Kasım
sayımız çıktı

Minicik bir adaydı Asya’nın kaplanı oldu

Dünya Ukrayna Savaşı ve ekonomik-siyasi etkileri ile sarsılırken, Tayvan üzerindeki uluslararası gerilimin artması ülkeyi öne çıkardı. Tarih boyunca ABD-Çin Halk Cumhuriyeti ilişkileri ve dönüşen Tayvan’ın kadın başkanı Tsai Ing-wen’le beraber bağımsız bir güç olarak sürece ağırlığını koyması…

Rusya’nın Ukrayna’yı işga­lindeki tarihsel iddiala­rının sarsıntıları geçme­mişken ABD’nin üç numarası Meclis Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti, iki hegemonik emperyalist güç arasındaki geri­limi artırdı. Obama’nın Asya da­nışmanı “bu durum belki Ukray­na’dan çok daha tehlikeli” cüm­lesiyle durumu özetledi.

Tayvan, Hong Kong’tan farklı olarak herhangi bir söz­leşmeyle Çin’e bağlı değil. Do­layısıyla Hong Kong’ta muha­tap Büyük Britanya. Tayvan’da ise Çin “bir ülke iki sistem”i savunuyor ama burada muha­tap doğrudan Tayvanlılar. Bir zamanların “iki sistem”i kapita­lizmle sosyalizmi kastediyordu; oysa şimdi sistem deyince -iki kesimde de kapitalizm hüküm sürdüğünden- ancak siyasal sis­tem akla gelebilir.

Pelosi’nin ziyaretinden ön­ce daha Mayıs 2022 başında The Economist dergisi Tayvan için “dünyanın en tehlikeli yeri” başlığını atmıştı. Amerikan dü­şünce grubu Council on Foreign Relations da, Tayvan için “ABD ve Çin ve muhtemelen diğer bü­yük güçler arasında bir savaşa yol açabilecek dünyanın en ger­gin noktası” demiş; Hint-Pasifik bölgesi Amerikan kuvvetleri ko­mutanı amiral Philip Davidson ise önümüzdeki 10 yılda burada bir savaşın muhtemel olduğunu belirtmişti.

1941’de Miami sahilinde güneşlenirken Çin bayrağını da yanına almış bir kadın… Çin devrimi esnasında oluşturulan ve bugün Tayvan bayrağı olarak kullanılan bayrağın kullanılması bugün Çin’de yasak.

ABD’nin şüphesiz kendi he­sapları vardır ama Çin’in de komşularına ve özellikle Tay­van’a karşı artan bir askerî bas­kısı olduğu gerçek. Tayvan’da gi­derek önem kazanan bağımsız­lıkçı eğilimlere karşı tetikte olan Çin, 2016’da bu yönelimde olan başkan Tsai Ing-wen ile bütün tartışma kanallarını kapatmıştı.

Tabii Tayvan meselesini sa­dece ABD-Çin rekabeti açısın­dan okumak yetersiz olacaktır. En önemli olan, Formoza Boğa­zı’nın iki yakası arasındaki geri­limden çok Tayvan halkının ge­leceğini nasıl gördüğüdür.

Ortak bir tarih mi?

Tayvan 1683’den 1895’e Qing Hanedanı döneminde Çin İm­paratorluğu tarafından yönetil­di. 17. yüzyılda Filipinler’deki İs­panyol valisi ada sahillerine bir çıkarma yaparak bir liman kenti San Salvador’u oluşturdu. Hol­landalı sömürgeciler döneminde tarım için ana karadan Çinliler getirildi. Portekizliler de adaya “Formoza” (Güzel) ismini ver­diler.

Binlerce yıl önce adaya yer­leşmiş olan (buradan da Mada­gaskar, Endonezya, Filipinlere gidenler olmuş) yerli sakinlerin yanında, Çin’den gelenlerle be­raber melez bir nüfus oluşma­ya başladı. 1662’de Hollandalılar adadan kovuldu ve ana karadan göç hızlandı. Çin kökenli nüfus 50 binden 100 bine çıkarken, bir o kadar da yerli vardı. Bir süre sonra melezleşme arttı; 19. yüz­yıl başında Tayvan’da 2 milyon Çinli yaşıyordu.

