Kasım
sayımız çıktı

NİKARAGUA ve çocuklarını yiyen devrim

Daniel Ortega’nın üçüncü başkanlık döneminde, sosyal güvenlik alanında yapılmak istenen kısıtlamalar ülkede büyük kitle gösterilerine yol açtı. Bugüne kadar 400’e yakın insan, ordu ve polisin yanısıra paramiliter güçlerce öldürüldü. Bir zamanlar, neredeyse bütün kesimlerin desteğini alan Sandinist hareketi, artık baskı ve yolsuzlukla anılıyor.

Bundan 40 yıl önce dünyanın iki ucunda iki farklı devrim dünyayı sarsıyordu: İran’da İslâm devrimi ve Nikaragua’da diktatör Somoza’yı deviren Sandinist devrim.

Sandinist devrim ülkeyi kendi özel mülkü haline getiren Somoza’ya karşı bütün dünyanın sempatisini kazanan, geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleşmiş, çoğulcu bir halk devrimiydi. Başta Pinochet olmak üzere Latin Amerika’da askerî diktatörlüklerin kanlı rejimleri döneminde, Nikaragua devrimi kıtayla sınırlı kalmayarak bütün dünyaya yeni bir umut aşılamıştı. Kadın ve erkek gerillalar, özellikle henüz ilk gençlik çağındaki direnişçiler bir cesaret ve güzellik (estetik) gösterisi sergiliyorlardı.

Devrimin önderliğini yapan Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN) sosyalistti ama, yoksulların, ezilenlerin özgürleşme mücadelesinde esin kaynakları Kitab-ı Mukaddes’in bir Marksist okuması denebilecek “Kurtuluş Teolojisi”ydi. Başında Che beresiyle, şair ve Cizvit papazı Ernesto Cardenal, devrimin karizmatik bir siması olduğu gibi devrimden sonra da Kültür Bakanı olacaktı. Bir elinde silah dağlarda mücadele ederken 1966’da Kolombiya’da öldürülen kurtuluş teolojisinin simgesi papaz Camilo Torres’in attığı tohumlar yeşermişti.

Diktatör Somoza’nın servetiyle Paraguay’a kaçmasının ardından, Somoza karşıtı bütün muhalefeti kucaklayan bir hükümet kurulmuş, 1980’de La Prensa gazetesinin yöneticisi, ülkenin siyasetindeki önemli simalardan Violeta Barrios de Chamorro’nun istifasıyla Sandinistler iktidara ağırlıklarını koymuşlardı.

Devrim; bir daha!

1979 Nikaragua devrimiyle özdeşleşen fotoğrafçı Susan Meiselas, 2018 Haziran’ında Managua’ya geri döndü. Somoza’yı deviren insanların, şimdi de Ortega’ya karşı ayaklandıklarına şahitlik etti.

Toplumsal ve ekonomik altyapının dağıldığı bu dönemde onbinlerce insan ölmüş, daha fazlası da göç etmişti. Sandinist yönetimde idam cezası kaldırılmış, sağlık parasız hale getirilmiş, bir dizi hükümetdışı toplum kuruluşunun katkısıyla yeni hastahaneler yapılmış, başarılı bir okuma yazma seferberliği yürütülmüş, ekonominin bir bölümü ulusallaştırılmış ve tarım reformu ilan edilmişti. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı %50’den % 13’e, çocuk ölümleri yarı yarıya düşmüştü. Dünyanın dörtbir yanından insanlar bu yoksul ülkeyi tanımak ve katkıda bulunmak için çabalıyordu.

1984’te %75 katılımla gerçekleşen seçimleri %67 ile FSLN’nin lideri Daniel Ortega kazanırken, bir kısım muhalefet yeterli zamanları olmadığından seçim sonuçlarını tanımadıklarını bildirince, dönemin ABD başkanı Reagan karşı-devrimci “Contra”ları silahlandırmış ve Nikaragua’ya ambargo koymuştu. ABD-İran ilişkilerinin en düşmanca olduğu günlerde CIA, İran rejiminden silah satın alarak bunları karşı-devrimcilere vermişti (İrangate). Bu dönemde 30 bin insan öldü ve ekonomi çöktü.

