16. yüzyılın başında, lojistik sorunları aşmanın epey güç olduğu coğrafi keşifler çağında, denizciler aylarca bir limana uğramadan yol alırdı. Portekizli kaşif Macellan ve denizcileri de dünyanın çevresini dolaşan ilk insanlar oldukları yolculukta açlık yüzünden yelken direklerini kemirmek zorunda kalmışlardı. Fernão de Magalhães’in dünyayı değiştiren maceralı hikayesi ve denizaşırı sömürgeciliğin başlangıcı.
Bugün uzak bir ülkede seçtiğiniz bir otelde yer ayırtmak, uçak, tren veya gemi ile kıtaları aşıp o mekana gidip kalmak ne kolay! Bugünkü kadar kolay olmasa da fetihler ve kazanç peşinde yollara düşen tüccarların açtığı yolları kullanarak insanlar da sürekli bir yerlere gidip gelmişler. Uzun seyahat, etraflı bir hazırlık, sizi taşıyacak sağlıklı hayvan veya gemi sahibi olmak, yemini ve kendi yiyeceğini kaç günlük yol gidilecekse ona göre hesaplayarak yola çıkmak demekti. Ancak bu büyük masrafları karşılayabilenler veya yolun sonunda çok kazanç olduğuna birilerini ikna edebilen maceracılar yola revan olurdu.
Günümüz ile kıyaslanamayacak zorluklara rağmen dünyanın tozunu attıran cesur insanlar sayesinde bugün küresel bir köyde yaşıyoruz. Bir zamanlar denizaşırı uzun seyahatlerin yiyecek açısından nasıl planlandığını bilmek, geldiğimiz noktayı anlamak açısından önemli. En olağanüstü seyahatlerden biri de şüphesiz Macellan’ınki. Yani Fernão de Magalhães (1480-1521). Fernando oluşu ise epey sonra. Adam boğaz derdine kazanç sağlarım diye yola çıkıp bilinmezliğe yelken açıyor. 2 yıl sürer diye gidiyor ama çok daha uzun sürüyor. Gemilerin biri batıyor, biri başkaldırıp geri dönüyor. Güney Amerika’nın ucundaki boğazın ucu öbür okyanusa çıkmasa, bugün belki bu cesur adamların adını kimse hatırlamazdı.
Fernão de Magalhães, bilindiği gibi dünyanın çevresini ilk dönen ekibin başında yer aldı. Yola çıkış amacı, batıya giderek Endonezya çevresindeki Maluku yani Baharat Adaları’na varmak. Baharatın saygınlık simgesi olarak Avrupa soylularının dünyasında çok para ettiği; Osmanlılar’ın Akdeniz’e girişi elinde tuttuğu; bundan dolayı fiyatları çok yükselen baharata giden ticaret yollarının denetimi için ülkelerin kıyasıya savaştığı 16. yüzyıl başlarından bahsediyoruz.
İspanya ve Portekiz okyanusa kıyıları olduğu için coğrafi konumlarının avantajı nedeniyle alternatif ticaret yolları bulmak için sürekli çekişiyor. Portekiz bu yarışta arkadan gelip 1. Manuel zamanında atağa geçiyor. Kral birçok denizci seyyahı destekliyor; Brezilya’dan Afrika’nın batı kıyısına, oradan Hindistan’da Goa’ya uzanan bir “Portekiz Rönesansı” yaşatıyor ülkesine. Daha Hollanda, İngiltere vahşi şekilde atağa geçmemişken işler yolunda.
Fernão de Magalhães işte böyle bir ortamda henüz 25 yaşında iken Portekiz kralı adına ilk denizaşırı seferine çıktı. Baharat Adaları’na yolculuk yapıp ticari yolların denetimi, vergisini ödemeyen yerli şeflerin sindirilmesi için çeşitli yerlerde savaşlara katıldı. Hataları oldu, rüşvet almakla suçlandı, aklandı, hakkı yendi, maaşını alamadı ve sonunda Portekiz kralı hizmet sözleşmesini yenilemeyeceğini söyleyince, deneyimlerini İspanya kralına sunmak istedi. Baharat Adaları’na “batıya giderek” ulaşabileceğine kralı ikna ettiğinde her şeyiyle hazırdı. Tabii kendi memleketinde hain olarak görüldü. İspanyolların eline geçer diye deniz keşifleri ile ilgili en ufak bir belgenin bile yazıya geçirilmesini yasaklayan Portekiz’in deneyimli bir askerinin rakip devletin hizmetine girmesi kabul edilebilir miydi hiç?