Pelosi’nin olay yaratan ziyareti Çin destekçisi protestocular, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Çin’in tepki ve uyarılarına rağmen Tayvan’a gitmesine karşı Hong Kong’daki ABD Başkonsolosluğu önünde eylem yaptı.

1895’teki Japon-Çin Sava­şı’ndan sonra Japonlar adayı ele geçirirken, hem Çin’den gelen­ler hem yerliler önemli kayıplar verdiler. 1945’te 50 yıllık Japon işgali sona erdi ve adadaki yö­netim de ana karanın yönetimi­ni ele alan Çan Kay Şek önderli­ğindeki milliyetçi Guomintang’a (GMD) geçti.

Japonların gidişinden sonra yerli halkla ana karadan yeni ge­lenler arasında huzursuzluk baş­gösterdi. Yolsuzluklara karşı çı­kan Tayvan halkı Şubat 1947’de ayaklandı ve GMD güçleri 30 bin Tayvanlıyı katlederek bunu bastırabildi. Ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Bu, “beyaz terör”ün başlangıcıydı. Çan Kay Şek’in Mao ve Kızıl Ordu karşısında ye­nilgiye uğramasından sonra Ara­lık 1949’da ana karadan kaçan 2 milyon insan ve başta GMD güç­leri tamamen Tayvan’a çekildi. Mart 1950’de Çan Kay Şek, ömür boyu sürecek başkanlığa oturdu.

GMD’yi ayakta tutan, ABD’nin bölgede komünizmin yayılmasını engellemek için yap­tığı yardımlar ve 1950’de patlak veren Kore Savaşı’ydı. Böylece Formoza Boğazı’nın iki yakasın­daki statüko 20 yıl dondurulmuş oldu.

Tayvan on yıllarca ABD’nin desteğiyle GMD diktatörlüğü tarafından yönetildi. Japon sö­mürgeciliğinin mirası ekono­mik açıdan dönüşüme uğratıla­rak modern bir kapitalist devlet oluşturuldu. Siyasal sistem tüm muhalefeti sindiren baskıcı bir rejim olarak varlığını sürdür­dü; ancak 1975’te ölen Çan Kay Şek’in yerine geçen oğlu Jiang Jingguo döneminde bir gevşe­me başladı. 1986’da Minjindang (DPP-İlerici Demokrat Parti) ilk muhalefet partisi olarak kurul­du; 1987’de sıkıyönetim kalktı. 2000’deki seçimlerde ise ilk kez GMD üyesi olamayan bağımsız­lıkçı bir kişi başkan seçildi.

Tayvan 50’li yıllardan baş­layarak hızlı bir ekonomik kal­kınma ile “Asya Kaplanları”n­dan biri oldu. Japonya ve Avrupa Birliği’ne eşdeğer bir hayat düze­yi yakaladı (Bugün kişi başı gelir açısından dünyanın 15. ülkesi olan Tayvan, nüfusu 24 milyon olduğu hâlde dünyanın en büyük 22. ekonomik gücü konumun­da).

Kahire Konferansı Dünya Savaşı sonrası, 22-26 Kasım 1943’te Uzakdoğu’daki gelişmeleri değerlendirmek için yapılan Kahire Konferansı’nda Çan Kay Şek, Franklin D. Roosevelt ve Winston Churchill.

ABD, Çin’i tanıyınca…

ABD’nin desteğindeki Çan Kay Şek’in demir yumruğu ile yöne­tilen Çin Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler’de “Çin” sandalyesini işgal ederken Çin Halk Cuhuri­yeti dışlanmıştı. Çin Halk Cu­huriyeti’nin SSCB ile ilişkileri­nin iyice bozulduğu bir dönemde ABD ile yakınlaşması, durumu tersine çevirdi ve Çan Kay Şek temsilcisi kapı dışarı edilirken Pekin, Birleşmiş Milletler’e da­hil oldu. Sonunda ABD, 1 Ocak 1979’da Pekin’i tanıyıp Taipei ile ilişkisine son verdi. ABD ar­tık Çin Halk Cumhuriyeti’ni Çin olarak tanıyor, Tayvan mesele­sinin barışçıl çözümünden yana bir tutum sergiliyordu.

