Tarihçi Necdet Sakaoğlu, Osmanlı tarihi üzerine şimdiye dek yazılmış en kapsamlı ve ayrıntılı kaynak kitaplarından birine imza attı. Çok yakında yayımlanacak ve yıllardır süren itinalı bir çalışmanın ürünü bu sözlük-ansiklopediden, A’dan Z’ye çeşitli maddeleri #tarih okurları için seçtik.
Osmanlı tarihi yazarı ve dergimiz yayın kurulu üyesi Necdet Sakaoğlu, uzun yıllardır üzerinde çalıştığı kitabını tamamladı. Hocamızın eski ve yeni Türkçe kaynakları, el yazmalarını tarayarak hazırladığı eserinin özelliklerin- den biri, okuma-yazma bilen herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek olması. Bir başka deyişle, sadece akademisyenler, araştırmacılar için değil; Osmanlı tarihine meraklı herkes için bir başucu kitabı.
Sakaoğlu kitabına yazdığı önsözün başında şöyle diyor:
“Altı yüzyıllık bir devlet yapısının, Doğu-Batı, Türk-Müslüman eksenlerinde, saray yönetiminden köy imecesine değin, zaman araladığı yaşam, yönetim, siyaset, ordu, uygarlık ve kültür ortamında doğan kavram ve deyimlerin saptanıp tasnif edilmesi kolay işlerden değildir.
Buna kurumlar, din, dil, âdetler, tören-protokol, mimarlık, ulaşım, sanat ve zenaat, eğlence, eğitim, yasa, ticaret, örf ve âdetler, yenilik ve değişimler, moda giyim kuşam gibi daha onlarca alandan seçilenler de katıldığında, “Osmanlı” başlığı altında önümüze yığılacak binleri ayıklamanın zorluğu tahmin edilemez”.
Eserde kısalı uzunlu madde boyutunda tanıtılan başlıklar arasında, “vezir”, “sünnet odası” gibi çok bilindik; “luhuk kekesi” veya “kahvehane ukalası” gibi pek az bilindik örnekler var. Sakaoğlu bu tarih kültürü eserini hazırlarken, Osmanlı dünyasına dair onbinlerce kavram arasından şüphesiz öznel tercihler yapmış. Ancak hem bilimsel hem son derece faydalı bir kriteri var: “Çok bilinen” kavram ve deyimlerdeki yanlış bilgi ve yorumları düzelterek doğru içerikleri sunmak, az bilinenleri açıklamak.
Hocamızın affına sığınarak, biz de “ayıkladığı” 6 bin maddeden sadece 28’ini okurlarımız için ayıkladık.
A
AKÇA VE BOHÇA Rüşvet ve hediye. En alt düzeydeki resmi dairelerden, hükümet konumundaki Bâbıâli’de ve sarayda iş gördürmek, mevki makam elde etmek için yetkililere sunulan yüklü paralar, paraya dönüştürülebilir kürk, kumaş, antika gibi değerli armağanlar. ”Akça”, doğrudan rüşvetti. Kürk, antika gibi sunumlar bohçalanarak yapılırdı.
B
BÂB-I HÂLÎ Boş kapı anlamında. Osmanlı hükümet kurumu Bâbıâlî’ye yönelik eleştirel, alaycı ad yakıştırması. Yönetim ağırlığını Bâbıâli’de tutmayı gözeten Mustafa Reşid, Fuad ve Âli Paşalar’dan sonra, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinde önemli iç ve dış kararlar saraydan verilmeye başlayınca, yetkisiz durumdaki sadrıâzamların oturduğu Bâbıâli’ye denmişti.
C
CÂNİB-İ EŞREF-İ DEVLET-İ ALİYYE Yabancı ülkelerle yapılan yazışmalarda Osmanlı Devleti’nden söz etmek gerektiğinde “yüce-onurlu devlet tarafından” anlamında geçerdi.
Ç
ÇALIK / DEFTER ÇALIĞI Ocaktan veya seferde ordudan firar eden, disiplinsizliği nedeniyle kovulan kapıkullarının esame defterindeki adı çalınır, yani çizilirdi. Bunlar, Anadolu ve Rumeli’nin gözden uzak bölgelerine kaçıp yeni kimliklerle tutunur, zamanla mütegallibeden olurlar, Çalık Ahmed, Çalık Mehmed gibi namlarla, sonraki kuşaklar da Çalıkoğlu sanıyla anılırlardı.
D
DALKILIÇ Kuşatmalarda ön saf çarpışmalarında serdengeçti/ölüm eri görevi üstlenen gönüllü, fedai asker ve milisler. Bunlar bedenlerini savunmak gibi bir kaygıdan uzak, kılıç, bıçak her ne ise düşman saflarına ölümüne atılır, doğal ki çoğu da şehit olurdu.