İspanya’da da genç ve heyecanlı Carlos başa geçmişti. Kralın çevresi, Portekizli eski bir saray mensubu olduğu için Fernão’ya hiç güvenmedi. Ona eski gemiler verdiler, topladığı mürettebatı dağıttılar. Deneyimli İspanyol denizciler bir Portekizli’nin emrinde çalışmak istemediler. Toplama bir ekiple, ipsiz sapsız İspanyollar’la yola çıkmak zorunda kaldı.
Bütün bu süre zarfında sürekli kendini kabul ettirme çabası içinde olduğunu izleriz. Çok hırslı, atak, ancak her şeyi en başından iyi planlayan ve dışarıdan sakin, her şeye hâkim görünen bir kişilik sergiler. Seyahat sırasında bu kişiliği de değişime uğrayacaktır. Henüz 41’indeyken, o yaşa kadar atlattığı badirelere kıyasla trajikomik denecek ölümünü Hollywood yapımcıları bile inanılır bir son olarak kabul etmezdi herhalde. Kendisine yardım etmeyi teklif eden şefe Avrupalı kibri ile “sen köşede dur, biz hallederiz” diyerek çıktığı karada şef Lapulapu’nun adamları tarafından öldürülmesi ironik değil de nedir?
Yolculuğunu ölmeden bitirmeyi başarsaydı, bulduğu yeni baharat yolunun 10 yıllık tekeli ve seyahat sonunda elde kalan kârın beşte biri ile aradığı saygınlığa kavuşmuş olur muydu acaba? Ne yazık ki öyle olmadı. Onun yerine eve dönen tek geminin Basklı kaptanı Elcano, Primus circumdedisti me (çevremde ilk dolanan) yazan bir arma ile onurlandırıldı. Getirdikleri 381 çuval karanfil, batan gemilerin ve tüm seyahatin masrafını karşılamış, üstüne kâr bile bırakmıştı.
Bu öykünün daha da trajik bir sonu var: Bu macera her şeye rağmen kimilerine para kazandırmıştı ama, elde kalan erzakın büyük bölümüyle İspanya’ya kaçan geminin kaptanı ve Elcano’nun Macellan’ı kötüleyen aktarımları neticesinde uzun süre unutulmuştu. Meteliksiz kalan İspanya Kralı 1. Carlos’un Baharat Adaları’nın ticaret haklarını 1529’da Saragossa Antlaşması ile Portekizlilere bırakmış olması da ironiktir. Tüm bunlara rağmen Macellan adı, binbir zahmet ve ümitle geçtiği Boğaz’da, bir de Samanyolu’nda gözlenen Macellan Bulutları’nda yaşıyor.
Biz bütün bunları, başından beri onun yanında olup her olayın, gidilen her yerin, yenilen her yemeğin ayrıntısını not tutmuş olan Vicenzalı İtalyan Antonio Pigafetta’nın tuttuğu günlüklerden öğreniyoruz. 20 Eylül 1519’da Sevilla’dan 5 gemi ile yola çıkan 270 kişiden yalnız 18’i 1522 Eylül’ünde evlerine dönebildi. Pigafetta da bunlardan biriydi. Orijinal günlükler bugün kayıp olsa da üç Fransızca ve bir İtalyanca tercümesi kütüphanelerde bulunmuş. Paha biçilmez bilgiler içeriyor bu günlükler.
Peki, gemiler iki yıl sürmesi beklenen bu olağanüstü zorlu yolculuğa nasıl hazırlanmışlardı? Öncelikle, uzun sürecek bir yolculuk için gereken yiyeceğin hepsi başta gemilere yüklenmez, yolda durdukları limanlarda taze su, et ve meyve sebze ikmali yapacakları şekilde hesaplanırdı. Dünyanın çevresini dönerken iki yıl süre ile 270 kişiyi beslemek için Macellan’ın hesapladığı bastimiento şöyledir: 1.293 kilo peynir, 207 kilo kurutulmuş balık, 140 varil tuzlu ançüez, 2.626 kilo dinlenmiş jambon, 1.547 litre kuru fasulye, 3.220 litre sirke, 2.985 litre nohut, 218 litre mercimek, 250 hevenk sarımsak. Ayrıca 2 tona yakın un, tuz, kapari, hardal, kişi başı iki yıl için 32’şer litre zeytinyağı, bal, şeker, kuru üzüm, erik ve incir, şekerli şurupta saklanan ayva kompostosu, kişi başına 906 kilo peksimet ve 73 kilo pirinç ile gemide kesilerek tüketilecek 3 canlı domuz ve 6 inek satın almıştı. Yeter gibi görünüyor değil mi? Yetmemiş tabii, açlık yakalarını bırakmamış.