Çin Halk Cumhuriyeti ise Tayvan’ı zorla “özgürleştirmek” yerine iktisadi ve beşeri ilişki­lerini geliştirerek adayı barışçıl bir şekilde ana karaya bağlama­ya yöneldi. Tayvanlılar ekono­mik sistemlerini ve hayat tarz­larını koruyabilecekler, “özel yönetsel bölge olarak yüksek bir özerkliğe” sahip olabileceklerdi. Çin Halk Cumhuriyeti başka­nı Xi Jinping 2019’da “tek ülke, iki sistem” çerçevesinde Tay­van’ın Çin’e entegrasyonunda ısrar ediyordu. Ona göre 1842 Afyon Savaşı’ndan itibaren par­çalanan Çin’in, Makao ve Hong Kong’un ülkeye dahil olmasıyla geriye tek kayıp parçası Tayvan kalıyordu. Bu özcü milliyetçilik yaklaşımı, aslında Çan Kay Şek ve GMD tarafından da savunul­muştu. Adanın %15’ini oluşturan ve kıtadan gelen “mülteciler”in dışında kalan ahali ise özellik­le 1980’in sonlarından başlayan demokratikleşmenin de itkisiyle yükselen Tayvan milliyetçiliğine eğilim göstermeye başladı. Kıta Çin’i ile ortaklıkları olmakla bir­likte kendi tarihsel ve siyasal yö­rüngesine sahip bir milliyetçilik, özellikle 2000’de bağımsızlıkçı bir hükümetin oluşmasıyla be­lirginlik kazandı.

Tayvan’ın zirvesindeki kadın Tayvan’ın ilk kadın cumhurbaşkanı, Demokratik İlerleyiş Partisi (DPP) lideri Tsai Ing-wen, bu yıl yapılan ve %75 ile en yüksek katılımın sağlandığı seçimlerde Pekin yanlısı aday karşısında %57 oy aldı.

Tarihin ironisi

GMD’nin muhafazakar yöne­timi, Tayvan bağımsızlıkçıları­na karşı yenilgilerinin ardından Çin Komünist Partisi ile “Büyük Çin” ortak ideali çerçevesinde yakınlaştı. GMD, 2008’de bu da­vada kazanılmış iş çevreleri ve medyanın desteği ile yeniden ik­tidara geldi. Başkan Ma Ying-je­ou, Çin ile “iki yaka arasında or­tak pazar” temelinde 19 anlaşma imzaladı. Böylece Tayvan, Çin’e ekonomik olarak bağımlı hâle gelmeye başladı (ihracatın %40’ı Çin’e yapılıyordu).

Ancak bu “Çin rüyası” 2014’te GMD hükümetinin hiz­metlerin liberalleştirilmesi po­litikasına karşı ülke ölçeğinde büyüyen protesto hareketle­riyle sona erdi. Çin yatırımları­nın çeşitli sektörlere açılması ve özellikle Çin’den gelenlerin istihdamı kaygıları artırmıştı. 3 hafta süren sokak gösterile­ri, parlamento işgali gibi olaylar Çin ile ilişkilerde bir döneme­ci şekillendiren hoşnutsuzluğun ürünüydü. Özellikle 40 yaşının altındaki yurttaşlarda iki kıyı­nın ekonomik entegrasyonu ko­nusunda güçlü bir güvensizlik oluştu.

Araştırmalar 15 yıldır “Tay­van ulusu” kimliğinin güçlen­diğini göstermekte. Bugün nü­fusun yaklaşık %70’i kendisini “Tayvanlı” olarak nitelendiriyor. Bu oran 30 yıl önce %20’nin al­tındaydı. Ayrıca nüfusun %90’ı “tek ülke iki sistem” formülünü reddetmekte. 30 yaş altındakiler için “Çin rüyası” bitmiş durum­da. Bunların neredeyse tamamı kendini Tayvanlı olarak görmek­te. Hatta üçte ikisi Çin Cumhuri­yeti adının da Tayvan diye değiş­tirilmesinden yana.

Tayvan’da siyasal rejim

Jeostratejik hesaplarda ABD’nin Çin’i dizginlemesinin bir aracı olarak gösterilmek Tayvanlılar için bir şey ifade etmiyor. Siya­sal rejim olarak Tayvan’ın kıta Çin’inden oldukça farklı bir ko­numu var. Üstelik Çin’in Tibet, Uygur ve genel olarak insan hak­ları sicili ortada.