E
EZANÎ SAAT Güneşe göre ayarlanmış (zevalî) günlük saat düzeni. Güneşin tam zevâlde (tepe noktasında) olduğu anı öğle, diğer namaz vakitlerini de yine mevsimlere ve güneşin doğuş batış vakitlerine göre gösteren saat ayarı. Eski gündelik hayatta dindar kesim, saatini bu ayara bağlar, bunun için evkat cetveli denen çizelgeler kullanır, muvakkithane saatine bakarak saatini ayarlardı.
F
FALAKA İslâm hukukunda kimi suçlar için öngörülen ve suç durumuna göre vurulacak değnek sayısı belirtilen bu ceza, çarşılarda esnaf suçları için uygulanırdı. Mektep ortamına daha sonra girmiş, dövmenin sınırı, hatta vurulacak çubuğun cinsi belirtilmiş, falakaya yatırılandan çok izleyenlerin korkutulması amaçlanmıştır. Esnafın sokak ortasında falakaya yatırılması, 1840’larda Ceza Kanunnamesi gereği kalksa da mahalle mekteplerinde alaylı hocalar tarafından uygulanışı Cumhuriyet’e kadar sürmüştür.
G
GELDİ GİTTİ TAHTASI Geleneksel Osmanlı mekteplerinde teneffüs yoktu. Ders, sabahtan öğleye dek ve aralıksızdı. Öğrencilerden, bu uzun süre boyunca WC’ye gitmek isteyenler, hocadan izin alır, ayrıca arkadan bir başka öğrenci gelmesin diye dershane kapısına asılı levhanın “gitti” yüzünü, döndüğünde de “geldi” tarafını çevirirdi.
H
HARABÂT ÂLEMLERİ İstanbul ayyaşlarının ev bark düşünmeden gece gündüz, sürdürdükleri içkili yaşam. Muallim Naci, Ahmed Rasim gibi kimi yazar ve ozanlar da bu âlemlere bir zaman devam etmişlerdir. Tavukpazarı’ndaki (Çemberlitaş) meyhaneler, harabat âlemlerinin yaşandığı yerlerdendi.
I
ITIKNÂME Özgürlük belgesi. Salıverilen köle ve cariyelere bir daha satılmamaları için azat eden efendileri tarafından verilir; onlar da ıtıknâmeyi muska yapıp boyunlarında taşırlardı. Aydınlar, bir benzetme yaparak Osmanlı uyruklarına özgürlük vadeden Gülhane Hatt-ı Hümayunu için bu deyimi kullanmışlardı.
İ
İNCE KİLER Ev sahibinin içki alışkanlığı varsa kiler içinde bir dolap veya raf, mezeler, içkiler için ayrılırdı. Burada mevsimine göre zeytin, kaşkaval, kaşar, beyaz peynir, dil ve tulum peynirleri, gravyer, rokfor, havyar, tuzlu balık, çiroz, lâkerda, kol ve kuşgömü pastırmaları, kangal sucuk, turşu, söğüş, kuru yemiş bulundurulurdu. İnce kiler, Ramazan gelince iftariyeliklere tahsis edilir, bayram sonrası asıl işlevine dönerdi.
J
JURNAL Bir makam veya gücü temsil eden, kişi veya kişiler aleyhine verilen gizli bilgi, belge. II. Abdülhamid, amcası Abdülaziz zamanında başlayan saraya jurnal vermeyi, kendi saltanatında geniş bir hafiye örgütüne dönüştürmüştü.
K
KAHVEHÂNE UKALÂSI 19. yüzyılın ikinci yarısında, işsiz güçsüz, aile varlığıyla geçinen, sabahtan akşama kadar kahvehanelerde siyasal fetvalar veren çok bilmiş gevezeler. Bunların, ordunun
ve yönetimin düzeltilmesine ilişkin tuhaf fikirlerine, dünya ahvaline dair yalan yanlış haberlerine kulak verenler çevrelerine kümele saf insanların zihinlerini büsbütün bulanırdı.
L
LUHUK KEKESİ Saray ve harem yaşamında kâselerle sunulan macun ve şekerlemeleri yalamakta kullanılan zarif saplı, ucu eğik bir tür dondurma kaşığı.
M
MUSİKİ MEKTEBİ İstanbul’da Şehremaneti (belediye) yönetiminin kimsesiz çocuklar için 1910’da açtığı meslek okulu. Buraya Dârülaceze’de kalan ve müzik yeteneği olan çocuklar, dışarıdan da yetim öksüzler alınırdı.
N
NÂME-İ HÜMÂYÛN Yabancı devlet başkanlarına, belirli günler nedeniyle de Kırım Hanlarına, her yıl surre ile birlikte Mekke Şerifine gönderilen padişahın ağzından kaleme alınmış iyi niyet ve selâm-ı şahâne ve siyasal içerikli mektuplardı.