Yeni Ortega(lar) dönemi

1990 seçimlerinde La Prensa’nın yöneticisi Violeta Chamorro, Ortega karşısında %54 alarak başa geçti. Ülkede bundan sonra IMF ve Dünya Bankası’nın reçeteleri yürürlüğe koyuldu. Bu dönemde toplumsal kazanımlarda da önemli bir gerileme oldu. 1996 seçimlerinde yine Ortega’ya karşı eski Somozist, muhafazakâr Arnoldo Aléman başa geçti. Görev süresi bittiğinde yolsuzluktan 20 yıla mahkûm olacaktı!

Ortega 2006’da yeniden iktidara geldi. 10 yılda ülke ekonomisi katlandı, millî gelir 6 milyardan 13 milyar dolara çıktı. Et, kahve, şeker ve altın gibi ihracat ürünlerinin dünya pazarında uygun fiyatlar bulması bir avantaj oldu. Bu elverişli dönemde Venezuela başkanı Chavez, Nikaragua’nın ulusal bütçesinin dörtte birine karşılık düşen bir petrol yardımında bulundu. 10 yıl boyunca yıllık 500 milyon dolara eşdeğer bir yardımdı bu. IMF’nin de ekonomik mucize diye nitelediği bu gelişmelerin önemli bir unsuru da ABD ile ticaret ortamı oldu. Nikaragua bugün ortalama %5 büyüme ile Latin Amerika’nın ikinci ülkesi. Yabancı yatırımcıların bu büyümede payı büyük. Ülkede %40 olan yoksulluk oranı ise değişmedi.

Somoza’dan Ortega’ya Bir eylemci, Daniel Ortega ile eski diktatör Anastasio Somoza’yı beraber gösteren bir posterle. Başkent Managua’da polis şiddetini ve Ortega hükümetini protesto eden gösteri.

Ancak bu dönemde önemli bir değişiklik oldu; Nikaragua’nın geçmişiyle kıyaslanmaz bir biçimde topraklar, zenginlik, medya, finans sektörü ve enerji sektörü belli ellerde yoğunlaştı. Nikaragua’da 300 aile, ülke gelirinin üç katı bir zenginliği elde tutmaya başladı. Öte yandan 2009’da faal nüfusun %60’ı kayıtdışı sektörde çalışırken bu oran 2016’da %80’e çıktı. Son 10 yılda yabancı yatırım oranı her yıl %16 oranında artmakta. Hükümet yoksulluğun azaltıldığını söylerken eskisine bakarak zengin sayısının giderek arttığını belirtmemekte. Nüfusun %7-8’i ulusal zenginliğin %46’sını elinde bulundurmakta. Örneğin 2012’den 2013’e 30 milyon doların üzerinde parası olanın sayısı 180’den 190’a çıktı. Bu rakam çok daha zengin olan Kosta Rika’dan (85) bile fazla (Panama’da 105, Salvador’da 45). Kamu kaynaklarının yasadışı kullanımına imkan veren yolsuzluklar dışında bu zenginleşmeyi açıklayacak bir husus yok. Bütün bu verilere ayrıca rejimin giderek otoriterleşen yapısı da eklendiğinde tablo tamamlanıyor.

Evet isyan!

Devrimin prestijini temsil ettiği iddiasındaki Daniel Ortega’nın üçüncü başkanlık döneminde, sosyal güvenlik alanında yapılmak istenen kısıtlamalar geçen Nisan ayında büyük kitle gösterilerine yol açtı. Bugüne kadar 350 ilâ 400 kişi ordu ve polisin yanısıra paramiliter denen güçlerce öldürüldü. Ortega bu paramiliter güçleri açıkça “gönüllü polisler” olarak takdim etmekte. Göstericiler bunların uyuşturucu kaçakçıları, mücrimler, eski askerler ve polisler olduğunu belirtiyorlar. Binlerce yaralı var ve şimdiden 20 bin Nikaragualı komşu Kosta Rika’ya geçmiş durumda.

Ülkede sosyal güvenlik katkı paylarının artırılmasına karşı başlatılan gösterilerin şiddetle bastırılmasıyla, hoşnutsuzluk giderek yükseldi. Gösterilere emeklilerin yanısıra öğrenciler, feminist örgütler, köylüler, okyanuslararası kanal projesine karşı mücadele edenler ve muhalefet partileri de katılınca “Ya Basta!” sloganı barikatların temel sloganı oldu. Genel grev, gösteri ve barikatlar bir dönemki Somoza’nın son günlerini hatırlatırcasına yaygınlaşmaya başladı. 18 Nisan’daki gösterilerin kanla bastırılmasının ardından Mayıs ayındaki Anneler Günü’nde gösterilerde öldürülen çocukların anneleri de büyük bir kortej oluşturdu.