Ülkedeki muhalefet Ocak 2016’da yapılan seçimlerde gö­rülmedik bir başarı ile hem baş­kanlık hem meclis seçimleri­ni kazandı. Bağımsızlıkçı Tsai Ing-wen %56 alırken rakibi o ana kadar iktidarda olan Guo­mintang’ın adayı %31’de kaldı. Tsai Ing-wen, Tayvan’ın ilk ka­dın başkanı oldu; bu yıl yapılan ve %75 ile en yüksek katılımın sağlandığı seçimlerde ise Pekin yanlısı aday karşısında ise %57 oy aldı.

Feminist militanlar Çin Halk Cumhuriyeti’nde hapsedilirken, Tayvan 2019’da Asya’da eşcin­sel evliliğini kabul eden ilk ülke oldu.

2020’de Anayasa Mahkeme­si aldatmayı (zina) suç olmaktan çıkardı.

Kadınların siyasal hayata ka­tılımı da çok yüksek.

Çin, Uygurları baskı altında tutarken, Tsai Ing-wen son 400 yılda maruz kaldıkları acılar ve adaletsizlikler için yerli halklar­dan özür diledi.

Tayvan, çevre politikaları ve uygulamlarında da önemli me­safeler katetti.

Çin, geçen ay ada yakınlarındaki askerî tatbikatlarını artırarak gerilimi yükseltti ve Tayvan Boğazı’nda bir kriz endişesine yol açtı.

Tayvan Çinli mi?

2017’de vefat eden sinolog Arif Dirlik, Boundary 2 adlı dergide çıkan yazısında , Tayvan’ı çok yakından tanıyan biri olarak bütün ezberleri bozan bir açık­lıkta Çin ile Tayvan’ın ilişkisini ortaya koymaktaydı. Ona göre Tayvan hiçbir zaman Çinli ol­mamıştı. Dahası, ikisi arasında, yani ana kara ile ada arasında uluslaşma süreci birbirinin bü­tünleyicisi değildi. Tayvan bu bakımdan Hong Kong’dan da farklı bir konumdaydı. Dirlik, bağımsız bir kimlik, bir Çinli­leştirme süreci değil “Tayvanlı­laşma” süreci olduğunu söylü­yordu.

Ana karada egemen olan Han kültürünün bir varyasyo­nu olmayan Tayvan’da; adanın yerlisi olan aborijen kültürleri­nin Güneydoğu Çin’den fark­lı dönemlerde gelen Hoklo ve Hakka kökenliler ve en sonun­da da 1949 Çin Devrimi’nden sonra buraya kaçan mülteciler­le harmanlanması sözkonusu. Öte yandan adanın ana karadan farklı sömürge geçmişinin de elbette bu kompozisyonda payı var. Öte yandan Han etnik un­surunun kıta Çin’inde bile diğer etnik unsurlarla zamanla kurdu­ğu ilişkilerle değişime uğradığı belirtilebilir.

Arif Dirlik, Tayvan’daki ulu­sal kimliğin inşaının ana kara­daki Çin Komünist Partisi’nin beklentileri dışında geliştiğini analiz etmişti. Tayvanlılar, kendi kimliklerinin yapı itibarıyla ne­redeyse 400 yıldır Han kültürü ve soyu, Aborijen kültürü ve so­yu ile Japon kültürü (soyu yok) tarafından bir karışım olduğunu savunuyor.

Bağımsız bir ülkenin ABD’nin nüfuzu altında olsun olmasın Çin Halk Cumhuriyeti için arzettiği tehlike Tayvan ile sınırlı değil tabii. Unutmamak gerekir ki Tayvanlıların Çinlili­ği tartışma konusu iken, Tibet­lilerin ve Uygurların ve belki de kendi dillerini (mesela Kanton­ca) konuşanların da benzer bir taleple öne çıkmaları hâlinde bir “parçalanma” tehdidi algısı “Bü­yük Çin” rüyasında olanlar için kaçınılmaz. Ne de olsa bunların hepsi Çin tarafından sömürge­leştirilmiş halklar.