O
OTURAK Yelken gemilerinde büyüklük birimi. Her oturak bir kürekti, bir küreğe de 2-3 kürekçi yapışırdı. Buna göre ahşap teknelerde 10-17 oturaklılara Firkate, bundan biraz küçüğüne Kırlangıç, biraz büyüğüne Perkende, 20-24 oturaklısına Kalite, 25 oturaklılara Kadırga, 26-36’lılara Baştarde, en büyüğüne de Paşa Baştardesi denirdi.
Ö
ÖRTÜ ÖPME Padişahtan çocuk doğuran kadınefendi veya ikbâlin lohusalığı sırasında tebrike gelen rical kadınlarının, sultanlığa özel al renkli yatak örtüsünü öpmeleri. Doğum tebrikini bu şekilde yapan; sadrıâzamın eşi ve diğerleri değerli hediyeler de sunarlardı.
P
POLİS Nezarethanelerde ki, ayakta iki kişinin sığmayacağı darlıkta işkence dolabı. Tepesinde nefesliği vardı. Doğru ifade vermeyen ya da dayatılan ifadeyi kabul etmeyenler, polise kapatılarak yalnız ekmek ve su ihtiyacı karşılanırdı. Polis içinde çömelmek, oturmak olanaksızdı.
R
RESM-İ HINZIR Domuz yetiştirenlerin ödedikleri vergi. 1858’de hayvan başına on kuruş alınmaya başlandı ve verginin adı da “canavar resmi” oldu. Bundan amaç, ağır vergi uygulaması ile domuz yetiştirilmesini önlemekti. 1863’te 3 kuruşa indirildi.
S
SULTAN İmparator. Süryanca kökenli sözcük, çoğunca Müslüman-Sünni hükümdarlara özgü bir unvandır. Osmanlı Devletinin yükselme dönemine doğru padişahlar, diğer unvanlarla birlikte bunu da benimsediler. Bir ara sultân-ı âzam, son dönemlerde sultân-ı zişân da denildi. Padişah olanın adından önce (örneğin Sultan Murad), Hanedanı mensubu erkekler için nadiren addan sonra (örneğin Cem Sultan) kullanılırken padişah kızlarına küçük büyük ayrılmaksızın eklenirdi (örneğin Mihrümâh Sultan, Cemîle Sultan, Aişe Sultan) Padişah anaları (valide sultan), kimi hasekiler Haseki Sultan, Handan Sultan, Kösem Sultan) da bu sanı taşımışlardır. Şehzadelere (Bkz) Sultan yerine Efendi denirdi.
Ş
ŞAMAR OĞLANI Söylenceye göre saraydaki şehzadegân mektebinde her şehzadenin yanına çocuk yaştaki acemi hadım zencilerden biri oturtulur, şehzade kabahat işledikçe veya yanlış yaptıkça hoca, şamar oğlanı denen bu çocuğu cezalandırırmış.
T
TARİHİN AKSAM-I SELÂSESİ Üç tarih çağı: Kurun-ı kadime (eski çağ), kurun-ı mutavassıta (ortaçağ), kurun-ı cedide (yeniçağ). Son dönem Osmanlı tarihçileri, bu bölümlemeyi, Batılı tarihçilerin antik-iskolâstik-modern ayırımlarına göre yapmışlardı.
U
UKAB Hz. Muhammed’in siyah gazâ bayrağı. Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler’den denirse de bohça ve çekmece içinde saklanan tamamen akmış bu parça üzerinde bilimsel çalışma yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.
Ü
ÜSKÜDAR/ ÜSKÜZAR Galatat Lügati’nde sözcüğün Farsçadaki anlamı, “su geçidi ve gemi-kayık bağlanan iskele” olarak verilmiştir. Daha eskilerde ise buraya, “atı alan üsküdarı geçti” sözününün de anımsattığı üzere, harekete hazır menzil atlarının beklediği yer anlamında Rumca “Üsküzar” denirmiş.
V
VAKİT ve MASLAHAT Osmanlı siyasetinin geleneksel ilkelerinden. Yapılması gereken işin zamanın koşullarına ve işlerin gidişine göre değerlendirilmesi demekti.
Y
YEZİD-İ CEDİD 1890’dan sonra istibdadını daha da artıran ve aydınlara göz açtırmamayı amaçlayan II. Abdülhamid’e, yönetiminden hoşnut olmayanların yakıştırdığı adlardandı.
Z
ZENDOSTLUK Kadın düşkünlüğü. Kadınların ortalığa çıkmasıyla başlayan yeni toplumsal hayat konusunda iki farklı bakış güçlendi. Tutucular bu halin dine ve inanca zarar verdiğinden yakınırlarken, Cevdet Paşa gibi aydınlar, zendostların çoğalmasını, erkek-kadın ilişkilerinin doğallaşmasını sağlayacağını ve livatayı önleyeceğini ileri sürmüşlerdi.