Devrim başlarken 26 Ağustos 1978’de silahlı protestocular sokaklara çıkmıştı. Matagalpa’daki halk ayaklanmasının fotoğrafını, 40 sene sonra bu defa Ortega’ya karşı ayaklananları görüntülemek için ülkeye gelen efsane fotoğrafçı Susan Meiselas çekmişti.

Ortega bu gösterileri “hükümet darbesi girişimi”, “satanist darbecilerin oyunu” olarak nitelerken, Nikaragua’da nüfuz sahibi olan kilisenin aracılığıyla muhalefetle de görüştü. Ancak kurumların demokratikleştirilmesi, kurbanlar için adalet ve erken seçim talebini reddederek müzakere kapısını kapadı. Göstericilerin karşı çıktıkları reformun, yani Ortega’nın uygulamaya sokmak istediği sosyal güvenlik reformunun da zaten IMF tarafından tavsiye edilmiş olması, gösterilerin “emperyalist güçlerin bir komplosu” olarak nitelenmesini gülünç kılıyor. Muhalefet ise bir bütün arzetmemekte; sağdan ve soldan farklı akımları içeren öğrenci gençlerden, topraklarını korumaya çalışan köylülere dek uzanıyor. Adalet ve Demokrasi İçin Sivil İttifak, Daniel Ortega hükümetine karşı öğrenci hareketi, köylü hareketi ve bir kısım özel kesim ve insan hakları militanları gibi bir kısım kolektif ve hareketleri içeriyor.

“Devrimin fotoğrafçısı” olarak kabul edilebilecek, çektiği karelerle dünyayı etkileyen Susan Meiselas, devrimden sonra da sık sık geldiği Nikaragua’ya bu kez hükümete karşı yurttaş hareketine tanıklık etmek için geldi. Fotoğraf çektiğinde barikatlardaki insanların kendisini tanıdığını ve 40 yıl önce de kendi fotoğraflarını çektiğini hatırladıklarını aktarıyor.

Türkiye’ye de gelen eski gerilla ve bir dönem öncesinin Uruguay cumhurbaşkanı Pepe Mujica, devrimcilerin günü geldiğinde gitmesini bilmesi gerektiğini, Nikaragua’da bir rüyanın otokrasiye dönüştüğünü belirtiyor. Devrimden sonra başkan yardımcılığı yapan Nikaragua’nın en ünlü yazarı Sergio Ramirez de yaşananlara öfkeli. Sandinizmin resmî şarkıcısı 75 yaşındaki Carlos Mejia Godov, bugün direniş için şarkılar ve ölenler için ağıtlar besteliyor.

Yakınlarda vefat eden, Latin Amerika’nın vicdanı diyebileceğimiz, Latin Amerika’nın Kanayan Damarları’nın yazarı Eduardo Galeano ise çok önceden “hayatlarını riske etme becerisini gösteren Sandinistler şimdi koltuklarını riske etmekten acizler” demişti.

Bir dönüşümün anatomisi

Aslında Ortega’nın dönüşümü 1990’dan önce başlamıştı. 1993-95’te Sandinist partide iççatışmalar başgöstermiş ve Ortega parti aygıtını denetimi altına almıştı. Ulusal yönetim, Sandinist meclis ve Cephe Kongresi gibi organların sulandırıldığı 1998 kongresi, bunların yerine Ortega’ya bağlı olan örgütlenmelerin yöneticilerinin katıldığı bir meclis getirmişti. Kısa zaman sonra bu meclis bile toplanmadı. Partiyi kendine bağladıktan sonra Ortega, başkan Arnoldo Alemán ile ittifak kurarak anayasa değişikliğine gitti ve seçilmek için gereken oranı %35’e düşürdü. Burada iki partinin karşılıklı birbirine güvence vermesinin yanısıra, muhalefete de son verilmiş oldu. Sonraki yıllarda milletvekili olacak olan örgütlerin yöneticileri, mücadeleyi bırakıp Ortega iktidarının yapısına dahil oldular.

40 sene sonra yine barikatlar 1979’da Somoza birliklerine karşı şehirlerini savunmak için barikat savaşı veren Nikaragualılar, şimdi de Ortega’yı düşürmek için barikatların ardına geçtiler.

