Oğuz Atay’ın ilk eşi Fikriye Hanım, Oğuz Atay’la 50’li yılların sonlarında başlayan tanışıklıklarını ve evlilik kararını anlattı.
– Oğuz Atay’la ne zaman tanıştınız?
– 1956 yılıydı ilk tanıştığımızda. Her hafta Cumartesi günleri Oğuz bize yemeğe gelirdi. Saat 12.00-01.00 olunca kalkıp gidiyordu. Sonra bizim ev kalabalıklaştı. Dedim ki “Oğuz artık seni çağıramayacağım. Çünkü ev çok kalabalık”. “Ne yapalım” dedi. Biraz tereddütlüydü o dönem. Dedim ki “Ne düşünüyorsun, ne istediğini biliyor musun?” “Vallahi, tam bilmiyorum” dedi. “İyi” dedim ben de.
– 🙂
– Komik, komik. Sonra Oğuz kayboldu. Ama ben de merak etmiyorum. Yani, tamam. Son sınıf, okul bitirecek falan. Derken ben o sırada kararımı verdim. İngiltere’ye gitmek istiyorum. Konsolosluğa gittim, okulların adreslerini aldım. Bunların hepsine birer mektup yazdım. Hepsinden cevap geldi. Önümüzdeki sene Eylül ayında başlayabilirsiniz diye.
– Ne zaman?
– 1957-58 yıllarıydı. Ankara’da imtihana girdim ve sonra Londra’ya tasarımcılık eğitimine gittim.
– Üç sene kaldınız.
– İki sene.
–1960’ta yurda döndüğünüzde “ihtilal” olmuş muydu?
– Evet, olmuştu. Hatta benden büyük bir arkadaş “kardeşine de söyle, o da gelsin. Gitme” dedi. “Ama askerlerin gelmesi belki de fena olmaz” dedim. O tabii Afrika ülkelerindeki gibi bir şeyler düşünüyor. “Bizde öyle olmaz” dedim.
– Ne zaman döndünüz Türkiye’ye?
– 60 Ağustos’unun sonunda yer bulabildim uçakta. Öyle kolay değildi o zaman. Eylül’de İstanbul’daydım. Kardeşimle beraber Cihangir’de oturmaya başladık. Güneşli sokak, Nar apartmanında. Artık kendim çiziyorum, kendim yapıyorum. Derken Şubat ayında bütün işler kesildi bütün piyasada.
– Peki tekrar karşılaşma?
– Kardeşim bir akşam “sinemaya götüreyim seni” dedi. “Peki” dedim. Çıktık, Melek’e gittik o zaman. Tam antraktta baktım, Oğuz böyle önden geçiyor. Döndü, şöyle biraz da tereddüt etti, selam verdi. Aldım. Ondan sonra “geldin mi” diye sordu. “Geldim” dedim. “Nasıldı” dedi. “Çok iyiydi” dedim. Sonra bir gün kapı çalındı, Oğuz geldi; ama ev çok kalabalıktı, gitti. İkinci gün yine geldi, yine kalabalıktı, yine gitti. Üçüncü günü kalkmadı. Herkes gitti. O oturuyor. Ama perişan bir vaziyette. Pazar Mecmuası’nı çıkarmışlar. Yorgun. Canı çıkmış yani. Oturdu. Evlenme teklif etti. Ben de kabul ettim. “Hemen kabul ediyor musun?” dedi. “Evet” dedim. “Hani düşüneyim denir. Ne yapıyorsun, kaç para alıyorsun falan denir değil mi?” dedi. “Evet” dedim. Şimdi düşünüyorum da büyük cesaret.
İki ay içinde gün aldık. Annesiyle, babasıyla tanıştırdı. Onlar da bizimkilere geldiler. “Eh çocuklar zaten karar vermişler, bize fazla bir şey düşmüyor. Peki.” dediler.