Uzun seyahatlerde bozulan gıdalar; patlayan, akıtan fıçılardan dökülen içecekler; fare ve kurtçuklar tarafından yenilen gıdalar nedeniyle de stoklarda epey kayıp yaşanırdı. Gemilerde esas yiyecek, çok dayanması nedeniyle peksimet gibi sert ve iyice kurutulmuş bisküvi (iki kere fırınlanmış ekmek) olurdu; bunlar su veya bira ile ıslatılarak tüketilirdi. Tipik bir denizci mönüsü bakliyat ve tuzlu et lapası ya da koyu bir bezelye çorbası içinde tuzlu balık ile her öğün peksimet olurdu. Günler geçtikçe etler bozulur, tereyağı acılaşır, bira ekşir, peksimetler kurtlar tarafından yenilip toza karışırdı. En kötüsü de suyun kokması idi herhalde.
Yolculuğun daha dördüncü ayında işin tahmininden uzun sürebileceğini sezen Macellan tayınları kıstığı için denizciler homurdanmaya başlamıştı. 1521 Nisan’ında isyana kalkışan bir grup üç kayığa el koyup erzakları yağmalamış, bunları denizcilere dağıtıp İspanya’ya dönmek için desteklerini almaya çalışmıştı.
Bunun hemen ardından gemilerden biri taşıdığı erzak payı ile batmış, hepsi kurtulan gemiciler kalan gemilere dağıtılmışlardı. San Antonio gemisi kaçarak İspanya’ya dönünce geri kalan üç gemisi ile Boğaz’dan geçip Pasifik Okyanusu’na çıkan Macellan’ın 8 aylık yiyeceği kalmıştı. Hesap edilemeyen taraf ise karşılarında uzanan Pasifik’in büyüklüğüydü. Yiyecekleri bozuldu. Ancak 3 ay yetti. Guam’a ulaşmaları ise 98 gün aldı.
Homonhon Adası’na 160 adamı ile vardığı tahmin ediliyor. Burada yerli halkın hoşgörüsü çerçevesinde yaban domuzu avlayıp, sularını tazelediler. Karşılaştıkları Suluanlar, denizcilerin hâlini görünce pirinç, tavuk ve başka yiyecekler getirip bunları boncuk, giysiler, kumaş ve başka mallarla değiş-tokuş etmişler. Gemilerde depolanmış mallar Baharat Adaları’na ulaşınca mal satın almak için kullanılacağından, denizciler değiş-tokuş yerine köyleri basıp yiyecek karşılığında insanları rehin aldılar. Cebu Adası’nda Macellan, İspanya Kralı’na bağlılık bildiren Kral Rajah Humabon’a bağlı şeflere bir yiyecek kotası koydu. Kendileri aç kalacağından dolayı erzak sağlamayı reddeden bir köyü yaktı. Macellan’ın öldürüldüğü Mactan Savaşı, yerli şef Lapulapu’nun bu saldırgan tutuma cevabıydı. Bu nedenle şef Lapulapu, bugün Filipinler’de önemli bir karakter olarak saygı ile anılıyor.
Macellan ve adamları 1520- 22 arasında Katolik inancı açısından önemli üç kutsal yortu yaşadı. Paskalya’dan önceki ilk Pazar yortusu yolculuğun sekizinci ayında Arjantin’in St. Julian limanında sonbahar yaşanırken kutlandı. Denizciler taze yiyecek olarak kaz, denizaslanı, penguen ve fok avladılar. 1521’de Paskalya Pazarı’na denk gelen tarihte ise Güney Leyte’de kendilerine hediye edilen iki domuzu kesip güvertede pişirdiler. Elcano’nun komutasında geçirdikleri ilk Paskalya yortusunda ise Filipinler’de yükledikleri tüm gıdalar artık bozulduğu için şölen yapmak bir yana; Hint Okyanusu’nun ortasında yelkenlerin derilerini kemirip, tahtaları kesip talaşını yemek zorunda kaldılar.
Coğrafya kavrayışımızı sağlıklı bir hâle sokan, kendinden sonraki seyyahların yolunu açan bu çilekeş deniz adamlarına teşekkür mü etmeliyiz? Yoksa sömürgeciliğin ilk saldırgan neferleri olarak dünya düzenini sonsuza dek değiştirdikleri için “keşke hepsi açlıktan denizlerde telef olup gitselermiş” mi demeliyiz? Herhalde kaçınılmazdı küresel bir köy hâline gelmemiz. Ancak unutmayalım ki hepsi de para ve iktidar derdine oldu.