293 kilo peynir, 207 kilo kurutulmuş balık, 140 varil tuzlu ançüez, 2.626 kilo dinlenmiş jambon, 1.547 litre kuru fasulye, 3.220 litre sirke, 2.985 litre nohut, 218 litre mercimek, 250 hevenk sa­rımsak. Ayrıca 2 tona yakın un, tuz, kapari, hardal, kişi başı iki yıl için 32’şer litre zeytinyağı, bal, şeker, kuru üzüm, erik ve in­cir, şekerli şurupta saklanan ay­va kompostosu, kişi başına 906 kilo peksimet ve 73 kilo pirinç ile gemide kesilerek tüketilecek 3 canlı domuz ve 6 inek satın al­mıştı. Yeter gibi görünüyor değil mi? Yetmemiş tabii, açlık yaka­larını bırakmamış.

Uzun seyahatlerde bozulan gıdalar; patlayan, akıtan fıçılar­dan dökülen içecekler; fare ve kurtçuklar tarafından yenilen gıdalar nedeniyle de stoklarda epey kayıp yaşanırdı. Gemiler­de esas yiyecek, çok dayanma­sı nedeniyle peksimet gibi sert ve iyice kurutulmuş bisküvi (iki kere fırınlanmış ekmek) olurdu; bunlar su veya bira ile ıslatıla­rak tüketilirdi. Tipik bir denizci mönüsü bakliyat ve tuzlu et la­pası ya da koyu bir bezelye çor­bası içinde tuzlu balık ile her öğün peksimet olurdu. Günler geçtikçe etler bozulur, tereyağı acılaşır, bira ekşir, peksimetler kurtlar tarafından yenilip toza karışırdı. En kötüsü de suyun kokması idi herhalde.

Yolculuğun daha dördüncü ayında işin tahmininden uzun sürebileceğini sezen Macellan tayınları kıstığı için denizciler homurdanmaya başlamıştı. 1521 Nisan’ında isyana kalkışan bir grup üç kayığa el koyup erzakla­rı yağmalamış, bunları denizci­lere dağıtıp İspanya’ya dönmek için desteklerini almaya çalış­mıştı.

Bunun hemen ardından ge­milerden biri taşıdığı erzak payı ile batmış, hepsi kurtulan ge­miciler kalan gemilere dağıtıl­mışlardı. San Antonio gemisi kaçarak İspanya’ya dönünce ge­ri kalan üç gemisi ile Boğaz’dan geçip Pasifik Okyanusu’na çıkan Macellan’ın 8 aylık yiyeceği kal­mıştı. Hesap edilemeyen taraf ise karşılarında uzanan Pasi­fik’in büyüklüğüydü. Yiyecekleri bozuldu. Ancak 3 ay yetti. Gu­am’a ulaşmaları ise 98 gün aldı.

Sefere katılan gemilerden Concepcion’a kumanda eden Elcano ve onunla birlikte geri dönenler, Elías Salaberria, 1924 (üstte). Mart 1521’de filo Filipinler’e ulaştı ve Macellan burada öldü (altta).

Homonhon Adası’na 160 adamı ile vardığı tahmin edili­yor. Burada yerli halkın hoşgö­rüsü çerçevesinde yaban domu­zu avlayıp, sularını tazelediler. Karşılaştıkları Suluanlar, deniz­cilerin hâlini görünce pirinç, ta­vuk ve başka yiyecekler getirip bunları boncuk, giysiler, kumaş ve başka mallarla değiş-tokuş etmişler. Gemilerde depolan­mış mallar Baharat Adaları’na ulaşınca mal satın almak için kullanılacağından, denizciler değiş-tokuş yerine köyleri ba­sıp yiyecek karşılığında insan­ları rehin aldılar. Cebu Adası’n­da Macellan, İspanya Kralı’na bağlılık bildiren Kral Rajah Hu­mabon’a bağlı şeflere bir yiyecek kotası koydu. Kendileri aç kala­cağından dolayı erzak sağlama­yı reddeden bir köyü yaktı. Ma­cellan’ın öldürüldüğü Mactan Savaşı, yerli şef Lapulapu’nun bu saldırgan tutuma cevabıydı. Bu nedenle şef Lapulapu, bugün Filipinler’de önemli bir karakter olarak saygı ile anılıyor.

Macellan ve adamları 1520- 22 arasında Katolik inancı açı­sından önemli üç kutsal yortu yaşadı. Paskalya’dan önceki ilk Pazar yortusu yolculuğun se­kizinci ayında Arjantin’in St. Julian limanında sonbahar ya­şanırken kutlandı. Denizciler taze yiyecek olarak kaz, denizas­lanı, penguen ve fok avladılar. 1521’de Paskalya Pazarı’na denk gelen tarihte ise Güney Leyte’de kendilerine hediye edilen iki do­muzu kesip güvertede pişirdiler. Elcano’nun komutasında geçir­dikleri ilk Paskalya yortusun­da ise Filipinler’de yükledikleri tüm gıdalar artık bozulduğu için şölen yapmak bir yana; Hint Ok­yanusu’nun ortasında yelkenle­rin derilerini kemirip, tahtala­rı kesip talaşını yemek zorunda kaldılar.

Coğrafya kavrayışımızı sağ­lıklı bir hâle sokan, kendinden sonraki seyyahların yolunu açan bu çilekeş deniz adamlarına teşekkür mü etmeliyiz? Yok­sa sömürgeciliğin ilk saldırgan neferleri olarak dünya düzenini sonsuza dek değiştirdikleri için “keşke hepsi açlıktan denizler­de telef olup gitselermiş” mi de­meliyiz? Herhalde kaçınılmazdı küresel bir köy hâline gelmemiz. Ancak unutmayalım ki hepsi de para ve iktidar derdine oldu.