Ortega bu dönemde Katolik hiyerarşisinin başındaki Kardinal Obando ile de iyi ilişkiler geliştirdi. Bu vesileyle de 2000’den bu yana yüksek seçim kurulunun başında olan Roberto Rivas sayesinde bu kurulun denetimini sağladı. 1998’den itibaren “Ortegacılık”, başkanın eşi Rosario Murillo’nun yükselişi ile belirlendi. Kızı Zoilamérica’nun, manevi babası Ortega tarafından 11 yaşından itibaren fiziki ve cinsel istismara uğradığını ifşa etmesinden sonra, kızını “mitoman” diye niteleyen Rosario Murillo’nun Sandinist cephede nüfuzu hızla arttı.

2001 ve 2006 seçimlerinde Ortega’nın başkanlık kampanyasının başında Rosairo vardı. Artık iktidarda bir Ortega-Murillo kliğinden sözediliyordu. Ortega’nın “sol” bir söylemini duymak için 2007’de Chavez’in indirimli petrol kampanyasını beklemek gerekecekti.

Ortega yönetimi tipik bir kayırmacılık sisteminin ürünü olarak şekillendi. MRS (Sandinist Yenilikçi Hareket-1995) gibi Sandinist cephenin geçmiş özlemlerine sadık kalanların zaten çoktan ayrıldıkları parti, bu kayırmacılığın omurgasını oluşturmakta. Ortega, başkan yardımcısı yaptığı eşi Rosario Murillo ile birlikte ülkenin adli, siyasal, ekonomik, medyatik ve sendikal bütün güçlerini elinde bulundurmakta.

Direniş Sinemada: ‘Ateş Altında’ filmi ve tarihî gerçekler

Bundan 35 sene önce Roger Spottiswoode’un yönettiği; Nick Nolte, Joanna Cassidy, Gene Hackman, Ed Harris ve Jean-Louis Trintignant’ın oynadığı Ateş Altında filmi, Nikaragua Devrimi’ne dünya ölçeğinde büyük bir sempati kazandırmıştı. Filmde, Başkan Anastasio Somoza’ya karşı Sandinist muhaliflerin içsavaşını izlemek üzere ülkeye giden gazeteci-fotoğrafçı Russell Price’a (Nick Nolte) iki arkadaşı-meslektaşı refakat ediyordu. Filmin kahramanı Russell, Somoza ordusunun halka karşı acımasızlığını gördükçe savaşı daha yakından izleme ihtiyacını hissediyor ve olaylar gelişiyordu.

Filmin kritik noktalarından biri, gerçekle ilgisi olmasa da tarihsel bir gönderme yapmasındaydı. Sandinist cephenin kurucusu ve lideri Carlos Fonseca (1936-1976) olaylardan çok önce ölmüştü. Filmde ise aslında ölmediği ve rejim tarafından ölmüş gösterildiği anlatılıyor; kahramanlarımız Fonseca’nın fotoğrafını çekerek insanlara bunu kanıtlamanın peşine düşüyorlardı. Çekilen fotoğrafın etkisi çok büyük olunca, Somoza rejimi Alex Grazier’i (Gene Hackman) yakalayıp öldürüyor; Russell da arkadaşının öldürülmesini fotoğraflıyor, cinayeti belgeliyor, rejimin prestij kaybına uğramasını sağlıyordu. ABD, Somoza rejimine yardımı kesiyor, Sandinistler zafer kazanmış olarak Managua’ya giriyor, diktatör de kaçıyordu.

Filmin 90’lı yıllarda isyanlara sahne olacak olan Meksika’nın Oaxaca ve Chiapas bölgelerinde çekilmiş olması ise hesapta olmayan başka bir ilginç durumdu. Filmin senaryosu ise aslında gerçek bir hikayeye dayanıyordu. 20 Haziran 1979’da Amerikan ABC televizyonundan Bill Steward, Somozist muhafızlar tarafından öldürülmüş ve cinayet anı kayda alınmıştı. O akşam, Amerikan televizyonları görüntüleri göstermiş ve hükümet çökmekte olan rejime yardımı kesmişti.

Ateş Altında filmi diktatörlük rejimi, savaş, basın, tarafsızlık gibi konular üzerinde sarsıcı bir etki yaratmış, basit ve sade insanların onurları için direnişini gündeme getirerek sinema tarihinin en etkili yapımları arasına girmişti.