İnsan sarınıp sarmalanmadan önce süslendi. Takıştırdığı kemik, diş ve tüyler bir güç gösterisi olarak hiyerarşik yapıya hizmet etti. Ama moda, insanın mesleğine ve ait olduğu sınıfa göre giyinmesi değildi. Önce sahne sanatları, sonra sinema ve televizyon, ona özenilecek stil ikonları hediye etti. 20. yüzyılda ‘haute couture’ markalarının doğmasıyla kendini ifade etmenin en yaratıcı biçimine bürünen moda, hazır giyimin darbesiyle büyük bir erozyona uğradı, şimdilerde can çekişiyor.
Türkiye’nin son özgün tasarımcılarından ‘terzi yamağı’ Barbaros Şansal moda tarihinin dönüm noktalarını anlattı, tarihçi Necdet Sakaoğlu ve moda kültürü eğitmeni Begüm Başoğlu’nun katkılarıyla Ayşen Gür derledi.
BARBAROS ŞANSAL
Modanın köken olarak anlamı, içinde bulunulan durum; davranış ve duyuş biçimi. Bense modayı, insanların, fiziksel, cinsel, kültürel, dinsel, ekonomik ve siyasi haberleşme biçimlerinden biri, sosyal bir olgu olarak görüyorum. Bugünkü şekliyle modanın hayatımıza girişi aslında çok yenidir. Resmî tarihinin 1905’te Paris’te Worth ve Doucet’nin kendi adlarını marka olarak tescil ettirmesiyle başladığı söylenebilir. Ancak biz şimdi çok daha gerilere gidelim:
İnsan önce takıp takıştırdı. Kemikler, dişler, tüyler, boynuzlar, toynaklar, deriler ve kürkler, kil, kireç ve kobaltlı minerallerden yapılma kozmetiklerle başladı. Avladığı hayvanların mirasıyla güç gösterisi yaparak sürü liderliğine geçti. Toplum oluşturma, hiyerarşik sınıflama becerisinin bir parçası da buydu. Sonra düğümledi insan, sonra ördü ve dokudu. Elyafı ip haline getirdi, bağlamayı ve düğümlemeyi, farklı parçaları birleştirmeyi, hatta örmeyi ve dokumayı öğrendi. Halı, kilim, kiton ya da ehrama yazı niyetine bilgi birikimini ve hayallerini işledi. Uçkurunu urganla bağladı, giysisini çengelli iğne (fibula) ile toparladı. Ve sonunda dikti. Sarınıp sarmalandığı örtünme biçiminden, 12. yüzyılda çıkıp çok parçalı giysiye geçti. Erken Rönesans ile insan vücuduna odaklandı.
Çin İmparatoru sarı giyer ve başka kimse bu rengi giyemezdi. Sarı ve siyah birlikte, acılı ölümün rengiydi (kara mamba yılanını, Japon arıları, nükleer uyarısını ve olay yeri inceleme şeritlerini düşünün). Güzel ölümün rengi beyaz ise Roma’dan Arap yarımadasına kefenin ve kutsal cübbelerin rengiydi. Kırmızı ihtiras ve zafer, kara ise keder ve elem demekti. Renklere baktığımızda, bunların kimlik belirttiğini görürüz: Doktorun beyaz önlüğü, avukatın kara cübbesi gibi. Eski toplumlarda, toplum kesimlerinin her biri kimlik (pasaport) yerine belli kıyafet ve renklere bürünürdü. Osmanlı toplumu da bunlardan biriydi.
Moda ise başka bir şeydir. Bu kavramın temellerinden biri tiyatro, opera ve bale; bunlar için hazırlanan kostümlerdir. Sahnedeki oyunları seyreden herkes Pamuk Prenses veya Wilhelm Tell olmak istemiş, insanlar önce opera terzilerine gitmeye başlamıştır. Sinematografinin gelişiyle moda bir devrim geçirdi çünkü kostümler artık çok daha büyük kitlelere ulaşabiliyordu. Terziliğin ciddi bir şekilde ticarete atılması da böyle başladı. 20. yüzyıl başında kurulan “la Chambre Syndicale de la Haute Couture Parisienne,” dünyanın moda merkezini oluşturdu. Modanın başkentinin Paris olması, kıyafetlerden değil, bu yüksek moda sendikasından dolayıdır. Bu sendika, moda evlerinde (maison) çalışan terzilerin saat ücretinden yangın çıkışlarına kadar her şeyi belirler. “Maison”lar, dikilen elbiseleri saat üzerinden hesaplayarak fiyatını tespit eder. Haute couture’de, yani müşteriye özel dikimde, bütün kıyafetlerin model ve kalıpları önce hukuk bürosunda tescil ettirilir. Televizyonun gelmesi modada başka bir devrim demekti. Herkese ulaşabilsin, daha çok, daha kolay, daha hızlı üretilebilsin diye etekler kısaldı, detaylar kalktı, süslemeler azaldı, hazır giyime geçildi. Moda popülerleşti ve seçkinlerden kopup proletaryanın bile peşinde koştuğu bir şeye dönüştü.
1990’lara gelindiğinde, yeni dünya düzeniyle birlikte Çin, Hindistan, Bangladeş, Türkiye, her yerde, giysiler o kadar ucuz, taklidi kolay hâle geldi ki, haute couture ölmeye başladı.
Türkiye’ye gelince, günümüzde merdiven altında, taklitçi, sendikasız ve sigortasız üretime bir de adı ulusal olmayan çakma isimler takıldıkça moda değil ancak mola yaşanıyor. Türkiye artık giyinmiyor: Ya pop şarkıcısı solist olup don-sutyen klip çekiyor ya da protokolde, valiz büyüklüğünde çanta elde, sarınıp sarmalanıp, platformlu iskarpin üzerinde duruyor.